Görüşler

Hukuk devleti ve ‘dâva’ siyaseti

Hukuk devleti ve ‘dâva’ siyaseti

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler, Türkiye'deki politik ve kültürel çalkantının, Cumhuriyetin kültürel-politik bir 'devrim' ve 'çağdaşlaşma davası' ile doğduğunu dile getiriyor.

1 HUKUK DEVLETİ VE AVRUPA

Avrupa’da “Hukuk Devleti” din-kilise/teokrasi, milliyetçilik-ırkçılık (Ulus-devlet) deneyimlerinden sonra bir çıkış yolu, barış-istikrar-huzur ortamı olarak, ikinci dünya savaşından sonra gelişti. Demokrasi, laiklik, insan hakları, Anayasa, kuvvetler ayrılığı (denge ve denetleme), Hukuk Devletinin organik bileşenleridir. Avrupa, Hukuk Devletini ahlaki saikler ile geliştirmedi; uzun süre birbirini yiyerek, didişerek, çekişerek, savaşarak yorgun düşüp; menfaatin altın kuralı olan “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma”yı keşfetti.

Hukuk Devleti yasa ile tanımlanmış görev, kurum ve kurallar rejimidir. Şeffaf denetlemeye dayanır. Hukuk devleti, tanımlanmış “Suç ve Ceza” mantığı ile işler. Hukukun bir kısmı uzmanlar tarafından yapılır, bir kısmı da halk oylaması ile yapılır. Her iki durumda kamu vicdanı, yapılan yasamayı meşru görür. Siyasal iktidarın, zümre-parti çıkarı için çıkarmış olduğu siyasi nitelikli “kanun” hükmündeki “kararname”ler, adil olmadıkları takdirde, “Hukuk” niteliği yani kamu nezdinde “meşruiyet” kazanamazlar. Ahlakın-vicdanın diri-dürüst olduğu toplumlarda, “Hukuk/Kanun”, özgürlüğün önünde engel teşkil ederken; ahlaksız-vicdansız toplumlarda “Hukuk/Kanun”, özgürlüğün bekçisi, kalesi, zırhı ve sığınağıdır. Hukuk devleti, kavramı, “Kamu Hukuku” kavramıyla özdeştir. Bu kavramı, kişi kültünün, dogmatik ideolojilerin, çoğunluğun, kolayca metafizikleştirilebilen “millet iradesi”nin, tek partinin, ekonomik veya askeri güç odaklarının yani siyasetin, devleti keyfi, hadsiz-hudutsuz/hukuksuz olarak kullanmasına bir tepki olarak – salt vicdanın değil-; ortak menfaatin/maslahatın korunması saiki ile ortaya çıkmıştır. Hukuk devleti, dayatmacı, dogmatik, katı/radikal ideoloji veya devrimler ile değil; parçacı ve ıslahçı politikalarla, uzlaşma, icma, konsensüslerle kurulur. Siyaseti, hukukun gölgesinde yapmaktır. Bu hali ile de, İslami “Şura” ilkesine ters değildir. Hukuk ve adalet idesi/telosu, Rahmaniyetin tecellisi iken; siyaset tutkusu, bir yanı ile güç istencinin, tuğyanın/tağutluğun, istiğnanın, tekebbürün (Firavun’luk-Karun’luk) tecellisidir.

Hukuk Devleti, Batıda “yakın (iç) tehlike”nin doğurduğu bir kurumdur. Yani dayanağı: “Ayağıma basma; ayağına basmayayım” veya “Sana yapılmasını istemediğin şeyi, başkasına yapma” kuralıdır. Genellikle İç politikada işler. Uzak tehlikenin olduğu yerde yani dış politikada pek işlemez. Dış politikada işleyen kural genellikle: “İnsan, insanın kurdudur” ilkesidir: “Kurtlarla dans”. Dış politikada egemen olan kandırma, kurnazlık, güç istenci, kârı ve gücü maksimize etme yani emperyalizmdir. Adalet ve merhamet değil.

2 'DAVA' SİYASETİ VE TÜRKİYE

Türkiye Cumhuriyeti, bir kültür devrimi ile ve “Çağdaşlaşma” davası ile kurulmuş bir devlettir. CHP ve “Altı Ok”, bu davayı ifade ediyordu. Demokrasiye geçinceye kadar da bu dava, devlet eli ile halka zorla empoze edilmeye çalışılmıştır. Demokrasiye geçişe paralel olarak “çağdaşlaşma” davası/politikası, nispi olarak gevşemiş; muhafazakâr-sağ politikalar-partiler oluşmuştur. Türkiye, 1950-2000 arası, Askeri vesayet hegemonyasında (çağdaşlaşma) muhafazakâr-sağ siyasetle yönetilmiştir. İki binli yıllardan itibaren kurulan ve iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi, İslami bir dava siyaseti olan “Milli Görüş” hareketinin devamı olarak muhafazakâr-İslamcı bir “Dava” siyaseti izlemeye başladı. Bu dönüşüm (“Gömlek değiştirme”), kamu vicdanı tarafından, eski “mücahitlerin müteahhit olması” yani uhrevi “sevap” yerine veya yanında, dünyevi “rant” peşinde koşma olarak nitelenmiştir: “Biraz da biz ölelim”. Dava siyasetleri devlet, din, çağdaşlık, millet, vatan gibi soyut, gölgeli ve içeriği keyfi olarak herkese göre değişebilen-doldurulabilen gövdeleri savunurlar ve bilinçaltında olan güç istenci, çıkar, tahakküm tutkusu için bunları maske olarak kullanırlar-istismar ederler. Bu siyaset, daha ziyade iddia ve itham üzerine kuruludur.

1924-1950 arasında CHP’nin “Altı Ok” programı ile yürütmüş olduğu “Çağdaşlaşma” davası siyaseti, bir yanı ile samimi ve fakat “hukuksuz” yani “kanun” zoru ile olduğu gibi; bir yanı ile de taraftarlarına çıkar, güç, itibar sağlayan bir süreçti. Bir taraftan vatan, millet, devlet uğruna fedakârlıklarda bulunuluyordu; diğer taraftan da, bunlar maske yapılarak kişisel veya zümresel (partizanca) çıkarlar, itibarlar ve iktidarlar sağlanıyordu. Aynı durum, iki binli yıllardan itibaren Ak parti tarafından tekrar edilmeye başlandı: “Rabia”: (tek) Vatan, Millet, Devlet, Bayrak (ve de Din-Lider). Dava siyasetinde “Uğrundalık” ve “İçinlik (kişisel-zümresel çıkar, şan-şöhret, kibir/güç tutkusu, tahakküm)” iç içe, üst üste, alt alta, yan yanadır. Hukuk Devletinin gelişmediği (AB ve ABD’nin dışındaki) coğrafyalarda ve İslam dünyasındaki iç-siyasetlerin genel karakteri böyledir. Taliban, İŞİD ve FETÖ… siyasetleri, görünürde “Din Davası” siyasetlerinin tipik örnekleridir.

AK Parti ve Cumhur İttifakı siyaseti, içinde (tek) din/ezan, devlet, millet, vatan, bayrak ve lider söylemi olan bir siyasettir. Bu siyasette “uğrunda”lık ve “için”lik, beraber ve iç içe yürümektedir. Herkese ait olan ve herkesin ait olduğu bu değerlerin “bir” yorumunu tekellerine alarak, sahiplenerek savunurken; aynı zamanda semere (meyve) lendirmesini de yapmaktadırlar. AK Partinin ve Cumhur ittifakının oy tabanı ve siyaset erbabı, genellikle periferiden/çevreden, yoksul kesimden, taşradan geldikleri için; muhafazakâr oldukları kadar, kelime/gerçek anlamıyla iktidarı ve zenginliği (Devleti) “görmemiş” veya “sonradan görme” dirler. Çünkü bunlar, “çağdaşlık” davasını savunanlar tarafından uzun süre merkezden uzak tutuldular. Vatanı, milleti, dini, devleti, bayrağı önemsedikleri kadar; devlet dolayımı ile kendilerini (itibar-şöhret) ve çıkarlarını da (içinlik) gözetmektedirler. Devleti ehliyet-liyakat, tanımlanmış görev, uzmanlık/meslek, şeffaflık, hukuk (suç ve ceza) kurum ve kurallar ile yönetme yerine; partili, akraba, avâne (tarikat-cemaat), alnı secde gören, ahbap-çavuş, sadakat, kanun hükmünde kararname ve bazen mafyöz ilişkileri ile yönetiyorlar. Millete “Hizmet (Eser)” siyaseti yaptıkları kadar; kendilerine “Himmet (çıkar)” siyaseti yapıyorlar. Hizmet ve Himmet, muhafazakârların “Kitabına uydurma” ve “Hile-i Şeriyye” siyasetlerinin anahtar kavramlarıdır: “Hem sevap, hem kebap” siyasetidir. Kendileri için çalıştıklarında da vatan, millet, din, devlet, bayrak maskelerini elden bırakmıyorlar. Muhaliflerini kolayca dinsiz-imansız, vatan haini, millet düşmanı, işbirlikçi… iddiaları ile itham edebiliyorlar. Üretim ekonomisi yerine, rant ekonomisini benimsedikleri için; inşaata/betona aşıklar. Çünkü orada icatsız-emeksiz, “Emsal”dan/Emlaktan (havadan), ihaleden para kazanıyorlar. Bunun, kendi etini yemek olduğunu, kimse görmüyor. Fütuhat ve ganimet genetiği/tutkusu, -kılıç elden düştüğü için- ülke içinde devlet/kamu arazileri-işletmeleri üzerinden –hız kesmeden- devam ediyor. Kamuya ait iktisadi teşekküllerin (fabrika-şirket-işletme), yabancılara satılması ve dünyada en ucuz “Vatandaşlık” satan bir ülke olmamızın, vatan-millet-din-devlet-bayrak değerleri ile ilişkisini kurmak hayli zordur. “Dimyata pirince giderken, evdeki bulgurdan olma” deyiminin gerçekleşmesi olarak “Suriye Politikası” nın sonucu karşılaştığımız mülteci sorununa “Ensar-Muhacir” kavramları ile mukabelede bulunurken; kendi vatandaşlarına: “Giden gitsin” demenin vatan, millet, din, devlet, bayrak kavramları ve değerleri ile bir ilişkisi olamaz. Vatanseverlik, kalifiye elemanları(doktor-mühendis-bilim insanı) dışarı ihraç edip; niteliksiz işgücü(çoban-amele) ithal etmek değildir.

3 SONUÇ

Türkiye’deki politik ve kültürel çalkantı, Cumhuriyetin kültürel-politik bir “devrim” ve “çağdaşlaşma davası” ile doğmuştur. 1950-2000 arası nispi bir durgunluktan sonra, “Mukaddesatçı-Milliyetçi (muhafazakâr-islamcı) bir dava siyaseti ile tekrar çalkalanmaya başlamıştır. Çalkalanma, dalgalanma (kimlik siyaseti) devam ediyor. Çok etnisiteli/dilli ve dinli(mezhepli) toplumlarda bu siyaset, “Cadı kazanı” gibi sürekli kaynar. Avrupa Rö-nesans, Re-form ve Aydınlanma kültür hareketleri ile ortak “Kanon” lar, “Klasik”ler ve konsensüsler yaratarak “Hukuk Devleti”ni kurmayı başardı. Bizim de, “Şark Kurnazlığı (kumpas-takiyye-kapan-desise-tuzak-hile (siyaset, Doğu’da bu anlamlara gelir)”yi terk ederek “Düello (açıktan meydan okuma)” kültürünü geliştirmemiz gerekiyor. Eşit ve onurlu vatandaşlardan oluşan medeni bir toplum kurmanın başka yolu yoktur. Avrupa ve Amerika’dan farkımız, dış politikada da aynı siyaseti uygulamak olmalı.

YORUMLAR (17)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
17 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir