Görüşler

Demokrasinin içine çekildiği tuzak

Demokrasinin içine çekildiği tuzak

Araştırmacı Yazar Bülent Şahin Erdeğer, İsveç’teki provokasyon için “Kitap yakmanın kendisi bizzat ifade özgürlüğünün sembolü olan Kitaba yani ifade özgürlüğüne yönelik faşist bir saldırıdır” değerlendirmesinde bulunuyor.

Birleşik Krallık, Kanada, Fransa, Danimarka, Almanya, Yeni Zelenda gibi ülkeler yasalarında nefret söylemi suç olarak düzenlenmiş olan ülkelerdir. Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Tavsiye Kararında belirlenen tanıma başvurmak mümkündür. Bu tanıma göre ‘Nefret söylemi; ırkçı nefreti, yabancı düşmanlığını, Yahudi düşmanlığını veya azınlıklara, göçmenlere ve göçmen kökenli insanlara yönelik saldırgan ulusalcılık ve etnik merkezcilik, ayrımcılık ve düşmanlık şeklinde ifadesini bulan, dinsel hoşgörüsüzlük dâhil olmak üzere hoşgörüsüzlüğe dayalı başka nefret biçimlerini yayan, kışkırtan, teşvik eden veya meşrulaştıran her türlü ifade biçimini kapsayacak şekilde anlaşılacaktır’ (Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Kararı (97) 20, 1997)

İkinci Dünya Savaşı sonrası Almanya ırkçı söylemleri, Nazi sembol ve selamlaşmaları dâhil pek çok eylem ve ifade biçimini suç kapsamına aldı. İngiltere’de 1965 tarihli “Race Relations Act” yine renk, ırk, etnik ve uyruk zeminlerine dayalı olarak kışkırtıcı, tehdit edici, hakaret edici söylemleri yasa dışı ilan etti.

Nefret söylemi yasağına örneklerden biri de “soykırım inkarı” yasalarıdır. 1947 Avusturya Almanya, Belçika, Fransa, İsviçre, İsrail, İspanya’da soykırım inkarı yasaktır.
Uluslararası Sivil ve Politik Haklar Sözleşmesi’nin 19. Maddesi ifade özgürlüğünü düzenlerken ifade özgürlüğü hakkının özel bir ödev ve sorumlulukla kullanılacağına işaret eder. Sözleşme ifade özgürlüğünü başkalarının haklarına saygı ve ulusal güvenlik, kamu düzeni ve sağlığı ile sınırlar. Sözleşmenin 20. Maddesi; 2. Fıkrasıyla; “Ayrımcılığa, kin ve nefrete veya şiddete tahrik eden herhangi bir ulusal, ırksal veya dinsel düşmanlığın savunulması hukuk tarafından yasaklanır” der.

Nefret söyleminin yasaklanması hakkında “Féret v Belçika davası” emsaldir. Belçika Parlamentosu üyesi Féret, seçim kampanyası süresinde dağıttığı broşürlerde “Belçika’nın İslamileşmesinin önüne geç!” “Avrupalı olmayan iş arayanları evine gönder!” şeklinde ifadelere yer verdiği ve “kışkırtıcı ırk ayrımcılığı yaptığı gerekçesi” ile toplumsal hizmet cezası ile cezalandırılmış ve on yıl süre ile parlamentoya girmesi yasaklandı. İfade özgürlüğü sınırlandırıldığı gerekçesi ile AİHM’e başvurdu davacı yabancılara karşı dışlama, güvensizlik ve hatta nefret içeren bu söylemleri bilhassa seçim sürecinde gerçekleştiği ve toplumda ırkçı nefret ve toleranssızlığa kışkırtıcı bir rol oynadığı gerekçesi ile reddedildi.

Tüm bu örnekler göstermektedir ki Müslümanlar için merkezi bir öneme haiz olan Kur’an ve Hz. Muhammed’e dair geliştirilen nefret söylemleri, mushaf yakma, Hz. Muhammed’i terörist olarak gösteren ya da şeytanlaştıran karikatürler ya da Wilders’ın çektirdiği ‘Fitne’ gibi sinema yoluyla hakaret ifade özgürlüğünü istismar etmektir. Özellikle “kitap yakma” Avrupa açısından Ortaçağ’daki Engizisyonu ve Nazi Halk Aydınlanması ve Propaganda Bakanı Joseph Goebbels’in 1933’te başlattığı kitap yakma seferberliğini hatırlatıyor. Kitap yakmanın kendisi bizzat ifade özgürlüğünün sembolü olan Kitaba yani ifade özgürlüğüne yönelik faşist bir saldırıdır. Dolayısıyla hem felsefi açıdan ifade özgürlüğüne yönelik saldırılar ifade özgürlüğü olarak değerlendirilemez hem de hukuki açıdan nefret söylemi nefret suçunun ilk aşaması olduğundan suçtur. Hem de nefret söylemi halkın bir kısmını diğerine kışkırttığından kamu güvenliğini de tehdit eder.

