“Müzisyenin müziğinin, sesinin gelişmesinin karakterini geliştirmesine bağlı olduğunu düşünüyordu; İslam müzisyenin karakterinde ve müziğinde böyle bir gelişimi sağlıyordu. Kişiliği inancı ve sahip olduğu ses dokusu arasında kopmaz bir bağ vardı.”
Amerika’da Müslümanlık çoğu kez toplumun baskıcı yapılarını sorgulama imkânı veriyor. Afro-Amerikalıların İslam’ı seçmelerinin temelinde bu sorgulayıclık var. İslam’da sorgulayıcı bir kaynak ve kuvvet buluyorlar; çünkü inananlar topluluğu, ümmet varolan dünyanın adaletsizliklerini kabul etmiyor. Siyah müzisyenleri içinde öyle.
***
İslam siyah caz müzisyenleri için bir kurtuluş ideolojisi olmuş, onları aydınlatmış, yaşamlarını derinden etkilemiştir. Onlara yaşadıkları toplumu yeniden ele alma ve değerlendirme imkânı vermiştir. Özğürlük vaadi olmuştur ve kuşkusuz kültürel, sanatsal üretimlerini derinden etkilemiştir. İslamın degerlerini gözönüne alarak modern ve öncü cazda hümanist bir kavrayışın sözcüsü olmuşlardır. Onlar caz ile maneviyatın kesişme noktasındalar. İslam, Afro-Amerikalı müzisyenler için bir kurtuluş umudu, onları aydınlatıyor. Onlar da müziklerinde kurtuluş ve özgürlük vaadini iletiyorlar. Caza manevi boyut kazandıran sözkonusu müzisyenler kendilerini dinlemeye gelen cazseverlere farklı bir açıdan yaklaşıyorlar; müziklerini yaptıkları yer sıradan bir performans mekânı olmaktan çıkıyor, adeta kutsallık kazanıyor.
***
Cazda İslam’ın biçimlendirdiği özgün bir estetik anlayış yaratmışlardır. Perküsyoncu Art Blakey 1940’ların sonunda İslam’ı benimsedi; Abdullah İbn Buhaina adını aldı. Aslında onunla birlikte topluluğu Jazz Messengers’ın çoğu üyeleri de Müslümanlığı seçtiler. Abdullah Ibrahim (Dolar Brand) , Güney Afrika’daki apartheid rejimini çok iyi tanıyordu; ırk ayrımının çok keskin olduğu dönemde bu ayrımcılığa İslamiyetten kuvvet alan cazıyla karşı koymuştu. John Coltrane, Müslüman olmadı ama İslama açık durdu. A Love Supree albümünün kapak notlarında etkilendiği dini kaynakları belirtmişti; bunlar arasında Kur’an’ı da sayıyordu. Albüm gerçekten dini bir yakarıştı. Onun müziği genelde kutsallık içeriyordu; inançlara saygı ve sempati besliyordu. İlk eşi Naima Grubbs, Müslümandı.
***
2013’te aramızdan ayrılan Yusef Lateef (Yusuf Latif) kariyerinin ilk döneminde Art Blakey’in topluluğunda, 1960’ların başında Canonball Adderley beşlisinde çaldı. Chares Mingus ile plak kayıtları yaptı. Bebop akımını ustalarından biri oldu. 1950’lerin sonunda Müslüman olduktan sonra William Emmanuel Huddleston olan adını değiştirdi. Onun müzigi dini çağrışımlarla yüklüydü. Ortadoğu ezgilerini ve çalgılarını kullanıyordu.
***
Yusef Lateef’ caz söylemini çerçevelemede ve şekillendirmede İslamı yaratıcı bir kaynak olarak görüyordu. Ona göre caz yapmak dinsel/manevi boyutu olan kültürel üretim. Saf dini duygularla yapılan caz yüksek deger yaratmanın bir yoluydu. Müzisyenin müziğinin, sesinin gelişmesinin karakterini geliştirmesine bağlı olduğunu düşünüyordu; İslam müzisyenin karakterinde ve müziğinde böyle bir gelişimi sağlıyordu. Kişiliği inancı ve sahip olduğu ses dokusu arasında kopmaz bir bağ vardı.
***
Bazı caz kompozisyonlarında Detroit’da bir Suriyeli tarafından yapılan rabat (rebab) adlı beş bin yıldan daha eski Ortadoğu çalgısına yer vermiştir. Rivayete göre Kral Davut da rabat çalıyordu. Bu Yusef Lateef’in kullandığı Batı dışı çalgılardan yanlızca biri. O başka kültürlerin müziklerini de inceliyor, onları kaynaştırıyordu. Dini çağrışımlar içeren müzigiyle aslında dinin kişisel hayattaki rolünü, yerini ve işlevini ifade etmeye çalışıyordu. Kompozisyonlarını İslamın estetik unsurları olarak görüyordu; onun müziğinde caz din/ maneviyatla kaynaşmıştı. Bir Müslüman olarak müzigini bir tür dua olarak dinleyiciye sunuyor; hayatına, müziğine İslam ve maneviyat rehberlik ediyordu. Arapça biliyor, Kur’an’ı özgün dilde okuyordu.
