“Kemal Tahir batılılaşmanın Türkiye’de gerekli altyapısı olmadığında ısrar ediyordu. Onu farklı kılan, dönemin sosyalizm anlayışından ayıran yaşadığı topluma hazır çözümler önermemiş, şablonlara dayanmamış olmasıdır.”
Kemal Tahir, Osmanlı-Türk toplumu hakkındaki yazılarında toplumumuzun sosyal yapısı ve tarihi üzerine açıklamalarda bulunmuş, Batıdaki sınıflaşma olayından farkına dikkat çekmiştir. Batılılaşmanın siyasi ve sosyal hayatımızdaki yerini, etkisini sorgulamış; toplumumuza getirdiklerini ele almıştır. Batılılaşma sürecine olabildiğince eleştirel yaklaşmıştır. Sorunlarımıza çözüm önerileri sunmaya çalışmıştır. Bunları defterlerinde notlar halinde de açıklamıştır. Romanlarında tarihsel olanla ilgilemiş, Türk toplumunun tarihselliğine ilişkin açıklamalarda bulunmuştur. Kısacası resmi ideolojiye karşı çıkarak Osmanlı devletinin siyasal ve kültürel mirasını sahiplenmiş, farklı bir ideolojik duruş benimsemiştir.
Hapishane yıllarında yakından tanıma imkânı bulduğu Anadolu insanının kültürüyle, görgüsüyle yakından ilgilenmiştir. Resmi tarih anlayışına muhalefet eden, ülkemizin tarihsel temellerini ve geçmişini açıklamaya önem veren Kemal Tahir, bütün yazarların toplumlarının tarihlerini derinlemesine bilmek zorunda olduklarını vurgulamıştır. Batılılaşmayı Türk toplum yaşamına uymayan, zorlama, yüzeysel ve köksüz bir yöneliş ve uygulama olarak görmüştür. Türkiye’de ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı ) konusunda ilk çalışmaları yapan, bu konuda 1965 ve 1966 yıllarında Eylem ve Yön dergilerinde yazılar kaleme alan felsefeci ve edebiyat eleştirmeni Selahattin Hilav, Kemal Tahir’in yüksek tarih bilincini değerlendirirken onun mükemmel bir romancı ve iyi bir tarihçi olduğunu belirtir. Hilav’ın da ifade ettiği gibi, o batılılaşmanın Türkiye’de gerekli altyapısı olmadığında ısrar ediyordu. Onu farklı kılan, dönemin sosyalizm anlayışından ayıran yaşadığı topluma hazır çözümler önermemiş, şablonlara dayanmamış olmasıdır.
Osmanlı-Türk toplumsal yapısının özgünlüğünün altını çizen Kemal Tahir, Avrupa feodalitesinin gayri insani ve ceberrut olduğunu, feodalizmin evrensel bir aşama sayılamayacağını, Osmanlı’nın feodal olmadığını belirtmiştir. Osmanlı toplumunu Batı toplumlarından çok daha adil ve eşitlikçi bir düzene sahipti. Osmanlı “kerim devlet“tir; iyilikçi, dayanışmacı, insanı koruyan ve kollayan bir düzen kurmuştur. Bu bakımdan “ kerim devlet” ile Avrupa’daki feodalizm arasında bir karşıtlık mevcuttu.
İstiklal Mahkemeleri’nn sol düşünceyi şiddetle ezdiği yıllarda, 1930’larda Marksizme bağlanan, tek parti yönetiminin bütün baskısını yaşayan, Kemalist rejimi hiç çekinmeden cesaretle ve kıyasıya eleştiren yazarın sosyalizm anlayışı daha o yıllarda farklı yönde evriliyordu. Giderek dogmatik Marksizmden olabildiğince uzaklaştı. O sarsıcı tezlere sahip bir ezber bozucudur; resmi tarihle hesaplaşmaya girişmiştir. Tarihsel olay ve gelişmelere alternatif bir bakış açısıyla, resmi tarihin olabildiğice uzağından bakmıştır Osmanlı’nın altı yüzyıl yaşamasında ve tarihin en büyük imparatorluklarından biri haline gelmesinde Anadolu insanının katkısını asla görmezlikten gelmemiştir.
Doğu toplumlarının Batı’dan farklılığını sorunsallaştıran Kemal Tahir, Batılılaşmanın tarihsel ve toplumsal gerçeklerimizle uyuşmadığını düşünüyordu. Batılılaşmanın keskin ve ödünsüz bir eleştirmeni olan yazar, Doğu toplumların tamamen ayrı ve farklı bir gelişme çizgisi izlediklerini öne sürüyordu. Ona göre bu Batı tarafından dayatılan bir sömürme biçimi ve yoluydu. Türkiye’de Batılılaşma Tanzimat ile başlamış ve Cumhuriyet döneminde devam etmiştir. Bu tutum ve eğilimiyle özellikle 1960’lardan itibaren ATÜT (Asya Tipi Üretim Tarzı ) tez(ler)inin gelişmesinde, tartışma konusu olmasında öncü olmuştur.
Kemal Tahir, Batılılaşmanın Türkiye’nin tarihsel ve toplumsal gerçekleriyle uyuşmadığı fikrindeydi. Batılılaşma bir sömürü sistemidir; Tanzimat yöneticileri bu sistem tarafından sömürülmeyi koşulsuz kabul etmişlerdir. Batı ile bütün müesseleriyle Osmanlı arasında temelden uyuşmazlık mevcuttur. O, Osmanlı’nın son dönemlerinden başlayarak Cumhuriyet döneminde devam eden yasalarımızı Batı’dan alınması tutumuna karşı çıkmıştır. Ona göre Batı’daki müeyyideleri “ceza geleneklerimize ters” düşer. Ülkenin kendine özgü gelişiminin ve gerçeklerinin dikkate almadan Batı’yı taklit edersek “ akıntıya kürek çekmiş oluruz” ; II. Mahmut’dan itibaren Batılılaşma ve modernleşme adına yaptığımız budur. Sonuçta Batılılaşma Osmanlı’nın tasfiyesiyle sonuçlanmıştır. Batının sömürüsü Tanzimat ile başlamış Cumhuriyet döneminde devam etmiştir. Bu görüşlerini Marksizm adına ileri sürüyordu. Ancak onun Marksizmi farklıydı; şabloncu, kopyacı değildi. Daha doğrusu, Türkiye’nin gerçeklerini, özelliklerini dikkate alıyordu.
Kemal Tahir, Devlet Ana başta olmak üzere romanlarında Osmanlı toplumunu bütün yönleriyle, bütün derinliğiyle tarihselliğini açıklamaya çalışmış; yapısındaki farklılığın altını çizmiştir. Batı feodalitesinin Osmanlı toplumu açısından geçerli olmadığını; “kerim devlet”in çok farklı bir gelişim çizgisi izlediğini ileri sürmüştür.Devlet Ana, Osmanlı toplumunun kuruluşu ve yapısı ile ilgili görüşlerini işlediği romanlarının başında gelir.1968 TDK ödülünü kazanan Devlet Ana, Osmanlı’nın aşiretten büyük bir devlet, giderek bir cihan imparatorluğu haline gelişinin öyküsüdür. Romanda Osmanlı’nın devlet kurma çabası, bu devleti yaşatma ve büyütme mücadelesi anlatılır. Osmanlı İmparatorluğunun aşiretten başlayarak büyümesi, bir cihan imparatorluğuna evrilmesi konu edinilir. Türklerin Orta Asya’dan getirdikleri kültürlerini, törelerini, geleneklerini ayrıntılı biçimde anlatan olağanüstü bir destandır. Osmanlı’nın özgünlüğü, Batı’dan farkı vurgulanır. Devlet toplumu korur ve düzenini sağlar.
Romanda Osmanlı’nın kuruluşu, ilk dönemleri, varlığını koruma ve sürdürme mücadelesi ve nihayet büyük bir devlet oluşu anlatılır. Uç beyliği büyür ve cihan imparatorluğuna dönüşür. Beylik içindeki ilişkilerde eşsiz bir dayanışma hâkimdir. Osmanlı’nın adil ve koruyucu düzeni Avrupa’nın feodal düzeniyle karşılaştırılır. Batı’nın feodal düzeninde toprak sahibi soylu toprağını dilediğince kullanır; bununla yetinmez, toprak üzerinde çalışan köylüleri de mal gibi görür. Bu Anadolu köylüsüne bütünüyle yabancı bir ilişki biçimidir. O Osmanlı devletinden şefkat görmeye alışmıştır. Romanda Osmanlı’ya atfedilen bütün bu olumlu nitelikler güçlü ve adil kadın Bacıbey’de görülür. Bacıbey’in önderliği kadınların siyasette, bir bütün olarak yönetimde, hayatın içinde olduklarını, aktif rol oynadıklarını gösterir. Osmanlı’nın kuruluş yıllarında büyük rol oynayan Ahiler de örgütlerinin yaşamasının, geleneklerinin canlı kalmasının bu uç beyliğinin güçlenmesine bağlı olduğunu kavrarlar.
Marx, ATÜT’ü Eski Mısır, Hindistan, Çin ve diger Asya toplumlarındaki iktisadi yapıların farkını vurgulamak amacıyla ortaya atmıştır. ATÜT 1960’ların ikinci yarısında Türkiye’nin düşünce hayatına girmiş ve tartışılma açılmıştır. Kemal Tahir ve Selahattin Hilav ATÜT’ü Türkiye’nin fikir dünyasına dâhil etmiş, entelektüel derinlik taşıyan bu tartışmayı başlatmışlardır. Tartışma Marksist teoriye farklı ve özgün biçimde bağlı bir aydın olan Kemal Tahir’i Osmanlı’nın feodal olduğunu ileri sürenlerle karşı karşıya getirmiştir. O Osmanlı toplumu ATÜT ile uyum içinde görmüş; Osmanlıyı anlamak için ATÜT’den yararlanmıştır. Bununla Osmanlı toplum yapısının özgünlüğünü, Avrupa feodalitesinden farkını açıklamaya çalışmıştır. Gerçekten Osmanlı toplumunun ekonomik yapısı Avrupa toplumlarından farklı bir gelişme çizgisi izlemiştir. Osmanlı ATÜT’e yaslanarak Avrupa feodalitesinden ve onun ekonomik düzeninden tamamen farklı bir yapı inşa etmiştir.
Kemal Tahir, Türk toplumunu ve insanını anlamaya ATÜT üzerinden gayret etmiştir. Osmanlı’nın ve genelde Doğu toplumlarının iktisadi işleyişinde ATÜT belirleyici olmuştur. Altını çizmek gerekir ki, Kemal Tahir ATÜT konusunda Marx’dan esaslı noktalarda ayrılır. Marx, Asya toplumlarında toprak mülkiyetini açıklarken bu kavramı kullanmıştır; fakat asıl önemlisi, onun Avrupa dışı toplumlar hakkındaki bilgisi sınırlı ve yüzeyseldi. Kemal Tahir ise devletin toprak mülkiyetini elinde bulundurmasını bir olumluluk olarak karşılar. Marx’ın Batılı toplumlar için çizdigi özel mülkiyete dayalı evrim şemasının Doğu toplumları için geçerli olmadığını ve uyglanamayacagını vurgular. Kölecilik-feodalizm aşaması Osmanlı’da görünmez; bu aşama Batı Avrupa’ya özgüdür. Batı’da ekonomi üretim araçların kişisel mülkiyetine dayanır. Kişisel mülkiyet ve insanın insanı sömürmesi Batı’nın ana özelliğidir.