Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bünyesinde 2024-2025 döneminde kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’na sunulan parti raporları, Ekopolitik Düşünce Merkezi tarafından kapsamlı bir analize tabi tutuldu. AK Parti, MHP, CHP, DEM Parti ve Yeni Yol Grubu’nun (Gelecek-Saadet-Deva) sunduğu metinleri inceleyen çalışma, Türkiye’nin en köklü sorunu karşısında siyasetin ortak bir dilden ne kadar uzak olduğunu gözler önüne serdi.
AK PARTİ VE MHP: ÖNCE GÜVENLİK, SONRA NORMALLEŞME
Rapora göre, Cumhur İttifakı ortakları AK Parti ve MHP, sürece "terör merkezli" bir paradigma ile yaklaşıyor. MHP, Türkiye’de bir "Kürt Sorunu" olduğu tezini reddederken, yaşananları doğrudan bir asayiş ve terör sorunu olarak tanımlıyor. AK Parti ise "Kürt Sorunu" ibaresine daha temkinli yaklaşmakla birlikte, sorunun demokratik reformlarla büyük ölçüde çözüldüğü, geriye kalanın terörden kaynaklandığı görüşünde.
Çalışmada dikkat çeken en önemli tespitlerden biri, her iki partinin de reformları "güvenlik şartına" bağlaması. Rapora göre bu yaklaşım, demokratikleşmenin ancak terörün tamamen bitmesiyle mümkün olabileceği tezine dayanıyor. Ayrıca her iki parti, PKK’nın silah bırakması durumunda, suça karışmamış örgüt üyeleri için "özel bir kanuni düzenleme" (pişmanlık yasası benzeri) yapılabileceğini belirtirken, genel bir affa kapıları kapatıyor.
CHP: ETNİK DEĞİL, HUKUK DEVLETİ SORUNU
Ana muhalefet partisi CHP’nin raporu ise sorunu etnik bir kimlik meselesinden ziyade, "hukuk devleti krizi" olarak tanımlamasıyla ayrışıyor. Ekopolitik’in analizine göre CHP, Türkiye’de iktidara yakın olanlar ve muhalifler için uygulanan fiili bir "ikili hukuk sistemi" oluştuğunu savunuyor.
Raporda, CHP’nin çözüm önerisi olarak Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının eksiksiz uygulanmasını işaret ettiği belirtiliyor. Ancak çalışma, CHP’nin dil ve kültürel haklar konusunda somut politika önerileri geliştirmemesini, raporun "siyasal çözüm üretme kapasitesi bakımından sınırlı kalması" olarak değerlendiriyor.
DEM PARTİ RAPORUNA SERT ELEŞTİRİ
Ekopolitik Düşünce Merkezi’nin çalışmasında en sert eleştiriler DEM Parti raporuna yöneltildi. DEM Parti’nin meseleyi sadece "Kürt Sorunu" olarak tanımlayıp terör boyutunu dışladığı belirtilen analizde, raporun anayasal düzenle çatışan yönlerine dikkat çekildi.
Çalışmada, DEM Parti’nin şiddeti ve silahlı mücadeleyi "hukuk kurucu bir misyon" olarak sunmasının modern hukuk devleti ilkeleriyle bağdaşmadığı vurgulandı. Ayrıca Abdullah Öcalan’ın sürecin "baş aktörü" olarak konumlandırılması ve suçlu-suçsuz ayrımı yapılmaksızın önerilen "Barış Yasası" taleplerinin, ceza adaleti ve mağdur hakları açısından kabul edilemez olduğu ifade edildi. Raporda, çok dilli kamusal hizmet ve anadilde eğitim taleplerinin, Anayasa’nın değiştirilemez maddeleri ve üniter yapı ile doğrudan çatışma potansiyeli taşıdığı tespiti yer aldı.
YENİ YOL GRUBU: ARA MODEL ARAYIŞI
Gelecek, Saadet ve Deva Partilerinden oluşan Yeni Yol Grubu’nun raporu ise, AK Parti-MHP bloku ile DEM Parti arasında bir "ara model" olarak nitelendirildi. Şiddeti reddeden ancak sorunu sadece güvenliğe indirgemeyen bu yaklaşım, çözüm için "Geçiş Dönemi Adaleti" ve "Silahsızlanma-Demobilizasyon-Entegrasyon (DDR)" mekanizmalarını öneriyor.
ÇÖZÜM İÇİN "KIRMIZI ÇİZGİLER"
Ekopolitik Düşünce Merkezi, çalışmanın sonuç bölümünde TBMM ve siyasi partilere yönelik kritik uyarılarda bulundu. Kalıcı ve meşru bir çözüm için şu ilkelerin altı çizildi:
ŞİDDETİN MEŞRUİYETİ YOKTUR: Şiddet hiçbir koşulda siyasal bir hak arama aracı veya hukuk kaynağı olarak kabul edilemez.
DEMOKRASİ PAZARLIK KONUSU OLAMAZ: Temel hak ve özgürlükler, terörün bitmesine endeksli bir "lütuf" olarak değil, anayasal bir zorunluluk olarak derhal uygulanmalı.
ANAYASAL SINIRLAR: Çözüm, üniter devlet yapısı ve resmi dil gibi anayasal sınırlar içerisinde; kültürel hakların bu çerçevede geliştirilmesiyle aranmalı.
MECLİS'İN ROLÜ: TBMM, anayasal düzeni askıya alan bir "kurucu iktidar" gibi değil, mevcut anayasal sisteme sadakat içinde yasama organı olarak hareket etmeli.
Rapor, Türkiye’nin önündeki en büyük riskin, barış söylemi altında anayasal düzenin aşındırılması ya da güvenlik gerekçesiyle demokrasinin sürekli ertelenmesi olduğunu vurgulayarak sona eriyor.