***
Afrika’da çok sayıdaki etnik gruptan biri olan Niyerya’nın Hausa halkının müziği üzeine etnomüzikolojik çalışmalar yaptı. Özellikle Hausa kültürüne ait çok eski bir çalgı olan “şatu”yu inceledi. Genellikle su kabaının sapından yapılan, güçlü ve etkileyici sese sahip sesler çıkaran bu geleneksel çalgının geçmişi yüzyıllar öncesine dayanıyordu. Şatu bu insanlar için zamana karşı direnişin ve kimliklerini korumanın simgesi. Onlar için müziklerini yaşatmanın, varlıklarını korumann bir yolu olduğunu gözlemledi. Batı müziğine (genelde Batıya) karşı çıkışı ifade ediyor. Ancak şunu da belirtmek gerekir: Kentleşme kırsalda bilinen ve dinlenen şatu’ya ilgiyi etkilemiş; çalgı giderek kent popüler müziğine de dâhil olmuştur.
***
Massachusetts Amherst Üniversitesi’nde profesör oldu. 1975’de İslam inanışı üzerine yazdığı doktora tezinde İslamın eğitime verdiği önemi vurguladı. Müslümanları ögrenmeye teşvik etmek Hz.Muhammed’in büyük bir özelliğiydi. Peygamber bunu Müslümanlar için adeta bir inanç sorunu sayıyordu. Müslümanların kişisel ve toplumsal yaşamlarında ayırt edici bir zihinsel etkinlikti. Bir diğer ifadeyle, öğrenmek Müslümanlar için bir inanç meselesi, inançlarının bir gereğiydi. Yaşamlarında ayırt edici bir özellikti.
***
Yusef Lateef bir söyleşide “Gösterişten vazgeçmek kolay değildir. Ama yapmanız geren bir seçimdir” diyordu. Olabildiğine sade bir hayat yaşadı ve müziğini bu hayatın içinde yarattı. Aynı söyleşide bir anısıyla gösterişten uzak bir hayatın manevi kıymetini aktarıyordu: “İyi bir insan olmaya çalışıyorum. Çocuklarıma, karıma, komşularıma ve sokaktaki insana iyi olmaya gayret ediyorum. İyi işler yapmaya çalışıyorum.1970’lerde yolda olduğumda grubum yetimler için ücretsiz çalardı. Yetimlere yardım etmeye çalıştım, çünkü onlar özel insanlar.” Ayrıntı gibi görünen bu küçük olay bile onun insancıl yönü hakkında yeterince fikir veriyor. Nezaket ve cömertlik onun dinsel inanışının bir parçasıydı.
***
Yusef Lateef cazın ruhsal disiplinle yaratılan bir müzik olduğunu vurgulayarak caz ve inanç arasında ayrılmaz bir bağ kurmuştur. Caz ruhsal bir derinliğe sahipti, bu derinlikle temas kurmayı amaçlıyordu. Onun cazında manevi bir öz vardı ve bu boyutu müziğinin anlaşılması, tüm derinliiyle kavranması bakımından çok önemsiyordu. Zaten, İslamı seçmesini de “Manevi bir dönşüm ve gelişim” olarak niteliyordu. Müziğin bu hayattan alıp bir sonrakine götürmesi gerektiğine inanıyordu; bu tutumu kaçınılmaz olarak onun müziğine dini kökenlere sahip bir fenomen niteliği kazandırıyordu. Burada onun dinsel kimliğine bağlı bir maneviyat sözkonusudur. İlahi olana bağlanarak icra edilen müzik
***
Aslında caz sözcüğüne itirazı vardı. Çok kısıtlı, hatta giderek anlamsız buluyordu. Olumsuz çagrışımlar yapıyordu. Bu müziği icra edenlere saygısızlık oluyordu. Caz kelimesi beyazlar tarafndan giderek bir etikete, bir ticari pazarlama sözcüğü ve kategorisine dönüştürülmüş bulunuyordu. Bu müziği yeniden adlandırma gereğini vurguluyor ve otofizyopsişik terimini öneriyordu. Otofizyopsişik fiziksel, zihinsel ve ruhsal kaynakların toplamı anlamına geliyor; bu üç kaynagın işbirliğiyle yaratılan müziği ifade ediyordu. Bu sözcük Yusef Lateef’ tarafndan müziğin yanısıra daha geniş anlamda onun estetik, psikolojik ve etik görüşleri için de kullanılıyordu. İslamı müzik yoluyla ifade etmesini sağlıyordu. Ama yalnızca bu da değil. Manevi gelişme anlamına da geliyor. Müzikte kuvvetli bir insani boyutun varlığını duyuruyordu.
***
İslam’ın müziğe kapalı bir inanç olduğu söylenmiştir. Asılsız bir söylentidir bu; gerçekle hiçbir bağı yoktur. Gerçekte müziğin İslam düşüncesince özel bir yeri mevcuttur. İslam’ın büyük düşünürü İbn Haldun, Mukaddime’de müziği akli ilimler arasında saymaktadır; yedi akli ilimden biridir. O sesleri inceler, ölçer. Müziğe rasyonel açıdan yaklaşıyordu. Müzige büyük ilği göstermesi, müziği inceleme konusu yapması bir bütün olarak İslam medeniyetinin ve kültürünün de müziğe verdiği önemi ve değeri gösterir. Yusef Lateef’in müzik konusundaki yorumları İbn Haldun’un onbeşinci yüzyılın başlarındaki düşüncelerine hayli yakındır. O da müziğe teorik açıdan yalaşmış, müziği bir ilim kategorisi içinde düşünmüştür. İslamın müzği son derece önemsediğini, müzige yüksek değer verdiğini vurgulamıştır.
1980’lerde yazmaya başlayan Halil Turhanlı, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirmiştir.