Görüşler

Hoşgörünün antropolojisi

Hoşgörünün antropolojisi

‘İtibar ve İktidar’ kitabının yazarı, araştırmacı Muhsin Altun, sosyal hoşgörü aleyhindeki bireysel tutumların, dinin sosyalleşme sürecindeki geleneksel rolünden güçlü biçimde etkilendiğini belirtiyor.

DOĞADA HOŞGÖRÜ

Bazen müsamaha veya tahammül, çoğu kez hoşgörü sözcüğüyle karşıladığımız tolerans, evrimsel açıdan genellikle “tahakküm” kavramıyla ilişkili biçimde tanımlanmaktadır. Çünkü tolerans, bilhassa güç ve kudret sahibi bireylerden sadır olduğunda anlamlıdır. Tanınmış primatolog Frans de Waal, sosyal toleransı “baskın bireylerin kendi üstün konumlarını kaynakları tekelleştirmek için kullanmaktan sakınması” olarak tanımlar. Grubun diğer üyeleriyle yan yana oturan, onlarla birlikte yiyip içen, kendisinden gıda araklamalarına göz yuman ya da dışlayıcı sahiplenme arzusunu gemleyen bir Alfa erkeğinin sosyal toleransa sahip olduğu değerlendirilir.

Bir gruptaki sosyal hoşgörü, grup içi rekabet ve karşılıklı bağımlılık arasındaki dengeyi yansıtır: Artan rekabet sosyal hoşgörüde azalmaya yol açarken karşılıklı bağımlılık hoşgörüyü artırır. Esaret koşulları (hayvanat bahçesi, cezaevi gibi), hem rekabeti hem de karşılıklı bağımlılığı besler ve bu nedenle sosyal hoşgörüyü etkileyebilir. Vahşi doğada yaşayan primatlarda, sosyal toleransın esaret altındakilere göre daha yüksek olduğu kanıtlanmıştır -ki bu da gıdaya erişim keyfiyetinin güçlü etkisine işaret eder.

Sosyal tolerans, primat sosyal ilişkilerinin esaslı bir boyutunu oluşturur. Hoşgörünün evrimini koşullandıran en önemli eylem, gıda paylaşımına dayalı sosyal avcılıktır. Şempanzelerde ve beyaz önlü kapuçin maymunlarında, av partisine birden fazla erkek katılır. Sosyal tolerans av etinin paylaşımında kendini gösterir: Paylaşım oldukça düzenlidir; ava katılan erkekler katılmayanlara göre daha büyük paylar alsa da dişiler ve küçükler dâhil grubun bütün üyeleri etten tatminkâr parçalar kaparlar.
Bu gözlemler, gıda paylaşımlı sosyal avcılığın neden diğer etçillerde değil de sadece şempanze ve kapuçinlerde evrimleştiği sorusunu gündeme getirir. Bunun başlıca nedeni, sosyal hoşgörünün, katılımcıların birbirine yakın olmalarını ve ihtiyaç duyulduğunda yakınlığın da ötesine geçmelerini mümkün kılacak kadar yüksek olmasıdır. Her iki tür de sosyal avlanma koşullarında kişi başına et getirisinin, tek başına avlanmaya göre daha yüksek olduğunun bilincinde gibidir.

Bonobo maymunları, sosyal hoşgörü açısından özellikle ilgi çekicidir. Yakın zamana kadar bu türün şempanzelerden daha yüksek bir sosyal hoşgörü derecesi sergilediği kabul edilmekteydi. Örneğin antropologlar B. Hare ve S. Kwetuenda, yiyecek bulunan bir odada tek başına kalan bonoboların, boş bir odaya açılan kapıyı açmazken başka bir bonobonun beslendikleri odaya girmesini sağlayan kapıyı açık tuttuklarını ve denemeler boyunca bu davranışı tutarlı bir şekilde tekrarladıklarını saptamıştır.

Şempanzeler ise yakın akrabalarıyla gıda paylaşsalar da onlara bu tür kolaylıklar sağlamaya istekli değillerdi. Buna karşılık psikolog A. F. Bullinger ve arkadaşlarının çalışması, “arzulanan yiyecekler” söz konusu olduğunda bonoboların şempanzelerden daha fazla sosyal tolerans sergilemediğini göstermiştir. Primatolog K. A. Cronin ve arkadaşlarının, fındık toplayan ve ardından topladıkları fındıkları tüketmek için hemcinslerinden hızla uzaklaşan bonobolara dair gözlemleri de bu iddiayı desteklemektedir.

İnsanlar da belirli bağlamlarda diğer primatları andıran hoşgörülü davranışlar sergilemektedir.

Türümüzün ilk temsilcilerinden Homo africanus ve Homo robustus, kalın bir mine ile kaplı azı dişlerine sahip olmakla çeneleri görece daha genişti. Bunun beslenme açısından anlamı, genellikle ağır çiğneme gerektiren sert, posalı veya lifli yiyeceklerin tüketilmesidir. Dolayısıyla, her iki insan türü de çenelerin yana doğru hareketini engellemeyecek ve erkeklerin tehdit gösterilerinde kullanamayacakları küçük köpek dişlerine sahipti. Bu durum, erkek saldırganlığında bir azalmayı veya daha genel olarak, artan sosyal toleransın diyet değişikliğine eşlik ettiğini göstermektedir.

Kuşkusuz diş ve çene farklılıkları tek başına hoşgörüyü tetiklemiş değildir. Yine de bu tür anatomik farklılıkların beslenme rejimi yanında davranışın çeşitli veçheleriyle de ilişkili olduğu doğrudur. Nitekim iki ayaklılığın (bipedalism) nedenlerine dair son açıklamalar da bu ilişkiyi teyit etmektedir. Antropologlar N. Jablonski ve G. Chaplin, serbest dolaşan şempanze ve gorillerin, özellikle gıdaya veya dişilere erişim üzerinden birbirlerini tehdit ederken dik durduklarını gözlediler: Ayakta dururken kollarını sallayıp göğüslerini dövüyor, hatta bazen tehdit gösterisini geliştirmek için ağaç dallarını savuruyorlardı. Keza, erkek goriller kendilerini tehdit altında hissettiklerinde eyleme geçmezden önce dik dururlar; şempanzeler tüylerini dikip sallarlar ve böylece daha heybetli görünürler.

Jablonski ve Chaplin, iki ayak üzerindeki baskınlık ya da yatıştırma amaçlı gösterilerdeki artışın, iki ayaklı maymunlar arasındaki şiddetli saldırganlığın azalmasında etkili olduğunu öne sürmektedir. Kuşkusuz insanlar da statülerini veya niyetlerini çoğu kez duruşlarıyla işaret ederler. Gergin durumları iki ayak üzerindeki gösterilerle yatıştırmayı öğrenen bireyler, yaralanma veya ölüm risklerini azaltabilir ve böylece nihai analizde üreme şanslarını artırabilirler.

Demek ki insanın iki ayak üzerinde durması, alet kullanımını ve bir şey taşımayı kolaylaştırması yanında sosyal hoşgörüyü teşvik etmesi anlamında da önemlidir. Nitekim öfkeli biçimde tartışan insanları oturduğumuz yerden sakinleştiremeyiz; ayağa kalkmamız ve ayaktakileri oturtmamız gerekir. O yüzdendir ki gergin bir ortamı yatıştırdığımızda kendimizi daha insan hissederiz; ötekilerin insanlığına dair kavrayışımızı ilerletmiş oluruz. Yine de insan hoşgörüsü diğer primatlara nazaran erken bir aşamada olup, “sosyalleşme” eğiliminin etkisi altında gelişmektedir.

TOPLUMDA HOŞGÖRÜ

Savaş ve barış üzerine çalışmalarıyla tanınan siyaset bilimci K. W. Deutsch, toplumların ve hükümetlerin, insanların çok çeşitli davranış normlarına tahammül etme kapasitelerini geliştirebileceğini öngörmüştü. Buna karşın nerdeyse tüm geleneksel toplumlar ve modern toplumlardaki çoğu küçük gruplar da dâhil olmak üzere birçok etnik-dini topluluk, rakip inanç sistemlerine karşı çok sınırlı bir toleransa sahiptir. Farklı sosyokültürel arka plana sahip gruplar arasındaki ilişkilerin tarihi, soykırım, iç savaş, ayaklanma, baskı ve ayrımcılığın sayısız örneğini sunmaktadır. Bu örnekler, tek tanrılı dinler ve özellikle İslam söz konusu olduğunda tarihsel olmakla kalmayıp, güncel bir gerçeklik olarak karşımıza çıkabilmektedir.

Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki 13 İslam ülkesinde dini aidiyet, inanç ve davranışların sosyal hoşgörü üzerindeki etkisini araştıran sosyolog N. Spierings’in bulguları, İslamcı güçlerin iktidarı elinde tuttuğu birkaç ülke dışında, insanların dinleriyle özdeşleşme derecesinin toplumsal hoşgörü üzerinde olumsuz bir etkisi olmadığını göstermiştir. Buna karşılık Spierings, camiye ve toplu ibadetlere devamın “etnik-dini hoşgörü” (farklı etnik-dini kökene sahip insanlarla bir arada yaşama isteği) üzerinde olumsuz bir etkisi olduğunu saptadı. Dahası, İslamcı hükümetlerin hutbe ve vaazların içeriğini resmi olarak belirlediği durumlarda bu etki özellikle güçlüdür. Spierings’in çalışması, İslam ülkelerinde “sosyal hoşgörü” derecesinin büyük ölçüde din-devlet ilişkileri üzerinden belirlendiğini ima etmektedir. Sosyal hoşgörü kavramını, “bir arada yaşamaya hazır olma, sevilmeyen grubun üyesiyle kişisel teması komşuluk formunda sürdürme istekliliği” anlamında kullanıyoruz.

Toplumsal katılım yoluyla dini sosyalleşmenin hoşgörü üzerinde genel olarak olumsuz bir etkisi vardır. Nitekim sosyalleşme mekanizması, etkinin baskıcı İslam devletlerinde daha güçlü olduğu bulgusuyla da desteklenmektedir. Buna karşın din esinli davranışlar, hoşgörü literatüründe çok az incelenmiş; daha ziyade aidiyet veya inançların bir öncülü ya da sonucu olarak görülmüştür. Oysa sosyalleşme perspektifinden bakıldığında, örneğin dini ritüel ve ayinlere katılmak, hoşgörüyü bağımsız olarak azaltan bir eylemdir. Katılımcılar, -dini hizmetlerin bu tür mesajları ilettiğini varsayarsak- etnik-dini anlamda dışlayıcı veya önyargılı mesajları tüketir ve bu mesajlarla sosyalleşirler. Siyaset bilimciler P. B. Bloom ve G. Arıkan’ın bulguları, bu tür mesajların, “dini hizmetler” formunda aktarıldıkları senaryoda, öteki etnik-dini gruplara karşı olumsuz tutumları doğrudan beslediğini göstermiştir. Bu açıdan, egemen İslam fıkhının namazları camide ve cemaatle kılmanın fazileti ve hutbeyi sessizce dinlemenin zarureti konusundaki ısrarı anlamlıdır.

Dini inançlar, muhafazakâr geleneksel değerlerle olan ilişkileri nedeniyle değişime muhalefeti, düzen arzusunu ve hoşgörüsüzlüğü desteklemektedir. Sosyal psikolog P. Scheepers ve arkadaşlarının 2002 tarihli çalışması, dindar Katolik ve Protestanların Avrupa’daki etnik azınlıklara karşı dindar olmayan (doktriner inançları ve dinsel adanmışlıkları bulunmayan) insanlardan daha fazla önyargılı olduğunu saptamakla; bu eğilimlerin salt Müslümanlara özgü olmadığını doğrulamıştır. 11 ülkeyi kapsayan çalışma, dindarlığın etkilerinin ülkeler arasında eşit dağıldığını ve herhangi bir yapaylıkla malul olmadığını da göstermektedir. Özetle, dini etkinliklere ne kadar çok insan katılırsa, özellikle baskıcı İslam devletlerinde yaşayanların o kadar az hoşgörülü olacakları sonucuna varmak mümkündür.

SONUÇ

Derviş Yunus “yaradılanı hoş gördük, Yaradan’dan ötürü” diyerek hoşgörünün kaynağını mistifiye etmiş olsa da insan hoşgörüsü güçlü maddi temeller üzerine inşa edilmiştir. Dahası, dindar bilinç, Yunusça bir hoşgörüden ziyade hoşgörüsüzlüğü destekleme eğilimindedir.

Çok sayıda araştırma bulgusu, din-iktidar ilişkisini alışageldiğimiz sosyolojik yaklaşımlardan önemli ölçüde farklı bir eksende yeniden düşünmeye davet etmektedir. Bunun için ilk elde başarmamız gereken, devlet organlarının -seküler anlamda- işlevselliğini ve yurttaşların -her anlamda- güvenliğini sağlamaktır. Sosyolog F. Engelstad’ın vurguladığı gibi, hoşgörülü olan, hoşgörüsüze belli bir mesafeden tahammül edebilir; ancak hoşgörüsüzlük doktrinleri modern devletin sınırları içerisinde yer tutarsa, hoşgörü kendi sınırlarıyla karşı karşıya kalır.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir