Trump ne düşünüyor? Bilmiyoruz, o da bilmiyor

Trump ne düşünüyor? Bilmiyoruz, o da bilmiyor

Hani denir ya: "Liderler satranç oynar, üç hamle sonrasını düşünür." Başkan Donald Trump, bu kalıbı ilk günden beri büyük bir kararlılıkla reddediyor. Onun başkanlığı, nükleer tehditler, sert açıklamalar ardından barış söylemleri arasında salınan bir politik rollercoaster (lunapark treni). Ama bu rollercoaster'ın freni yok!

GÜLAY ERDEMLİ

Ortadoğu’da, özellikle İran-İsrail hattında gerilim zirve yapmışken, gözler doğal olarak Beyaz Saray’da. Peki, Başkan Trump bu kritik krizde ne düşünüyor? Bilmiyoruz. O da bilmiyor. Üstelik bu kez sadece kendisi değil, tüm dünya onun ‘yayın’ akışını takip ediyor. Sabah İran’a “dünya terörünün babası” derken, öğleden sonra İsrail’i “yeterince sert oynamamakla” eleştiriyor. Akşam ise, “Bu krizi ben daha önce çözmüştüm, tekrar yaparım!” diyerek kendi alternatif evrenine ışınlanıyor. Sorun şu ki, kendisi için bu evren gerçek!

NÜKLEER TEHDİTTEN ‘AŞK MEKTUBU’ DİPLOMASİSİNE…

Aslında bu davranış biçimi yeni değil. Hatırlayalım, 2017-2020 arasındaki ilk başkanlık dönemini, ve o dönemdeki tutumların bugüne yansımalarını:

Kuzey Kore Dosyası (2017-2019): Başkan Trump, başlangıçta Kim Jong-un’a “roket adam” diyen, “ateş ve öfke” tehditleri savuran oydu. Bir yıl sonra ise onunla “birbirimizi seviyoruz, müthiş bir kimyamız var” diyerek tarih yazdı. Diplomasi tarihinde “love letter diplomacy” (aşk mektubu diplomasisi) diye bir tür varsa, müellifi şimdiki Başkan Trump’tan başkası değil.

Afganistan Kararı (2018): “ABD askerlerini aniden geri çekiyorum!” açıklamasıyla tüm NATO ortaklarını şaşırtan, sonra geri adım atan, sonra tekrar çekilmek isteyen... Ve Başkan olarak Taliban’la görüşmek isteyen, sonra “onlara güvenmiyoruz” diyen yine oydu.

Putin Meselesi (Her Dönem): Putin bir gün “çok zeki bir lider”, ertesi gün “çok sert bir adam”, başka bir gün “beni asla etkileyemez”... ama sonra Helsinki’de mikrofon açıkken “Rusya seçimlere karışmamıştır, çünkü Putin öyle dedi” ifadesiyle uluslararası istihbarat servislerini topluca çileden çıkaran da Başkan Trump’tı.

KİME NE DEDİĞİNİ KENDİSİ DE UNUTABİLİR AMA KARARLARI GERÇEK

Trump’ın kararları (ve sıkça fikir değiştirmesi) siyasal konjonktüre göre mi değişiyor yoksa ortada psikolojik bir sıkıntı mı var? Psikiyatristler, psikologlar, siyasal analistler Trump’ın iletişim ve karar alma biçiminde bazı temel kalıplar saptıyor. Saygın uzmanların açıklamaları üzerinden bu “zihinsel haritaya” biraz yakından bakalım:

1. Dürtüsellik (Impulsivity): “Trump düşünmeden konuşmaz. O düşünmeden konuşur. Konuşurken düşünür. Hatta bazen konuşması bittiğinde ne düşündüğünü unutur.” İşte tam da bu! Başkan’ın danışmanları bir açıklamayı düzeltmeye çalışırken, o bir yenisini patlatır. Sanki Beyaz Saray’ın Operasyon Merkezi değil, sürekli canlı yayın yapan bir “gerçeklik TV şovu” seti.

