“Ayşe Şasa’nın sineması, sadece senaryolarıyla değil, düşünsel katkılarıyla da önemlidir. Türkiye sinemasında Yeşilçam’ın formül sinemasından, daha derin ve özgün bir sinema anlayışına geçiş arayışını temsil eder. Onun manevi dönüşümü, sanatta bireysel ve toplumsal değerlerin sorgulanması gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşır.”
Ayşe Şasa, Türk sinemasının önde gelen isimlerinden biri olarak, sinema yazarlığı, senaristlik ve düşünce hayatında bıraktığı izlerle tanınır. Özellikle 1960’lı ve 70’li yıllarda sinemamıza senarist olarak katkıda bulunan Şasa, daha sonra geçirdiği manevi dönüşümle sinema ve hayata bakışını derinleştirmiştir. Şasa’nın sineması, onun hayatındaki değişimlerin, arayışların ve fikir dünyasının yansımalarını taşır.
ERKEN DÖNEM VE SENARİSTLİK ÇALIŞMALARI
İlk evliliğini 18 yaşındayken Atilla Tokatlı ile yapan Şasa, ikinci evliliğini yönetmen Atıf Yılmaz ile gerçekleştirdi. İlk evliliğinin ardından Boğaziçi Üniversitesinde İşletme Bölümüne başlayan Şasa, eğitimini yarıda bırakarak sinema dünyasına geri döndü.
Ayşe Şasa, 1960’larda Türkiye sinemasının popüler ve ticari yanına yönelik çalışmalar yaptı. Yeşilçam’da birçok filmde senarist olarak görev alarak dönemin melodram ve romantik komedi türlerinin önemli isimlerinden biri oldu. “Küçük Hanım” serisi, “Ağaçlar Ayakta Ölür” gibi filmler, onun dönemin ruhunu ve toplumsal dinamiklerini kavrayan bir senarist olduğunu gösterir. Ancak bu dönemde ürettiği filmler, onun daha sonraki yıllarda eleştirdiği, yüzeysel bulduğu çalışmalardır.
Ayşe Şasa, 1980’li yıllarda geçirdiği ağır rahatsızlık sonrası sinema dünyasından da 10 yıl uzak kalırken, bu süreçte üçüncü eşi usta senarist Bülent Oran kendisine destek oldu. İnziva döneminde düşünsel anlamda kendisini değiştiren Şasa, daha bilimsel, sezgici bir hayat sürmeye başladı ve bu yeni yaşam tarzı, eserlerine de yansıdı. Bu süreçte sufizm ve İslam tasavvufuna yönelerek, kendi geçmişine ve sinemaya dair bir özeleştiri geliştirdi. Bu dönüşüm, onun hem bir insan hem de bir sanatçı olarak dünyaya bakışını kökten değiştirdi. Ayşe Şasa, sinemada Batılılaşmanın etkisini ve yerel unsurların yeterince işlenmediğini vurgulayarak, geleneksel değerleri ve tasavvuf düşüncesini öne çıkaran bir sinema anlayışını savunmaya başladı.
DÜŞÜNSEL KATKILARI VE YAZILARI
Şasa’nın akıl ve kalbindeki bu değişimin ilk izleri Dergâh dergisinde düzenli olarak yazıp yayımladığı Yeşilçam Günlüğü’nde kendisini gösterecektir. Yeşilçam Günlüğü, bir ruh macerasının tretmanı gibidir. Biz, bu yazılarda adım adım, Türkiye sinemasının temel sorunlarını, çelişkilerini ve bu sorunları nasıl aşabileceğinin ipuçlarını buluruz. Şasa sadece teşhis etmekle kalmaz aynı zamanda çözüm önerileri üretir.
Şasa’nın bu dönemdeki en önemli eserlerinden biri, 1993 yılında yayımlanan “Delilik Ülkesinden Notlar” adlı otobiyografik kitabıdır. Bu eser, onun hem bireysel hem de toplumsal düzeydeki arayışlarını, sinema ve sanat dünyasına dair eleştirilerini içerir. Şasa’ya göre, sinema, modern dünyanın tüketim kültürünün bir parçası haline gelmiş ve insani, manevi değerlerden uzaklaşmıştır. Oysa sinema, insanın derinliklerini, ruhsal ve ahlaki meselelerini ele alabilecek bir sanat dalı olarak kullanılabilir.
AYŞE ŞASA’NIN SİNEMASI ÜZERİNE
Ayşe Şasa, 1963’te “Çapkın Kız”, 1965’te “Son Kuşlar” ve “Murat’ın Türküsü”, 1966’da “Toprağın Kanı” ve “Ah Güzel İstanbul”, 1967’de “Harun Reşid’in Gözdesi”, “Balatlı Arif” ve “Kozanoğlu”,1968’de “İlk ve Son”, “Köroğlu” ve “Cemile”,1971’de “Battal Gazi Destanı”, “Unutulan Kadın”, “Güllü” ve “Yedi Kocalı Hürmüz”, 1972’de “Utanç” ve “Cemo”, 1973’te “Kambur”, 1981’de “Deli Kan”, 1982’de “Hacı Arif Bey”, 1983’te “Ve Recep ve Zehra ve Ayşe”, 1984’te “Ölmez Ağacı”, 1986’da “Merdoğlu Ömer Bey”, 1987’de “Gramofon Avrat”, 1988’de “Arkadaşım Şeytan”, 1989’da “Hiçbir Gece”, 1992’de “Her Gece Bodrum”,1993’te ise “Kanayan Yara Bosna” adlı yapımların senaryosuna imza attı.
Ayşe Şasa’nın sineması, sadece senaryolarıyla değil, düşünsel katkılarıyla da önemlidir. Türkiye sinemasında Yeşilçam’ın formül sinemasından, daha derin ve özgün bir sinema anlayışına geçiş arayışını temsil eder. Onun manevi dönüşümü, sanatta bireysel ve toplumsal değerlerin sorgulanması gerektiğine dair güçlü bir mesaj taşır. Gelenekten ve tasavvuf düşüncesinden ilham alan bir sinema tasavvuru, Şasa’nın özgün yanlarından biridir.
16 Haziran 2014’de yitirdiğimiz deyim yerindeyse sinemanın dervişi Ayşe Şasa, Türkiye sineması için sadece bir senarist değil, aynı zamanda bir düşünce insanı ve yol gösterici olmuştur. Onun sinema anlayışı, bugünün sanatçılarına ve sinema dünyasına, insan ruhunun derinliklerini keşfetme konusunda ilham vermeye devam etmektedir.