Müslümanlar için inandıkları değerleri sembolize eden kutsallara yönelik hakaret ve saldırılar doğrudan benliklerine yönelen bir saldırıdır. Kur’an’ın kendisi kendine inananlara saldırı ve hakaretler karşısında vakâr ve hikmetli tavrı vaaz etse de, şiddet içermeyen sivil protesto yapılmasını emretse de her Müslümanın Kur’an’ın ideal bilincine sahip olmadığı muhakkak. Dolayısıyla kutsallara yönelik hakaret ve provokasyonlar iyi niyetli ama öfkesine yenilen birçok dindarın kamu düzenini bozmasına neden olmakta, bu provokasyon zemini terör gibi illegal alanları genişletmekte. “Din savaşları” abartılı olsa da kimlik temelli çatışmaların ve şiddetin artmasının önünü açmakta.

Demokrasiler ifade özgürlüğünü hedef alan faşist saldırıları ifade özgürlüğü kisvesiyle göz yummamalıdır. Bir özgürlük değil faşizm. O zaman IŞİD de ifade özgürlüğünü kullansın diyor mu Avrupa? Hayır.

Uluslararası hukuk ve Avrupa ülkelerinin iç hukukları gereği zaten dini metinlerin yakılması ya da peygamberlere hakaret yasal değil. Aksine bu hukuki açıdan da nefret söylemi.
Peki neden tüm bunlara rağmen bu suçlar işlenebiliyor? Aslında bu sorunun cevabı aranmalı. Çünkü her ne kadar hukuka aykırı olsa da nefret söylemi popülizmi besleyen bir araç. Avrupa’da da popülizmle ivme kazanan bir aşırı sağ siyaset olgusu var. Aşırı sağ diye yumuşatılmış haber dilini bırakıp insanlığın karşısında net bir Faşizm tehdidi olduğunu, faşizmin toplumsal taban bularak siyasette güçlendiğini ve 1945 sonrası anti-faşist temelde örgütlenen Avrupa kurumlarını enfekte ettiğini söylemeliyiz.

Faşist partiler belirleyen bir aktöre dönüştükçe merkez sağ partileri de kim daha faşist rekabetine sokuyorlar. Daha iyi anlamak için ülkemizi örnek verebiliriz. Benzeri bir durum Türkiye’de de göçmen sorununda yaşanıyor. Zafer Partisi taban kazandıkça hem muhalefet hem iktidar içerisinde kim daha fazla göçmen karşıtı rekabeti başlıyor. Hanna Arendt’in kötülüğün sıradanlığı dediği o faşizm “kötülükte toplumsal uzlaşı” diyebileceğimiz bir toplumsal histeriyi tetikliyor. O yüzden Avrupa’nın 1945 sonrası geliştirdiği demokrasi kültürü ve hukukunu korumak için nefret söylemleri ve suçlarıyla aktif biçimde mücadele edilmeli. “Kitap yakmak ifade özgürlüğü değil aksine ifade özgürlüğünü hedef almaktır.” Bunu her zeminde vurgulamak gerekir. İsveç’in içine çekildiği tuzak burada yatıyor. İsveç’in o çokça ve haklıca övündüğü sosyal demokrasisi bugün sağcı bir hükümetin yönetiminde. İkinci parti ise faşist parti. Adı “İsveç Demokratları Partisi”.

Dolayısıyla da uzaktan sosyal-liberter demokrasi gibi görünen o mirasın dümenine geçen sağcı kaptan, rakibi faşist partiyle kötülükte rekabet eder halde. Bu sebeple de kitap yakılması gibi faşist bir eylem göz göre göre ifade özgürlüğü kavramı paravan edilerek gerçekleştirilebiliyor. Benzeri paradokslar Hollanda ve Fransa gibi demokrasilerde de tekrarlanıyor. Putin de bu paradoksu en az 10 yıldır görüyor ve derinleştirmek için, AB’yi zayıflatıp çökertmek için Avrupa’daki tüm faşist partileri finanse ediyor.

Verhasıl-ı kelâm Faşizmin yeryüzünün hiçbir noktasında söz hakkı olmamalıdır. Görüldüğü yer ezilmelidir. Dünyanın yeni bir dünya savaşı tecrübe etmesine gerek yok. Faşizme özgürlük yok!

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir