Görüşler

Türkiye’de kadının ‘adı’ yok

Türkiye’de  kadının ‘adı’ yok

Maltepe Üniversitesi İletişim Bilimleri bölümünde doktora çalışmalarını sürdüren Mehmet Utku Şentürk, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu hakkında açılan kapatma davasını değerlendiriyor.

Dünya Ekonomik Forumu’nun (WEF) 15 yıldır düzenli olarak yayınladığı Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nun 2021 verilerine göre Kovid-19 salgını öncesi cinsiyet eşitsizliğinin 99,5 yıl içinde son bulması beklenirken, bu hesaplamanın pandemide bir nesil daha geriye giderek 135,6 yıla çıktığı belirtildi. Raporda, İzlanda cinsiyet eşitliği endeksinde listenin en başında yer alırken, İzlanda’yı Finlandiya, Norveç, Yeni Zelanda ve İsveç takip etti. Türkiye endekste 156 ülke arasında 133. sırada yer aldı.

Öte yandan Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na göre; kadın cinayetleri son 10 yılda 3 kat arttı! En çok kadın cinayeti 2019 yılında 474 kişi ile gerçekleşmiş ve bu sayı 2020 yılında aralık ayı verileri hariç 436’ yı buldu. 2008 yılından bu yana kadın cinayeti sayılarındaki ciddi artış dikkat çekmekte. Platformun 2021 raporuna göre erkekler tarafından 280 kadın katledildi, 217 kadın şüpheli şekilde ölü bulundu.

FATURA PLATFORMA ESİLMEYE ÇALIŞILIYOR!

Türkiye’de kadına yönelik politik, ekonomik ayrımcılık ve şiddet had safhada değilmiş gibi, tüm bu kapkara tablo yetmezmiş gibi Türkiye’de günden güne artan kadın cinayetlerine son vermek isteyen kadınlar tarafından kurulan ‘Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu Derneği’ne, ‘kanuna ve ahlaka aykırı faaliyet yürütmek’ suçlamasıyla kapatma davası açıldı. “Kadın haklarını savunmak kisvesi altında aile mevhumunu yok sayarak aile yapısını parçaladığı” gibi somut hiçbir olguya dayanmayan yazılı başvurulara dayanılarak açılan bu hukuksuz ve hiçbir dayanağı olmayan iddialarla platforma suç uydurmaya çalışmak mevcut hukuk düzeni açısından bile içler acısıdır. Hükümet üstüne düşen görevi yerine getirip kadına yönelik şiddeti ve cinayetleri durduracağı yerde en ağır faturayı yine kadınlara kesmeye çalışıyor. Katillere duruşmada kravat taktıkları için iyi hal indirimi yapanlar, kadın cinayetlerini durduracakları yerde “kol kırılır yen içinde kalır” arkaik mantığıyla kadın cinayetlerini durdurmaya çalışanları cezalandırmaya çalışıyor.

İtibardan tasarruf olmaz diyen AKP zihniyeti kadınlarımızın Küresel Cinsiyet Eşitsizliği Raporu’nda BAE, Ürdün, Mısır ve hatta Bhutan’ın bile gerisinde kalarak 133. Sırada yer alarak neden bu denli itibarsızlaştıklarına kafa yormalılar ve ivedilikle bu durumun acısını yüreklerinde hissetmelidirler. Ancak biliyoruz ki bu da naif bir temenni olarak gazetenin sayfalarında tarihe karışacak…

Şimdi gelin hep birlikte tüm bu eşitsizliğin ve kadın cinayetlerinin altında yatan AKP zihniyetin kadına bakış açısını biraz irdeleyelim isterseniz…

BAKANLIKTAN DAYAĞA ONAY!

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın internet sitesinde yurttaşları eğitmek için koyulan Kurum Yayınları’nın içinde kadına yönelik şiddetin gündelik nedenlerinin açıklamasını bulmak ta başka bir ironik durum; T.C. Başbakanlık Aile Araştırma Kurumunda iki yıl Yüksek İhtisas Kurul Üyeliği yapmış olan Prof. Dr. Kemal Çakmaklı tarafından 1997’de yazılan kitabın önsözünü, dönemin Devlet Bakanı Işılay Saygın yazmış. 27. sayfadaki “Dayak” bölümünde “Unutmamak lazımdır ki dayak olayı sebepsiz ortaya çıkmaz” deniyor. “Kliniğimize yapılan başvurular göstermiştir ki eşlerden birinin gergin, sinirli anında karşısındaki genellikle anlayışla sevgiyle cevap vermemektedir (...) Gerçi sebep ne olursa olsun yine de hatadır. En doğrusu, böyle bir ortam hazırlanmaması için tedbir almaktır.”

26. sayfadaki “Aldatma” bölümünde, “Eşin ilgisizliği uzun süre devam edip, çeşitli uyarılara rağmen ilgisizlik önlenemeyince, uyarı yapan, eşini ikinci plana itmek zorunda kalmıştır” deniyor.

Çalışan Annenin Kılavuzu adlı kitapta ise, kadının asli görevinin ev hanımlığı olduğunu hala hatırlamak zorunda olduğunu öğreniyorsunuz.

“Anne çalıştığı gerçeğinin yanında asıl görevinin ev hanımlığı olduğunu her zaman hatırlamalıdır. Bir annenin birinci görevi kocasına eş, çocuğuna anne, yuvasına hanımefendi olmasıdır.”

Kadına yönelik şiddete karşı Bakanlığın zihniyeti bu olunca aslında sorunun çözümüne yönelik fazla umutlu olmaya da imkân kalmıyor. Tam adı Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi olan İstanbul Sözleşmesi’ni yırtıp atan hükümetten de fazla bir şey beklememek gerek.

İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR

İktidarın 2021 yılındaki en çarpıcı icraatı kuşkusuz ki İstanbul Sözleşmesi’nden nefret söylemi içeren beyanlarla çekilmesi oldu. Sözleşmeye yönelik iktidar iddialarının ve söylemlerin gerçek olmadığı, iktidarın sözleşmeden çıkmaktaki asıl niyetin, kadını eve hapsetmek ve kadını birey olarak kabul etmemek olduğunu açık biçimde ortada. Bu anlamda kadına yönelik şiddet ve cinayetleri durdurmak için İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı geri çekilmeli, ceza kanunlarında kadınlara yönelik suçlara ilişkin ayrı bir suç ve ceza politikası zaman kaybetmeden tanımlanmalıdır. Keza var olan yasalarla cezasızlık kadınları maruz kaldıkları suç karşısında adalet aramaktan alıkoyarken failleri cesaretlendiriyor ve hatta suça teşvik ediyor.

AK PARTİ’NİN KADINA BAKIŞI

AKP’nin tahayyül ettiği ya da inşa etmek istediği toplumda kadın kesinlikle bir birey olarak var olamaz. O sadece ve sadece anadır. 3 çocuk hatta yetmez 5 çocuk doğurmakla görevli bir kuluçka makinesidir. Bekâr olamaz, “evli mutlu ve çocuklu” olmak zorundadır. AKP’nin arzuladığı kadın prototipi kapalı giysiler giyer hatta türban takması daha caizdir. Elbiseleri uzun ve dökümlü olmalıdır. Hatları belirgin kadının namusundan şüphe edilmelidir. Çalışması da pek tasvip edilmez ama velev ki çalışıyorsa güneş batmadan evinde olmalıdır.

AK PARTİ ÖNCESİ DE ASR-I SAADET DEĞİLDİ

AKP’ye göre ideal kadın budur. Ancak AKP öncesi de kadınların durumu pek iç açıcı değildi. Endişeli modernlerimizin propagandası sonucu Cumhuriyet’in ilk yılları bir “asr-ı saadet” dönemi olarak tanımlanır. Kemalizm her alanda biz aciz yurttaşlarına demokrasi ve özgürlükler bahşetmiştir. Kadınlarımız da Kemalizm’in ve “Cumhuriyet Devrimleri’nin” sayesinde seçme seçilme hakkına kavuşmuş, birey ve yurttaş olmuş, çarşaf ve peçeden kurtularak kamusal alana çıkmıştır. (mı acaba?)

Bütün bu demokrasi ve özgürlük retoriğine rağmen pratiğin pek öyle olmadığını konuya dair biraz kafa yorduğumuz da fark edebiliriz.

Örneğin, Mustafa Kemal, 21 Mart 1923 günü Konya Kadınları ile bir konuşmasında ideal Türk kadınının kamusal alanda nasıl varlık bulacağını su cümlelerle tanımlamaktadır:

“… Şehirlerdeki kadınlarımızın tarzı telebbüs (giymek, giyinmek) ve tesettüründe iki şekil tecelli ediyor; ya ifrat, ya tefrit görülüyor. Yani ya ne olduğu bilinemeyen, çok kapalı, çok karanlık bir sekli harici gösteren bir kıyafet veyahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile kıyafeti hariciye olarak arz edilemeyecek kadar açık bir telebbüs. Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri haricindedir. Bizim dinimiz kadını o tefritten de bu ifrattan da tenzih eder…”

AKP’nin söylemi ile birebir aynı olan bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere Kemalist modernleşme tahayyülünün de kadına bakış açısı sağlıklı değildir. Kemalist rejimde kadın, ancak cinsiyetsizliği (diz altı etek, karpuz kol bluz, koyu renk döpiyes, kısa saç) bir erdem haline getirilerek kamusal alanda meşrulaştırılmıştır. Bu durum, elbette kadına görünürlük sağlamıştır; ancak kadının “özne” olmaktan çok simge olarak ”değer” kazandığı bir görünürlüktür bu. Kadın deyim yerindeyse yeni rejimin ve modernleşen Türkiye’nin “çağdaş Avrupa’ya” göstereceği vitrininde “cicili bicili bir taş bebektir” sadece. Dolayısıyla kadın, daha modern biçimde, ataerkil sistemin yeniden üretimine katkı sağlamıştır.

Kadın Kemalistlere göre de tıpkı AKP’liler gibi sadece “ana” ise kadındır. Kadının asli görevi ev işçiliği ve analıktır. “Büyük Türk Milletine” makbul ve çağdaş vatandaşlar yetiştirmekle görevlidir. Evden ve analık vazifelerinde arta kalan zamanı varsa bir işte çalışabilir.

Kemalist ideolojinin önemli ideologlarından Falih Rıfkı Atay konuya dair 18 Haziran 1932’de Hâkimiyet-i Milliye gazetesinde köşe yazısında şöyle demektir;

“… Kadının başlıca işi evidir. Evden artabilen kadındır ki, dışarı işi arayabilir. Biri aile için kazanan erkekten, öteki ev mekanizmasını ev kazancına uyduran kadından mürekkep aile: ilk istediğimiz budur…”

Cumhuriyet tarihi boyunca muktedirler kadını bir özne olarak görmedi. Ne dünün muktediri çağdaşlaşmacı-batıcı cenah ne de şu anki muktedir zevatın kadını konumlaması kendi dünya görüşlerinin doğrultusunda edilgen bir nesne olmanın ötesine geçemedi. Dolayısı ile AKP’nin kadına yönelik düşmanca politikaları ile endişeli modernler gibi “endişeliyiz, rejim tehlikede, eksen kayması yaşanıyor, yaşam tarzımıza müdahale ediyorlar” vehmine kapılmadan büyük resmi görmemiz gerekiyor. Kadının bu ülke de adı yok. Ne dün vardı ne de bugün. Sağcısı, Solcusu, Kemalist’i, Muhafazakârı, feministi, tesettürlüsü, Türk’ü, Kürt’ü, Alevi’si, Sünni’si tüm kadınlar güçlerini birleştirip “yeter artık bedenimizden ve hayatımızdan elinizi çekin!” demedikçe yarın da kadının adı olacağı şüpheli…

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir