Karar TV'de 'Gündem Özel'in bu haftaki konuğu, DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan önemli açıklamalarda bulundu. Babacan, programda gazeteci Taha Akyol ve Elif Çakır'ın sorularını yanıt verdi. Babacan, ekonomi, muhalefet politikaları ve önümüzdeki yerel seçim süreciyle ilgili değerlendirmelere yer verdi.
Babacan, programda 10 Kasım etkinlikleri için “Devlet protokolü programına şimdiye kadar davet edilmedik ama biz kendi ziyaretimizi yapıyoruz.” açıklaması yaptı. CHP’deki gerginlik ve iç tartışmalara ilişkin olarak ise “ Kılıçdaroğlu-Özgür Özel yarışında, kendi iç kavgalarının bir parçası olarak bizi kullandılar.” ifadelerini kullandı.
CHP ile geçmişte yaşanan tartışmalara da değinen Babacan, “CHP’nin bugünkü yönetimi artık bu konuları gündeme getirmiyor. Ancak kendi büyük kongrelerinde, Kılıçdaroğlu-Özgür Özel yarışında, kendi iç kavgalarının bir parçası olarak bizi kullandılar.” ifadelerini kullandı. Babacan, bu tartışmaların artık geride kaldığını vurguladı.
“MEVCUT ANAYASA’YA UYMAYAN BİR İKTİDARIN, YENİ ANAYASA ÇALIŞMASI CİDDİYE ALINAMAZ”
Ali Babacan: “1 Ekim'de bir fotoğraf gördüler ya ‘aha’ dediler. ‘Aha, bunlar anayasayı geçirecek. Hemen aha diyorlar 400’ü geçti eyvah.’
Biz ona, buna boyun eğecek bir parti miyiz? Hamdolsun biz kimsenin karşısında boyun eğmeyiz. Doğru neyse onu yaparız.
Mevcut Anayasa’ya uymayan bir iktidarın, yeni bir Anayasa konusundaki çalışmalarını nasıl ciddiye alabiliriz ki? Uymuyorsun ki. İleride de zaten uymayabilirsin. O zaman bunu değiştirmekle niye uğraşıyorsun?”
BABACAN, ERDOĞAN’A ÇAĞRIDA BULUNDU: “TATLI BİR DEĞİŞİMİN ÖNÜNÜ AÇ, TARİHE GEÇ”
Babacan: “En kötü şartlarda bile halkın üçte biri, az ya da çok Sayın Erdoğan’ı destekliyor.
Yani hâlâ böyle bir tablo varken, Türkiye’yi yeni bir yola, yeni bir ufka ve yeni hedeflere yönlendirecek tercihler yapmasını gerçekten çok arzu ederim.
Bakın, bunu yapsa tarihe nasıl geçer?
Ülkeyi en uzun süre yöneten lider: 26 yıl…
Bu 26 yılın ilk yarısında Türkiye’de güzel şeyler daha çok yaşandı; ikinci yarısında ise olumsuzluklar daha fazla oldu.
Günahıyla, sevabıyla; artısıyla, eksisiyle bir döneme imzasını atmış, tarihe geçmiş bir devlet başkanı olarak…
Ama eğer şimdi güzel bir dönüşümün, tatlı bir değişimin hazırlayıcısı olursa, bunun hem ülkemiz hem de kendisi için önümüzdeki dönemde çok iyi olacağını düşünüyorum.”

“ÜLKE KÖTÜYE GİDİYOR VE KÖTÜYE GİTMEYE DEVAM EDECEK”
Babacan: “Çünkü ülkenin kötüye gittiğini ve kötüye gitmeye devam edeceğini de gördüğüm için bunu söylüyorum. Bunu biraz açabilir miyim müsaadeniz olursa?”
Babacan: “Şimdi siz diyorsunuz ki, öyle tek cümle sürer batılırsa ya da bir şeylerden feragat, yani düzelmeye karar verirlerse… Cümlelerimi de çok özenle seçmeye gayret ediyorum. Çünkü biraz önce dediniz ki biz siyasi partiyi bir yere getireceğiz.
Ekonomi yönetimini devralır mıyız diyorsunuz? Mesela herkesin merak ettiği bir şey mi?
Bakın biz ülkeyi yönetmenin tümüne talibiz. Kısmi bir şey tarifinde değiliz. Biz bu ülkenin yönetiminin tümüne talibiz. Niye talibiz? Çünkü en hazırlıklı biziz. Ya hazırlıklı değilizdir, o da anlaşılır, ama bunu nasıl yapacaksın?”
Babacan: “Peki, buradaki sonunda ne yapacaksınız? Mesela 2018’de, 500 maddelik bir eğitim programı yapmışız. AK Parti’ye de getirsin, ne yapar, eğitim nedir, planlar, programlar nedir, konuşsunlar şöyle önümüze, bir tartışalım. Yani biz orada ekonomiyi düzeltirken, eğitimde saçma sapan işler yapılacak, değil mi? E düzelir mi bu ekonomi? Düzelmez. Biz orada ekonomiyi düzeltmeye çalışırken, hukukta, yönetimde her türlü yanlış yapılacak. Bu ekonomi düzelir mi? Düzelmez. Onun için hep diyoruz: Ülke yönetimi bir bütündür. Biz de bu bütünün tamamına talibiz.”
“BİZİM HİÇBİR PARTİYLE ARAMIZDA DUVAR YOK”
Babacan: “Bakın, bizim hiçbir partiyle ilgili bir önyargımız yok. Aramızda perde yok, duvar yok; biz öyle görüyoruz. Bizim aramızda AK Parti’yle de böyle bir perde yok, duvar yok. Oradaki hâlâ bulunan arkadaşlardan bir kısmı zaten bizim de eski arkadaşlarımız. Mesela HÜDA. Söylediğim iki ismi… Evet, evet, ilmiyetli bir sürü arkadaş var.”
“AK PARTİ’DE ÜÇ GRUP VAR: İLMİ, KORKAN VE MENFAATÇİ”
Babacan: “Şimdi AK Parti’de aslında kadrolar üç bölümden oluşuyor kabaca. AK Parti’de, hükümette kadrolar… Şimdi birinci bölüm, ilmiyetli, hâlâ bir şeyleri düzeltme çabasında olan insanlar. Bir grup öyle bir insan var. Nelerin yanlış gittiğini görüyorlar, patronaj yapıldığını görüyorlar ama hâlâ ilmiyetlerini koruyorlar. Birinci grup o.
İkinci grup, korkuları sebebiyle orada. Yani ‘ben burada değil de başka yerde olsam başıma bir iş gelir’ korkusuyla orada duranlar.
Üçüncü grup, menfaati sebebiyle orada. Şimdi üçüncü grup bizim aslen yolumuzu kesemeyeceğimiz bir grup. Oralarda, ikbalin oralarda öbeklenmiş ve kendi şahsi menfaatleri için orada duruyorlarsa, biz onlarla yapamayız. Olmaz.”
“MENFAAT ŞEBEKESİNİN ÜLKENİN KAYNAKLARINI YÖNLENDİRDİĞİNİ GÖRDÜM”
Babacan: “Ben niye ayrıldım ki? Bütün bunları gördüğüm için ayrıldım. Bu menfaat şebekesinin temellerinin atıldığını gördüğüm için ayrıldım. Bu menfaat şebekesinin ülkenin kaynaklarını yara yara kendi çıkarlarına doğru yöneltmeye başladıklarını gördüğüm için ayrıldım. Ve bununla ilgili bir düzeltme gayreti olmadığını gördüğüm için ayrıldım.”
“CUMHURİYET HALK PARTİSİ İLE BİLE OTURDUK”
Babacan: “Onun için, bakın biz hiç kimselere kapıları kapatmıyoruz. Öyle aramızda duvarlar yok, engeller yok. Biz Cumhuriyet Halk Partisi ile bile oturmuşuz, değil mi? O ‘bile’ kelimesini ben bir yerde kullanmıştım, çok takılmışlardı. ‘Bile’ ne demek? Bu bir hakaret midir? falan filan… Öyle bir dönüldü biliyorsunuz. Sosyal medyada da döndü. Neden? Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi ile bizim köklerimiz ayrı.
Cumhuriyet Halk Partisi ile biz mesela partinin geçmişini konuşmaya başlasak anlaşamayız ki. Olmaz yani.”
“O MASADA BİZ ÜLKENİN YARINLARINI KONUŞTUK”
Babacan: “2023’te biz niye masaya oturduk onlarla? Ülkenin yarınlarında buluşmak için. Ortak programda buluştuk. Hatta o günlerde hatırlarsanız Altılı Masa kurumu devam ediyordu. Birkaç televizyon yayınında demiştim ki, biz CHP’nin geçmişini o masada konuşmuyoruz. Geçmişini konuşsak 10 dakikada kalkarız o masadan. O masada biz ülkenin yarınlarını konuşuyoruz, demiştim.
O gün de çok kızmışlardı, o gün de saldırdılar. Biz o kadar alıştık ki artık bu troll saldırılarına, hiç umurumuzda değil. Doğru bildiğimizi aynen yapmaya devam ediyoruz. Kim ne derse desin.”
“BİZ HERKESLE OTURURUZ, YETER Kİ MEMLEKETİN FAYDASINA OLSUN”
Babacan: “Tabii ki eleştirileri dinliyoruz. Ama ideolojik saplantıya kapılmış bir kitle var. Bir de paralı menfaat ilişkisiyle çalışan başka bir kitle var. Onlarla bir işimiz olmaz.
Şunun için demiştim: Ayrı ayrı köklerden gelen partiler olarak burada oturmuşuz. AK Partili biziz, kökümüz aynı. Çıkış noktamız aynı. Siyasete AK Parti ile başladık. Bizim ailede siyasetle ilgilenen hiç kimse yokken, parti üyeliği bile yokken ilk defa bizim aileden, hatta geniş aileden siyasetle giren ben oldum. Ve onu da AK Parti’ye girdim.
O zaman Abdullah Gül ile daha yakın temasımız vardı. O Ankara’daydı. Ailece bizim Çiftlik Caddesi’ndeki iş yerimize, alışverişe gelirlerdi. Hanımlar alışveriş ederken biz de oturur konuşurduk. Tanışıklık oradan oluştu.”
Babacan: “Zaten bizim siyasetle temas noktamız o Çiftlik Caddesi’ndeki iş yerimizdeki bir yuvarlak masaydı. O masada kesiştik. Onun dışında çıkıp da biz başka dışarıda bir şey yapmadık siyasette, bugüne kadar.
Onun için demek istediğim şu: Biz herkesle otururuz, konuşuruz. Yeter ki bu memleketin faydasına olsun. Ama bir de gerçek bir irade görelim. Gerçekten önümüzü görelim. Gerçekten bu ülkenin sorunlarını çözme konusunda bir irade görelim.
Ve her şeyden önemlisi de artık bu menfaat şebekesi yerin dibine batsın. Biz ülkenin menfaatlerini koruyalım, ülkenin menfaati için çalışalım. İrade görelim.”
“10 KASIM ANITKABİR ZİYARETİMİZİ HER YIL KENDİ PROGRAMIMIZLA YAPIYORUZ”
Babacan, partisinin 10 Kasım’a ilişkin uygulamalarını şöyle anlattı:
“Tam bilemiyorum ama, o devlet çocukluğunda bir şeyler var. Dolayısıyla biz bu 10 Kasım'la ilgili de herhangi bir ilgilendirmemize yatılamadık. Biz onu biliyorduk zaten. Dolayısıyla Deva Partisi kuruldu, kuruladı. Biz ne yapıyoruz? 10 Kasım Anıtkabir ziyaretimizi Münferi'den, MÜSTAKİ'den birkaç gün önce yapıyoruz. Mesela bu haftada ne yaptık? Cumartesi günü, Genel Merkezi'den ve Teşkilatlar'dan arkadaşlarımıza gittik. Kendi özel çelengimizi koyduk. Orada hem Hatıra Defteri'ne, Ana Defteri'ne, Anıtkabir Defteri'ne görüşlerimizi yazdık. Ve arkadaşlarımıza beraber Münferi, MÜSTAKİ programı peşinden yaptık. Çünkü bu devlet protokolü programına şimdiye kadar Deva Partisi kuruldu, kuruladı. Davet edilmedik hiç yani. Onu neye göre yapıyorlar, nasıl yapıyorlar bilmiyorum. Ama biz Münferi'den görevimizi yerine getiriyoruz.”
CHP İLE YAŞANAN SÜREÇ: “KENDİ İÇ KAVGALARINDA BİZİ KULLANDILAR”
Programda Elif Çakır’ın, “Seçim dönemlerinde zaman zaman tansiyon yükseliyor… Politik söyleminizde bir farklılaşma olduğunu söyleyebilir miyiz?” sorusu üzerine Babacan, şu ifadeleri kullandı:
Ali Babacan: “Seslendiğiniz ve bunu yapmamanız lazım, haksızlık yapıyorsunuz diye uyardığınız kitle, hala bugün bu meseleleri dillemde tutan kitle. Bugünkü CHP yönetimi uzun bir süredir bunu dillendirmiyor. CHP'nin bugünkü yönetimi uzunca bir süredir dillendirmiyor. Ne zaman dillendirdiler bunu? Kendi büyük kongrelerinde, o Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel'in yarıştığı kongrede, kendi iç kavgalarının bir parçası yaptılar bunu. Yani Kılıçdaroğlu'nun ve ekibini bir bakıma kötülemek için, bak bunlar yanlış yaptı demek için, çiftler dediler ki, işte bak Kılıçdaroğlu büyük bir hata yaptı, bu milletvekili sayısı şöyle oldu, böyle oldu diye, kendi iç kavgalarında bizi kullandılar. Ama bundan sonra yeni yönetim yerlerine oturttuktan sonra, o gündür biz CHP yönetimlerinden bir şey duymuyoruz. Bunu da belki yeri gelmişken söyleyeyim, Özgür Özel'in 2023 seçimleri öncesinde, bu ortak listelerle alakalı canlı yayınlarda söylediklerine bir bakın, bir de daha sonra parti içindeki bu kavgada, Kurultay kavgasında söylenenlere bakın. Orada da çok ciddi bir zıtlık var. Ama bizim açımızdan bunlar geride kalmış konular. Bizim açımızdan.”
Ali Babacan: "Seslendiğiniz ve 'Bunu yapmamanız lazım, haksızlık ediyorsunuz' diye uyardığınız kitle, bugün hâlâ bu meseleleri gündemde tutan kitle. Bugünkü CHP yönetimi ise uzun bir süredir bunu dillendirmiyor. Ne zaman dile getirdiler? Kılıçdaroğlu ile Özgür Özel’in yarıştığı kongrede, kendi iç kavgalarının bir parçası olarak… Yani Kılıçdaroğlu ve ekibini kötülemek için, 'Bakın hata yaptılar' demek amacıyla. 'Kılıçdaroğlu büyük bir hata yaptı, milletvekili dağılımı şöyle oldu, böyle oldu' diyerek bu konuyu kendi iç çekişmelerinde kullandılar. Yeni yönetim göreve geldikten sonra ise o günden bu yana CHP yönetiminden bu konuda bir açıklama duymadık.
Bunu yeri gelmişken söyleyeyim: Özgür Özel’in 2023 seçimleri öncesinde bu ortak listelerle ilgili canlı yayınlarda söylediklerine bir bakın; bir de parti içi Kurultay sürecinde söylediklerine bakın. Arada ciddi bir çelişki var. Ancak bizim açımızdan bu konular artık geride kalmıştır."
Ali Babacan: "Evet, bunu artık dillendirmiyorlar. Çünkü o gün biz bir anlaşma yaptık; kurumsal yapılarda devamlılık esastır. Bir kurum, dış ilişkilerinde önceki yönetimin attığı adımları görmezden gelmez. Kurum saygın ve sürekliliği olan bir yapıysa, kendi iç işleyişinde değişiklikler olabilir; ancak üçüncü tarafları ilgilendiren konulardaki tutum ve davranışlarında süreklilik sağlaması gerekir. En azından Türkiye’nin siyasi geleneğine yakışan budur.
Biz ise bu sürekliliği göremedik. Yönetim değişince, diğer partilerle olan ilişkilerde bir altüst oluş yaşandı. Kendi partisi içinden de ileri geri açıklamalar yapanlar olmuştu. Bu konuda gerekli işlemlerin yapılacağını söylediler ve biz o gün itibarıyla o defteri kapattık. Ancak biz CHP yönetimiyle bu defteri kapatmış olsak da, birileri ısrarla bu konuyu kapatmak istemiyor. O defter açık tutulduğu sürece biz de her şeyi söyler, konuşuruz. Onlar da bu sözleri duymaya hazır olsunlar. Çünkü bu mesele sadece benim meselem değil; koca bir DEVA teşkilatının meselesi. Alın teriyle milletvekili seçilmiş arkadaşlarımızın hakkı var burada. Ne teşkilatımızın ne de milletvekillerimizin hakkını kimseye yedirmem. Böyle bir şey yok.
Onlar gidip bir önceki yönetimle hesaplaşsınlar; kendi iç kavgasını bizim üzerimizden yürütmesinler. Tekrar ediyorum: Bugünkü CHP yönetimi açısından bu konu bizim için çoktan kapanmıştır. Ama bir gün yeniden açarlarsa biz de açarız. Çünkü o defterde yazanlar çok açık. O gün bize sundukları teklifler, simülasyonlar hâlâ kayıtlarımızda duruyor. Her iki partiden de şahidi var. Eğer bu konu daha fazla uzatılırsa, o seçim defteri açılır; kim neyi teklif etmiş, kim neyi söylemiş ortaya çıkar.
Bir de şöyle bir utanmazlık yapıyorlar: Bizim 2024 yerel seçimlerindeki oy oranlarımızı, 2023 seçimlerinde aldığımız milletvekili sayısıyla ilişkilendiriyorlar. Bu ahlaksızlık değil mi? Diyorlar ki, 'Şu kadar oy almış parti.' Bir dakika arkadaş! 2024 yerel seçiminden bahsediyorsun; bambaşka bir dinamik, bambaşka bir ortam. Utanmadan yerel seçimdeki oy oranını getirip genel seçimde kazanılan milletvekilliğiyle kıyaslıyorlar. Doğruyu söyleyin ya… 2023 seçimlerinde ortak listeyle girildiğini neden söylemiyorsunuz?
Daha önce de ifade ettim: Cumhuriyet Halk Partisi bir hayır kuruluşu değil, sebil çeşmesi değil. Herkese bedava milletvekilliği dağıtacak bir kurum da değil. O gün kendi çıkarlarına gelmeseydi, neden bize böyle bir teklifte bulunsunlar? Biz gidip istemedik ki; onlar teklif etti, onlar ısrar etti. Ama bunu unutuyorlar. Tutup bambaşka bir seçimin sonuçlarıyla başka bir seçimin milletvekili sayısını karşılaştırıyorlar.
Bunu da yapanlar kendilerine akademisyen, araştırmacı, stratejist diyenler… Bakıyorsunuz binlercesi aynı şeyi söylüyor. Hepsi troll; başka bir şey değil."
Taha Akyol: "Şimdi son günlerde Merkez Bankası çok konuşuluyor. Çünkü biraz önce size söyledim, enflasyon hedefi tutmadı. Kemerleri yukarı yönüne rezil ettiler. Bir de Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Prof. Osman Cevdet Akçay'ın açıklamaları oldu. O da basında çok yer aldı, mücadele ediliyor, tartışılıyor. Bugün Prof. Cevdet Akçay'ın konuşmaları basında bayağı yazıldı, çizildi, konuşuluyor. Cevdet Akçay'a bir soru soruluyor. Demiyor ki, 'Bu enflasyonun düşme kısmı neden gecikti?' Şu cevabı veriyor: Nereye döneceğini kestirmek zor. Yani enflasyondaki düşüşün nereye döneceğini kestirmek zor. Geciktiği çok aşikar, düşmesinin geciktiği çok aşikar. Nereye döneceğini kestirmek zor. Buradaki sıkılık kavramını biraz bence sorgulamakta fayda var. Yeterli sıkılaştırma yapılmadı diyor. Siz de bir ekonomist olarak, sen Akçay'ı tanıyorsun, çoktan bir ekonomist değilsin. Ne diyorsunuz, bunu nasıl anlayalım?"
Ali Babacan: "Cevdet Bey; Boğaziçi kökenli, bankacılık tecrübesi olan, iyi bir iktisatçı. Benim de bir kahve programı serim var; bir dönem 8–10 program yaptık ve ilk programı Cevdet Bey ile yapmıştık. Çünkü iktisat bilgisine güvenirim.
Cevdet Bey’in açıklamalarını takip ettim. Aslında Merkez Bankası’nın görev ve yetki alanının, bu işi tek başına çözmeye yeterli olmadığını tespit ediyor. Meseleyi anlamaya yönelik bir çabası var. Ayrıca aktarım mekanizmalarından da bahsetmiş: 'Biz sıkılaştırıyoruz ama bakıyoruz ki bu sıkılaştırma aktarım mekanizmalarına tam olarak sıkılık şeklinde yansımıyor' diyor.
Benim şöyle bir tespitim var: Özellikle reel sektör ile bankacılık ilişkilerinde 'TGA' denen bir oran vardır; takibe geçen alacak oranı. Bu oran arttığında şirketler sıkışmıştır ve borçlarını ödemekte güçlük çekiyordur. Uzunca bir süredir Türkiye’de bankalarla BDDK arasındaki ilişki eskisi gibi değil. Kredilerin nasıl yönetileceği konusunda bu ilişki yapısı şu anda daha farklı işliyor.
Ve maalesef ekonomide pek çok veri şeffaf olmadığı için Merkez Bankası’na tam olarak ulaşmıyor olabilir. Türkiye’nin gerçekleri, reel sektörün durumu, veri akış mekanizması… Ülkenin gerçekleri karar mercilerine doğru aktarılıyor mu, aktarılmıyor mu?

Böyle baktığımızda şu anda Türkiye’de konkordato ilan eden şirketler bu anlamda yetersiz durumdalar."
Babacan: "Şimdi, orada benim şöyle bir tespitim var: Özellikle bu reel sektörde banka ilişkilerinde “TGA” denen bir oran vardır; takibe geçen alacak oranı. Bu takibe geçen alacak oranı arttığı zaman şirketler sıkışmıştır, borçlarını ödemekte güçlük çekiyorlardır. Dolayısıyla paralar takibe geçen alacaklara dönüşür. Fakat uzunca bir süredir Türkiye’de bankalarla BDDK arasındaki ilişki eskisi gibi değil. Yani bankalarla BDDK arasındaki ilişkiler, bu kredilerin nasıl yönetileceği konusunda şu anda daha farklı işliyor. Ve maalesef ekonomideki pek çok veri de şeffaflık olmadığı için tam Merkez Bankası’na ulaşmıyor olabilir. Yani Türkiye’nin gerçekleri, reel sektörün gerçekleri… Bu veri akış mekanizması da var ya, ülkenin gerçekleri karar vericilerine doğru akıyor mu, akmıyor mu?
Şimdi böyle baktığımızda, şu anda Türkiye’de konkordato oranları arttı."
Taha Akyol: BDDK’nın tahsil edilmeyen banka alacakları konusunda ne yaptığını ben anlamadım?
Babacan: "Şöyle; BDDK ile bankalar arasında hep bir görüşme trafiği olur. Bu alacakların kalitesiyle ilgili sınıflandırmalar olur. Yani BDDK ile bankalar arasındaki ilişki bazen BDDK’nın daha sıkı duruşuyla şekillenir, bazı dönemlerde BDDK daha gevşek bir şekilde bakabilir; daha iyimser bakabilir yani. İyimserlik, kötümserlik… Biz mesela eskiden yıllarca en kötümser tarafta durduk. İyice sıktık, sıktık ki Türkiye’nin gerçek tablosu ortaya çıksın diye. Fakat olunca, bir şeylere de… O ilişki öyle değil artık. Yani BDDK daha bir müsamaha içerisinde.
Şahin, olduğundan daha iyi mi gösteriyor? Yani “olduğundan daha iyi” derken iyinin kalibrasyonunu neye göre yapacaksınız? Nerede tutacaksınız, nasıl yapacaksınız? Yani bir norm olması gereken, uluslararası standartlarda, uluslararası bankacılık standartlarında bir denetim, raporlama. Ama Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar bazen bundan daha sıkı, bazen de daha gevşek olmayı getirebiliyor. Mesela biz bütün dünyada, özellikle Avrupa’da sermaye yeterlilik rasyosu %8 iken bunu Türkiye’de %12 olarak uyguladık bankalara. Dedik ki: “Türkiye’nin risk faktörü daha yüksektir Avrupa ortalamasına göre. Dolayısıyla bankalar %12 sermaye yeterliliğine sahip olmalıdır.” Ve o şekilde istedik. Avrupa ortalaması 8 iken daha sıkı bir yerde durduk yani. Sermaye yeterlilik rasyosu bunlardan biridir.
Şimdi izleyicilerimizi farklı teknik şeylerle yönlendirmek istemiyorum bugün, ama sonuçta şu var: Bir reel sektörün gerçekleri var. Konkordato oranları arttı mı? Arttı. Açılan şirket sayısı azaldı, kapanan şirket sayısı çoğaldı. Ve başta giyim sanayisi olmak üzere pek çok sektör feryat ediyor. Burada, bu salonda biz geçtiğimiz hafta Türkiye Giyim Sanayicileri Derneği ile ortak bir basın açıklaması yaptık ve feryat ediyorlar. 200 binin üzerinde istihdam kaybı var son bir senede, sadece giyim sanayisinde. İhracatta büyük zorluklar var, çünkü maliyetler artmış fakat kur artmadığı için ihracatçılar sıkışıp durmuş durumda. Ve bunlar borçlarını ödemekte büyük güçlük çekiyorlar.
Bir şekilde bankalarla ilişkilerini sürdürüyor olabilirler ama bu Cevdet’in bahsettiği aktarım mekanizması—sıkılaştırma—o şirketlerin şu anda canını okumuş durumda. Şirketler gerçekten o sıkı politikaların altında inim inim inliyor aslında. Dolayısıyla biraz daha belki Merkez Bankası’nın reel sektörü daha yakından dinlemesi lazım. Bir de kurumsal değil de arada bir sürü dernekler var, şunlar var, bunlar var… Şimdi o dernekler de korkuyor. Bu derneklerin başkanları falan da rahat konuşamıyor yani. Kurumsal olarak konuştuğunuzda “her şey daha güzel, daha da güzel olabilecek” gibi laflar duyabiliyorsunuz.
Aradan o dernekleri, sivil toplumu şöyle bir kenara koyup asıl dertlilerle konuşması lazım Merkez Bankası’nın. Çok zor değil. Bugün gitsin bir Osmanbey’e mesela, Merkez Bankası’nın müfettişleri şöyle bir turlasın. Yüz tane Osmanbey esnafına bir sorsun bakalım: Geçen sene mi iyiydi, bu sene mi iyi? Borçlarını ödemekte kolaylık mı zorluk mu çekiyorlar?
Şu anda faizlerimiz düşmüş hâlde bile, Türkiye’de kredi faizleri nereden baksanız yıllık %55–60 arasında. Yani bugün bir şirket bankadan kredi kullanıyorsa, yıllık en az %55–60’ın altında faizle para bulması mümkün değil. Enflasyonun %30 olduğu bir ülkede şirketler %60 faiz ödüyor. Bu sıkı para politikasıdır. Daha ne kadar sıkacaksınız bu insanları?
Onun için burada veri aktarımında ben daha çok problem görüyorum. Yani sıkılaştırmanın reel sektöre aktarımı değil de, Türkiye’nin gerçek bilgisinin karar vericilere aktarımında sorun görüyorum. Durum hiç iyi değil."

Ali Babacan:
"Şimdi, orada benim şöyle bir tespitim var: Özellikle bu reel sektörde banka ilişkilerinde “TGA” denen bir oran vardır; takibe geçen alacak oranı. Bu takibe geçen alacak oranı arttığı zaman şirketler sıkışmıştır, borçlarını ödemekte güçlük çekiyorlardır. Dolayısıyla paralar takibe geçen alacaklara dönüşür. Fakat uzunca bir süredir Türkiye’de bankalarla BDDK arasındaki ilişki eskisi gibi değil. Yani bankalarla BDDK arasındaki ilişkiler, bu kredilerin nasıl yönetileceği konusunda şu anda daha farklı işliyor. Ve maalesef ekonomideki pek çok veri de şeffaflık olmadığı için tam Merkez Bankası’na ulaşmıyor olabilir. Yani Türkiye’nin gerçekleri, reel sektörün gerçekleri… Bu veri akış mekanizması da var ya, ülkenin gerçekleri karar vericilerine doğru akıyor mu, akmıyor…"
"Faiz bulması ve para bulması mümkün değil. Enflasyon %30 olduğu bir ülkede şirketler %60 faiz ödüyorsa, bu sıkımın da sıkısı para politikasıdır. Ne kadar sıkacaksınız bu insanları? Onun için burada veri aktarımında ben daha çok problem görüyorum. Sıkılaştırmanın reel sektöre aktarımı değil, Türkiye’nin gerçek bilgisinin karar vericilere aktarımında sorun görüyorum. Durum hiç iyi değil. %30 faiz, dünyanın her yerinde çok çok çok sıkı bir politikadır. Gerçek enflasyon oranı nedir peki? Onu bilemiyoruz. TÜİK %30 küsürlerde açıklıyor. Merkez Bankası da %31 küsürlükte çekti bu senelerde. Ama 36’ya inanmıyorlar. Herkesin şüphesi var, bu gerçek enflasyon değil. Biz de diyoruz ki TÜİK’e ve ülkeyi yönetenlere: Mesela Cevdet Yılmaz, Mehmet Şimşek sorumlular şu anda. TÜİK’in enflasyon sepetini açıklasınlar diyoruz. Eskiden açıklanıyordu bu. TÜİK eskiden enflasyonu açıklarken yanında bir de 400 kalemin fiyatını açıklardı. Derdi ki peynirin kilosu bu, ayçiçek yağının fiyatı bu, gömleğin fiyatı bunu aldım, pantolonun fiyatı bunu aldım. İşte domates, biber, patlıcan neyse her şeyi yazardı fiyatlarına. Bir önceki ayın fiyatlarını da yazardı. Derdi ki bu fiyatlara bakıyorum ve enflasyonu böyle hesaplıyorum."
"Şimdi TÜİK bunların tamamını kararttı. Mahkemeye hiçbir şey vermiyorsunuz. Mahkemeye bile bildirmiyor. Mahkeme yazıyor: Sepette neler var, neye dair diye. “Özel bilgidir” falan filan diye. Milletin her gün alışverişte gördüğü rakamı siz kimden geziyorsunuz ki? Onun için güven istiyorlarsa, yani herkes bizim açıkladığımız enflasyon rakamına güven istiyorsa, o zaman eskiden olduğu gibi yıllarca Ali Babacan’ın bu ülkenin ekonomisini yönettiği yıllarda olduğu gibi bunları şeffaf bir şekilde açıklasınlar, biz de görelim. Ama biliyorlar ki geçmişe doğru açıkladıklarında o dönemin foyası ortaya çıkacak. O dönemin foyası ortaya çıkmasın diye de arkadaşlar çözülüp duruyorlar, ezilip duruyorlar. Bir yandan yapılması lazım, biliyorlar. Bir yandan da yapamıyorlar. İki arada bir derede bu işi bitirmeye çalışıyorlar."
Taha Akyol:
"Ben bunu soracaktım: Bilmiyorlar mı ki? Niye yapmıyorlar diye?"
Ali Babacan:
"Dediğim gibi çok beraber duruyorlar ama yapamıyorlar."
Elif Çakır:
"Elif Hanım da bana soruyor ki ekonomi başlangıçta… Gelenleri gördük, daha da büyüklerden… Topyekûn revizyon gerekiyor, her şeyiyle reset gerekiyor, aç kapa gerekiyor."
"Mehmet Şimşek, çok büyük umutlarla geldi, büyük umutlar oluşturdu. Ekonomi yönetimini devraldığı gün dedi ki: “Artık Türkiye’nin başka çıkış noktası yok. Ekonomi rasyonel zemine oturacak.” Rasyoneliteye geri dönmek."
Ali Babacan:
"Rasyonelite var, rasyonelite akıllı. Allah’ın verdiği aklı kullanmak. Allah’ın verdiği aklı kullanmamışlar. Biz tekrar aklımızı kullanalım bari."
Elif Çakır:
"İki buçuk yıl geçti. Ama bugün geldiğimiz noktada yabancı yatırımcı gidiyor. Tamam, onu anladık da yerli yatırımcı da üretim yerlerini Mısır’a taşıyor, Tunus’a, başka ülkelere gidiyor. Yerli yatırımcımızı da kaçırır hale geldik. Muhalif iş adamları şikayet ediyordu da, bugün geldiğimiz noktada iktidara yakın, iktidarın her politikasını can siperhane savunan yatırımcılar ve iş adamları, sermaye grubu da artık böyle şikayetlenmeye başladı. MÜSİAD mesela, MÜSİAD şikayet ediyor bugün. Ancak Selahattin’in geçen yaptığı açıklama cesurca bir açıklama. Çünkü bıçak kemiğe dayanınca artık bağırmaya başlıyor insanlar. Ama niye bıçak kemiğe dayanınca bağırmaya başlıyorlar? Daha erken söyleseler, daha erken feryat edebilseler, o cesaret olsa, bu hükümet belki daha erken tedbir alacak, daha erken adımlar atacak."
"Bir tarafta bu var, bir tarafta da Cumhurbaşkanı Erdoğan sürekli bunu… Siz tabii nasıl yorumlarsınız bilmiyorum ama ben bu ülkenin bir vatandaşı olarak, yani halimize şükredin. Eskiden bu yoktu gibi söylemleri var. Diyor ki 25 yıl önce toplarını bile üretemiyorduk, şimdi bakın diyor tank yapıyoruz. Bugün de bunu tekrar söyleyecek. “Halimize şükredin” olarak ben bir vatandaş olarak böyle anlıyorum. Siz yıllarca ekonomiyi yöneten birisi olarak bunu nasıl değerlendiriyorsunuz, bunu sormak isterim. Bir de Mehmet Şimşek’in, Mehmet Şimşek’e rağmen bugün ekonominin düzelmemesinde, düzelememesinde, şahsi kişisel başarısızlıkları mı var, nasıl değerlendiriyorsunuz? Yani onun performansı, neyi yapamadığı ya da ona rağmen neden düzelmiyor? Biraz bunu da öyle yorumlamanızı isteyeceğim."

Ali Babacan:
"Son iki buçuk yıldır yaptığı iki şey var: Faizi artırmak ve belgeleri artırmak. Onun haricinde şöyle bir harf nazi yoktu, ne yaptılar? Ne yapabilirler? Yapısal reform yapabilirler mi? Koca bir hiç. Kendisi yazıyor ama Mehmet Şimşek. Dedi ki kağıtların arkalarını yazıyorum dedi. O bizim Hazine’de, Türkiye’nin parlak dönemlerinde uyguladığımız bir uygulamadır. Hazine’nin bir geleneğidir o, arka bölümde kullanmak, kağıtlarını tutup yazmak. Benim bakanlığım döneminde başlamıştır o. Şimdi bu ikisinin dışında bir şey yapamadılar. Yapamıyorlar çünkü güçleri yetmiyor. Bu menfaat şebekesi izin vermiyor. Ama bu konuda rakamların gerçekçi olması gerektiğini söylemişler. Hiçbir şeyin yolu olmadı. Arkadaşlarımızın üzerinde büyük bir sorumluluk var ama aynı zamanda büyük bir vebal de var. Büyük bir sorumluluk ve vebal. Bu büyük sorumluluk ve vebal hem doğruları yapma konusunda gayret, hem de yanlışları engelleme konusundaki gayret şeklinde olmalı. Yanlışlar konusunda eğer hiçbir şey yapamıyorlarsa, doğrular konusunda da artık güçleri yetmiyorsa, yani hala ısrarla “her şey güzel, daha da güzel olacak” diye insanlara bir şeyler anlatmaları bana göre doğru değil. Çünkü 86 milyonun vebali var, 86 milyonun. Konuştuğunuzda inanarak konuşacaksınız. Ağzınızdan çıkan her bir kelime kalbinizden süzülen kelime olacak. Böyle olmazsa vebal altına gidersiniz. Onun için bu arkadaşlarımızın doğruya doğru, yanlışa yanlış diyebilecek cesarete önce ulaşmaları lazım. “Ya kardeşim sen bu işlerden sorumlusun, ne olursun konuşuyorsun, ben gerçekleri söylemek zorundayım” diyebilmeleri lazım. Başka halde olmaz. O zaman ne oluyor? İnsanlara doğruyu söylememiş oluyorlar. Kötü bir tabloyu daha iyi gibi sunuyorlar ya da “Merak etmeyin, daha iyi olacak” diye anlatıyorlar. Gerçekten inanıyorlar mı yani? Bu kafayla? Bu kadar hukuksuzluğun, haberimiz ne oldu derler? Şeffaflık kayboluyor mu? Görüyorsunuz, siz bizden iyi bilirsiniz. İnanıyorlar mı? İnanmıyorlar. Görüyorsunuz zaten."
"Bizim Mehmet Bey’le son temasımız evet, o 29 Ekim refleksiyonunda çıkışta bir iki dakikalık bir yan yana yürüme, havaalanında bol bol kareler… Havaalanında karşılaştık, karşısında babamın talihesine gelmişti. Dolayısıyla biri taziye, biri havaalanı karşılaşması, birisi resepsiyon karşılaşması falan. Onlarla görüşüyorsunuz derken oturup hâlâ konuşuyoruz, dertleşiyoruz. Hiçbir şey anlaşılmıyor mu? Sıkıntıları gördüğüne inanıyorum. Ama bunları çözebilecek bir imkanı var mı? Bir iradesi var mı? Onu da göremiyorum. En azından yapılması gerekenleri şöyle çıkıp açıklayabilirler. Diyebilirler ki: “Bu ülkede kamu yönetim yasasının değişmesi lazım ve tasarruf lazım. TÜİK’in şeffaflaşması lazım.” Bunu şimdi söylemediklerinde açıkçası benim gözümde, kararları uygulamasınlar demediler. Bunları söyleyemeyince benim gözümde puan kaybediyorlar açıkçası."
"Şimdi bunları söylüyorduk, doğruya doğruya eğileye biliyorduk. Hatırlarsanız ben başbakan yapısıyken, bütün koordinasyonlar sorumluyken, bakanlar kurumlarından daha uzun süre koordinasyon toplantısında başkanlık ederken, her hafta açık açık diyordum: “Kullukta, eğitimde işler kötüye gidiyor. Bunlar olmazsa orta gezi tuzağına düşeceğiz.” Defalarca söyledim, bakın defalarca. Biz bu partiyi kurarken adına AK koyduk. Ne demek AK? Temiz, lekesiz değil mi? 2001 şartlarını düşünün. Ne diyordu o zaman Tayyip Bey? “Bu hortumları keseceğiz” diyordu. Hortum lafı vardı o zaman. Çok tutmuştu o ifade. Partinin adına AK koyduk. 2014-2015’te defalarca kürsü konuşmalarında, canlı yayınlarda söyledim: Biz bu partinin adına AK koyduk. Ben kürsü adamıyım. Ama partinin adına AK koyup da yolsuzlukla mücadelede sağlam bir duruş ortaya koymazsak, birine rağmen ortaya koymazsak, bu bir bekar meselesi haline gelecek diyordum. Açık açık söylüyordum. Ama bugün Cevdet Yılmaz’dan, Mehmet Şimşek’ten böyle bir şey duyuyormuşsunuz, aslında ilginiz yok. Çünkü ekonomi demek güven demek. Güven nasıl oluşur? Üç kuralı vardır güvene: Bir, konuşunca doğruyu söyleyeceksin. İki, sözlerini tutacaksın. Üç, emanete hıyanet etmeyeceksin."
“İLK 10 YILDA MİLLİ GELİR 4’E KATLANDI, İKİNCİ 10 YILDA YARIYA DÜŞTÜ”
Babacan: “2002'de Türkiye'nin milli geliri 3.500 dolar, 2013'te 12.500 dolar. Yani 10 yılda neredeyse 4’e katlamış milli gelir. İlk 10 yılda milli gelir neredeyse 4 kat. İkinci 10 yılda da 1-2’ye katlar, değil mi? İlk 10 yılda 4’e katlayan milli gelir, ikinci 10 yılda da 1-2’ye katlar.
Onun haricinde tabii ki biz bir sürü makroekonomik modeller yaptık, tahmin modelleri. Çok kaliteli bir tahmin ekibimiz çalıştı bunun üzerinde. Öyle kafadan atılmış rakamlar değil bunlar. Planlamadan, Hazineden, Merkez Bankası’ndan ve bazı düşünce kuruluşlarından ekonomik planlama yapan, modelleme yapan ve tahmin modellerini iyi bilen bir ekiple çalıştık. Ama oradaki temel varsayım neydi? Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde geriye gitmemesi, ilerlemesi.”
“AB SÜRECİ SADECE EKONOMİ DEĞİL, DEMOKRASİ, HUKUK VE ŞEFFAFLIK DEMEKTİ”
Babacan: “Avrupa Birliği sürecimiz nedir? Temel haklardır, özgürlüklerdir, demokrasinin iyi çalışmasıdır, hukukun üstünlüğüdür, kural bazlı yönetimdir, şeffaflıktır, hesap verebilirliktir. Temel 7-8 tane kural var zaten. Biz diyorduk ki, oralarda en azından mevcut durumu muhafaza edersek, milli gelir ikiye katlanacak. Ama mevcut da muhafaza edilemedi. Tüm bağlar da Türkiye’de geriye gitti.”
“HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ ENDEKSİ: TEPE TAKLAK GİDİŞ 2014’TE BAŞLADI”
Babacan: “Hukukun üstünlüğü endeksi… Kaç numaralı grafik? 4 numaralı grafik. Arkadaşlar çok sayıda grafik koymuşlar. Mavi çizgi ‘emsal ülkeleri’ gösteriyor. Emsal ülkeler derken Norveç, İsveç gibi ülkeleri değil; Brezilya, Güney Afrika, Tayland, Meksika, Filipinler gibi gelişmekte olan ülkeleri söylüyorum.
O ülkelerde hukukun üstünlüğü endeksi aşağı yukarı sabit gitmiş. Türkiye’de ise dibe inmişiz. Geçtiğimiz hafta güncel veri açıklandı, eski verilerden farklı değil. 2002–2005 arasında biz emsal ülkelerin de üzerine çıkmışız. Ama 2013–2014’e kadar yatay giden o çizgi, 2014’ten sonra tepetaklak gidiyor.
Benim de o yıllarda en çok uyardığım konu buydu: ‘Hukukta ve eğitimde problem var’ diyordum. İşte o yıllarda bozulma başlıyor. Hukukta bozulma varsa, ekonomi de bozulur. Oradaki kırmızı aşağı doğru giden grafik, hukukun bozulmasıyla ekonominin bozulmasının paralel gidişini gösteriyor. Kesinlikle. 2014’ten itibaren çöküş başlıyor.”

“ŞEFFAFLIK ENDEKSİ DE AŞAĞIYA İNDİ”
Babacan: “Şimdi şeffaflığa bakın. Şeffaflık endeksi hangisi? 5 numaralı grafik. Bakın, şeffaflığı artırmışız. TÜİK Yasası’nı çıkartmışız, hangi yıl? 2013. Yani 2013 aynı zamanda mali kuralı çıkartmaya çalıştığımız, mali kazanımlarımızı sabitlemeye çalıştığımız yıl.
Bu kazanımlarımızı nasıl koruyacağız? O dönem sanayinin geri gideceği konusunda uyarılar yapmıştım. Çünkü sanayi ile inşaat sektörü arasındaki denge bozuldu. İnşaat sektörü çok önemli elbette, ama oradaki emsal değişiklikleriyle birdenbire oluşan haksız kazançlar, sanayicileri yanlış yönlendirdi. 30 yıllık tecrübeyi bırakıp gayrimenkule girdiler. Çünkü dediler ki, ‘30 yılda sanayide kazanamadığımızı 3 yılda gayrimenkulde kazanıyoruz.’
Türkiye’nin kaynakları üretim ve ihracata gidecekken, gayrimenkul projelerine harcandı. Bununla ilgili epey kavga ettim. Tayyip Bey’le bu konuda defalarca karşı karşıya geldik. O günkü Sabah Gazetesi inşaatçılar üzerinden bana yükleniyordu. Her gün başka bir inşaat şirketi sahibi beni eleştiriyordu. İnşaat çok önemli, biliyoruz. Ama aradaki dengeyi kurmamız lazım. Türkiye evet, inşaatla büyüyecek ama sanayiyi öldürerek tüm kaynakları inşaata aktarıyorsa, o büyüme sağlıklı olmaz dedik.”
“TÜİK’İN BAĞIMSIZLIĞI KALKINCA ŞEFFAFLIK DA BİTTİ”
Babacan: “Şeffaflık endeksi aşağıya indi. Zirve hangi dönemdir? TÜİK’in yasasını çıkardığımız, TÜİK’i bağımsız hale getirdiğimiz dönemdir. Merkez Bankası gibi, TÜİK’in çalışma standartlarını Avrupa standartlarına getirdik. Eurostat nasıl ölçüm yapıyorsa, TÜİK de aynı şekilde ölçüm yapmaya başladı. Soru formları, metodoloji, örneklem… Hepsi Avrupa standartlarına uygun hale geldi.
Ama sonra ne oldu? Ekonomi düzelmeyince rakamları düzeltmeye çalıştılar. Rakamları olduğundan farklı göstermeye çalıştılar. Şeffaflık endeksi de aşağıya gitti. Aslında şeffaflık endeksinin okunması, yolsuzluk endeksi olarak da yapılabilir. Şeffaflık azaldıkça yolsuzluk artar. Çünkü karanlıkta suç daha kolay işlenir. Aydınlıkta suç zor işlenir. Dolayısıyla bu, Türkiye’de yolsuzluğun geldiği boyutları gösterir.”

“SORUNLARI DÜZELTME İRADESİ OLMADAN ÇIKIŞ MÜMKÜN DEĞİL”
Babacan: “Bunları düzeltme iradesi olmadan, ilk sorunuza dönüyorum: Bunları düzeltecek bir irade var mı? Türkiye’yi şeffaf yönetelim iradesi var mı? Hukukun üstünlüğüne bağlı yönetimi yeniden hâkim kılalım iradesi var mı?
Ben AK Parti’den ayrıldığım 2019’dan beri bu soruları soruyorum. Sorularım değişmiyor. İnşallah günün birinde cevabı alırım da bu ülke bu çıkmazdan çıkar.”
Babacan: Mevcut Anayasa’ya uymayan bir iktidarın, yeni Anayasa çalışması ciddiye alınamaz!
— Karar Haber (@KararHaber) November 10, 2025
"1 Ekim'de bir fotoğraf gördüler ya 'aha' dediler. 'Aha, bunlar anayasayı geçirecek. Hemen 'aha diyorlar 400'ü geçti eyvah'.
Biz ona, buna boyun eğecek bir parti miyiz? Hamdolsun biz… pic.twitter.com/CXkZUYymNP
