Farkındalık yaratmak için bilgi sahibi olmak tek başına yetmez. Sürecin olgunlaşması gerekir, ama hepsinden önemlisi: doğru anı yakalamak gerekir.
Etrafımıza bir şey öğretmek, anlatmak, göstermek istiyorsak elimizdeki bilgi ne kadar kıymetli olursa olsun, onu doğru anda ve doğru yerde paylaşmamız gerekir. Çünkü sözün, sadece içeriği değil, zemini de önemlidir.
Bugün sizlerle paylaşmak istediğim konu, sadece bir tarih anlatısı değil. Aynı zamanda yaşanmış bir yolculuk, bireysel bir farkındalık ve kolektif bir hatırlama çağrısıdır.

TARİHİ ANLATMAK DEĞİL, GÖSTERMEK
Türkiye’de olayları kişisel hikâyeler üzerinden okumayı çok severiz. Ancak bu ilgiye rağmen, tarihimizin en önemli dönemlerinde rol oynamış birçok insanı hiç tanımayız. Ne adlarını biliriz, ne fikri dünyalarını, ne de yaşadıkları çetin süreçleri.
Bugünün Türkiye’sinin temel taşlarını döşeyen insanlardan sadece birkaçı siyasi nedenlerle ön plana çıkarılmışken, geri kalanların adı dahi anılmaz. Oysa bu isimler, yalnızca geçmişin değil, bugünün de anlam haritasını oluşturan gerçek kahramanlardır.
Bu noktada Selim Erdoğan Hocamız ve onun yol arkadaşlarından olan Mürettep Müfreze, büyük bir boşluğu dolduruyor.

Neden mi önemli?
Çünkü onların sahada yaptığı işler, bize tarih kitaplarında okuyup geçtiğimiz o mücadeleyi gözümüzle görme fırsatı sunuyor. Bir metnin içine gizlenmiş olaylar, birden bire toprağın üzerinde, taşın arasında, mezarların gölgesinde ete kemiğe bürünüyor. Bu görsellik, o günleri anlamamıza gerçek anlamda yardımcı oluyor.
İşte bu yüzden, Çanakkale’ye gitmek, Sakarya’nın gerçekte nerede yaşandığını görmek, İzmir’e uzanan o son büyük süvari hücumunu bizzat yerinde deneyimlemek sadece turistik değil, aynı zamanda vatani ve kültürel bir görevdir.

SÜVARİ’NİN İZİNDE: SON HÜCUMUN PEŞİNDEN
Bu düşüncelerle, yıllardır içinde bulunduğum çok özel bir motosiklet rotasından bahsetmek istiyorum:
“Süvari’nin İzinde.”
Bu oluşum, sadece bir tur değil. Türk’ün, Fahrettin Altay komutanlığında yaptığı dünya tarihinin son büyük süvari hücumunun izini süren, Türkiye’nin dört bir yanından insanların bir araya geldiği bir hatırlama ve yaşatma hareketidir.
Bu büyük yürüyüş, Mangal Dağı’nda başlıyor. Ardından, dört gün süren yaklaşık 500 kilometrelik bir kovalamaca ile Alsancak’ta son buluyor. Bu sadece fiziksel bir rota değil; stratejik bir akıl yürütme, mükemmel bir planlama, ve en önemlisi Mustafa Kemal Atatürk’ün düşmanı son ana kadar uyutma dehasının bir göstergesidir.

MOTOSİKLET KÜLTÜRÜNE DAİR BİR UMUT
Bu sürüşün benim için en özel yanı, her şeyin tamamen gönüllülük esasıyla yürüyor olması. Hiçbir siyasi ya da resmi gövde gösterisi yok; ama her siyasi görüşten, her kurumdan, yerel otoritelerden, güvenlikten, belediyelere kadar herkes el ele veriyor. İzinler, altyapı, koordinasyon… Her şey tek bir amaç için: bu tarihi yürüyüşü yaşatmak için.
Özellikle de Afyon bu rotanın hem tarihî hem de sembolik merkezlerinden biri.
Benim için Afyon sadece mermerin başkenti değil. Aynı zamanda Türk sanayisinin en saygın isimlerinden biri olan Sayın Asım Kocabıyık’ın o muazzam vizyonla kurduğu çiftliğin bulunduğu şehir. Hâlâ o çiftlikteki çağının ötesindeki mimariyi ve o eşsiz gastronomik peynir üretimini özellikle unutamam. Tadını hâlâ damağımda taşıyorum.
Bu vesileyle Kandıra’da manda sütüyle Buffa markasıyla üretim yapan kıymetli dostum Ali Aral’ı da anmadan geçemeyeceğim.
Kendisi de büyük bir özveriyle, yıllar süren AR-GE’si sonucu üst düzey, dünya standartlarında bir üretim yaparak hem yerel hem de turizme çok ciddi tedarik sağlıyor.
Ve bu rota boyunca en çok dikkatimi çeken başka bir şey daha var: gerçek motosiklet centilmenliği.
Trafik güvenliği ciddiyetle sağlanıyor. Kask, reflektör, konvoy disiplini… Kimse kimseyi rahatsız etmiyor, kimse şov peşinde değil. Herkes birbirine saygılı.

Bunu neden vurguluyorum?
Çünkü bugün Türkiye’de motosiklet sahipliği hızla artıyor ama sürüş kültürü konusunda hâlâ eksiklerimiz var.
Yalnızca dört tekerlekli araçların motosiklete saygı göstermesi yetmiyor; motosikletçilerin de birbirine, yola ve kurallara saygı göstermesi gerekiyor.
Her yapılan yanlış hareket, yalnızca bireyi değil, tüm motosiklet camiasını etkiliyor. Hem toplumsal algıyı zedeliyor, hem de trafikte can güvenliğini tehlikeye atıyor. Ben son dönemde bunun çok acı örneklerini yaşadım.
Bu nedenle “Süvari’nin İzinde” sürüşü gibi organizasyonlar, genç motorculara çok kıymetli birer rol model oluyor. Disiplinin, saygının, tarihi bilinçle harmanlandığı bu yapı, motosikletin sadece bir ulaşım aracı değil, aynı zamanda bir duruş, bir kültür olduğunu gösteriyor.

TARİH YAŞANIRSA ANLAŞILIR
Sakarya Savaşı’nın hâlâ Sakarya Nehri’nin kenarında yapıldığını zanneden bir toplumda yaşıyoruz. Bu bir kusur değil; bu, gösterilmemiş tarihin sonucudur.
İşte bu yüzden anlatmak değil, yaşatmak, göstermek, sahaya inmek gerekir. Selim Erdoğan Hocamızın, Mürettep Müfreze’nin, Süvari’nin İzinde gönüllülerinin yaptığı tam da budur.
Tarih bilgidir, ama aynı zamanda bir duygudur.
Ve bazı duygular sadece yaşanarak anlaşılır.
Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının bizlere bıraktığı bu cennet vatanda nerede sürersek sürelim, sağlıkla, keyifle ve güvende olalım.
Güzel yol hikâyelerinde görüşmek üzere.