2. Absolutist Dil Kullanımı (Kişinin konuşma veya yazmada kesinlik, genelleme ve kesinlik ifade eden kelimeler ve ifadeler kullanması): Dilbilimsel analizler, Trump’ın dilinde “asla”, “herkes biliyor ki”, “tarihin en büyük…” gibi abartılı ve keskin ifadelerin baskın olduğunu gösteriyor. Düşünsenize, İran-İsrail krizi hakkında konuşurken bile “Şimdiye kadarki en iyi kriz, inanılmaz!” demesi kimseyi şaşırtmazdı. Zira o krizin bile “en iyi” versiyonu, onun versiyonudur.

3. Narsisistik Yansıma: Başkan Trump’ın dünyasında olaylar ya onun başarısıdır ya da onun olmadığı için başarısız olmuştur. İran–İsrail krizinde de bu kendini gösteriyor: “Ben olsaydım böyle olmazdı.” “Ben barışı sağlardım.” “Benimle konuşsalar çözülür.” Sanki dünya sadece onun sahnesi, geri kalanımız ise figüran. Ancak bu figüranların yaşamı, onun her an değişen senaryolarına bağlı.

4. Bölümlü Düşünme (Compartmentalization): Psikolojik olarak, bir kişinin kendi içinde çelişkili düşünce ve tutumları ayrı ayrı kategorize etmesi mümkün. Başkan Trump, bir gün Netanyahu’yu över, ertesi gün “İsrail daha sert olmalı” der. Bu çelişki onun için sorun değil; çünkü her cümle ayrı bir politik hedefe, ayrı bir kitleye yönelik. Onun zihninde bir klasörde “İsrail’i sevenler”, diğerinde “ABD’nin parasını düşünenler” yazıyor ve gerektiğinde doğru klasörü açıp konuşuyor.

‘ÇILGIN ADAM’ FÜZE DÜĞMELERİNİN BAŞINDA!

Siyaset biliminde bir strateji var: “Madman Theory” yani “Çılgın Adam Teorisi”. Nixon döneminde popülerleşen bu yaklaşıma göre, bir lider kasıtlı olarak öngörülemez davranarak düşmanına “Dikkatli ol, çünkü ben ne yapacağımı bilmiyorum” mesajı verir. Başkan Trump bu stratejiyi almış, içini boşaltmış ve gerçek hayatta yaşamaya başlamış olabilir.

Öyle ki, onun davranışları artık yalnızca karşı tarafı değil, kendi danışmanlarını, müttefiklerini ve Truth Social/X’teki paylaşımlarını gören vatandaşları da tedirgin ediyor. Düşmanın moralini bozmak bir şey, müttefiki panikletmek başka bir şey. Başkan Trump içinse hepsi aynı şovun sahnesi: “Bugün hangi Trump sahneye çıkıyor acaba? Agresif olan mı? Barışçıl olan mı? Yoksa golf turnuvasına katılan mı?” Bu teori normalde stratejik olarak “kontrollü kaos” üretmek için. Ama Başkan Trump’ın versiyonu çoğu zaman “kontrolsüz içerik, bol büyük harfle servis ediliyor. Ve bu “içerik”, doğrudan füze düğmelerinin başında oturan bir başkandan geliyor.

‘UYARMA GÖREVİ’ DEVREYE GİRER Mİ?

1964 yılında, Cumhuriyetçi başkan adayı Barry Goldwater’ın akıl sağlığı hakkında bazı psikiyatristlerin kamuya açık teşhislerde bulunması üzerine Amerikan Psikiyatri Birliği (APA), “Goldwater Kuralı”nı ilan etti: “Bir psikiyatrist, kişisel muayene yapmadan ve hastanın rızası olmadan herhangi bir kamu figürünün zihinsel sağlığı hakkında mesleki teşhis koyamaz.”

Bu kural etik olarak hâlâ geçerli. Ancak Başkan Trump’ın dönemi ve onun benzersiz iletişim tarzı, çok sayıda ruh sağlığı uzmanını, bu kuralı “kamu güvenliği söz konusuysa esnetilebilir” diyerek “uyarma görevi”ni savunmaya itti. “Uyarma görevi” (Duty to Warn), bir terapistin hastasının başkasına zarar verme ihtimali olduğuna inanması halinde gizliliği aşarak yetkilileri uyarmasını şart koşar. Başkan Trump hakkında kamuya açık davranışları analiz eden bazı psikologlar, lider pozisyonundaki kişinin zihinsel sağlığının halkı ve hatta dünyayı doğrudan etkilediği gerekçesiyle bu etik sorumluluğu gündeme taşıdı. Yani bir grup uzman diyor ki: “Belki muayene etmedik ama adam nükleer silah kodlarına erişiyor. Bu bir terapi seansı değil; bu dünya sahnesi. Bir deli pilotun uçağımızın dümeninde olduğunu görmek hakkımız değil mi? Özellikle de o pilot aynı gün içinde üç farklı destinasyon belirliyorsa!”

BAŞKAN MI, ŞOVMEN Mİ?

Siyasal psikoloji, Başkan Trump’ı tipik bir “büyüklenmeci populist” olarak inceliyor. Karakteristik özellikleri: Aşırı özgüven, kararlarını danışmadan alma eğilimi, her krizden “kendi lehine” bir öykü çıkarma becerisi ve en önemlisi destekçileriyle duygusal bağ kuran değil, onları duygusal dalgalarla taşıyan bir figür olması. Başkan Trump’ın her açıklaması rasyonel olmaktan çok, duygusal bir tepkiyi ateşlemeye yönelik. Bu nedenle bugün İran’a “terör destekçisi” derken, yarın “müzakere ortağı” diyebilir. Çünkü onun politikası değil, duygusu değişmiştir. Ve bu duygu değişimleri, dünya başkentlerinde soğuk terler döktürüyor.

Başkan Trump, Ortadoğu krizinde sahaya barış planıyla değil, reyting planıyla iniyor gibi. Sabah Fox News için sert, öğle saatlerinde bağımsız seçmene barışçıl, akşam Yahudi lobisine sadık, gece Truth Social’da tüm dünyaya meydan okuyan bir lider portresi çizen bir figür… Ama bunların hepsi tek bir günde, dünyanın en kritik ofisinden yaşanıyor. Malum, Başkan Trump’ın bir sonraki hamlesini kendisi bile bilmiyorken, dünyanın ekstra dikkatli olması gerekiyor…

AİLESİ ‘DÜNYANIN EN TEHLİKELİ ADAMINI’ NASIL YARATTI?

Başkan Trump’ın öngörülemezliğin, bu “her an her şey olabilir” halinin kökenleri nereye dayanıyor? İşte tam da bu sorunun cevabı için, Başkan’ın kendi yeğeni, klinik psikolog Mary L. Trump’ın 2020’de yazdığı, “Too Much and Never Enough: How My Family Created the World’s Most Dangerous Man” (Çok Fazla ve Asla Yeterli Değil: Ailem Dünyanın En Tehlikeli Adamını Nasıl Yarattı? Olarak Türkçeye çevirebiliriz) başlıklı o sarsıcı kitaba bir göz atmak şart.

Mary L. Trump, “İşte karşınızda Başkan’ın zihinsel haritası, buyurun ilk taşı koyan!” diyor. Ve o ilk taş, tahmin edeceğiniz üzere, Donald Trump’ın babası Fred Trump. Mary Trump’ın kaleminden baba Fred Trump (1999 yılında uzun yıllardır devam eden Alzheimer’a bağlı sorunlar nedeniyle hayatını kaybetti) sadece bir emlak kralı değil, aynı zamanda duygusal olarak mesafeli, talepkar, acımasız ve otoriter bir “baba figürü” olarak resmediliyor. Oğullarına adeta bir müteahhit gibi “duygusal duvar örme” dersleri vermiş. Çocuklarına aşıladığı tek şey: sertlik, baskınlık, kazanmak ve zayıflık göstermemek.

Donald’ın da babasının onayını kazanmak için duygularını (varsa) bastırmayı, merhametsiz olmayı ve ne pahasına olursa olsun kazanmayı öğrendiği anlatılıyor. Fred Sr.’ın sevgisini ve onayını kazanmanın tek yolu, sürekli bir “güçlü” ve “kazanan” performans sergilemekmiş. Anlaşılan, “Seni seviyorum oğlum” demek yerine “Bugün kaç anlaşma kazandın evlat?” diye sorulan bir evde büyümüş Başkan. Bu kadar “kazanma” odaklı bir ortamda, bir de çocukluğun önemli bir bölümünde annenin yokluğu ekleniyor. Mary Anne MacLeod Trump’ın, Donald küçükken geçirdiği ciddi sağlık sorunları nedeniyle duygusal olarak erişilemez olduğu ve yeterince ilgi gösteremediği anlatılıyor kitapta. Yani, Donald’ın duygusal bağlanma dersini daha birinci sınıfta “kırık notla” geçtiğini varsayabiliriz. Temel bir duygusal beslenmeden yoksun kalması, belki de sonradan gelen o bitmek bilmeyen onay ve hayranlık ihtiyacının köklerini oluşturmuş.

Ailede zayıflık göstermenin veya başkalarına karşı şefkatli olmanın bir kusur olduğu öğretildiği için, bu durum onun başkalarının duygularını önemsememesine yol açmış. Aynı zamanda, sürekli onay ve hayranlık ihtiyacıyla birleşen abartılı bir benlik algısı, yani “büyüklenmecilik” de cabası. “Ben olmasaydım dünya batmıştı!” söylemi, anlaşılan çocukluktan kalma bir refleks.

Kitapta Donald’ın çocukken kardeşlerine ve çevresine karşı zorba davranışlar sergilediği, yalan söyleme ve manipüle etme eğilimlerinin aile içinde normalleştirildiği anlatılıyor. Hatta SAT sınavlarına (Scholastic Assessment Test (SAT) ABD’de üniversiteye giriş sürecinde önemli bir rol oynayan bir test) başkasını sokarak “başarılı” olduğu iddiası da var. Yani “kazanmak her şeydir” mottosu, sadece iş hayatında değil, okul hayatında bile tavan yapmış.

AĞABEY FRED JR.’IN TRAJEDİSİ

Mary Trump’ın babası olan Donald’ın ağabeyi Fred Jr.’ın hikayesi ise trajik bir ders niteliğinde. Fred Jr.’ın, babaları tarafından yeterince “erkek” veya “sert” olmadığı gerekçesiyle sürekli eleştirilmesi ve aşağılanması, onun alkol bağımlılığına ve genç yaşta ölümüne yol açmış. Mary Trump, Donald’ın bu trajediden adeta ders çıkararak, babasının istediği “kazanan” imajını daha da pekiştirdiğini savunuyor. “Ağabeyim benim zayıflık gösterdiğimde ne olacağımı gösteren bir ‘canlı ders’ oldu” gibi tüyler ürpertici bir sonuca varmak mümkün.

Mary Trump’ın en çarpıcı tespiti ise şu: Donald Trump’ın ileriki yaşlardaki halka açık ve siyasi davranışları, çocukluğunda edindiği bu deneyimlerin doğrudan yansıması. Sürekli övgüye duyduğu ihtiyaç, “ne verirsen onu alırım” mantığı ve başkalarının duygularına kayıtsız kalması gibi özellikler, aile ortamında edindiği “hayatta kalma” mekanizmaları olarak görülüyor.

Özetle, Mary L. Trump’ın kitabı, Başkan’ın o çok konuşulan “öngörülemez” tavırlarının, “bugün başka, yarın başka” demeçlerinin ve “hep ben haklıyım” duruşunun kökenlerini, aile içindeki dinamiklere ve özellikle babasının sert etkisine bağlıyor.

Yani, ekranlarda izlediğimiz o büyüklenmeci, dürtüsel ve bazen empati yoksunu Başkan, aslında çocukluğunda girdiği bir “Hayatta Kalma Okulu”ndan mezun olmuş bir öğrenci gibi. Okulun müdürü baba Fred Trump ana ders “Kazanmak Her Şeydir”, mezuniyet töreninde ise tek ödül “babanın onayı” olmuş. Şimdiyse bu “eğitim”, dünya siyasetinin zirvesinde sahneleniyor. Ve biz izleyiciler, bu senaryonun nereye gideceğini merakla bekliyoruz. Malum, son perdesini henüz yazan yok.

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN