Yaklaşık elli yılını geçirdiği Pera’da müthiş bir zihinsel birikim oluşturmuş Ahmet Zeki Pamuk’un ‘Hatırla(t)malar’ kitabı Ötüken Neşriyat’tan çıktı. Pamuk kitabında zaman zaman geçmişe güzelleme yapsa da, sadece izlenimlerini, tespitlerini yazıyor. Artık aramızda olmayan Beyoğlu’nun renkli simalarını, sıradan insanlarını, İstiklâl Caddesi pasajlarını bir metafor olarak kullanarak konudan konuya geçiyor... Bu kentin kökleri binlerce yıla dayanıyor...
BESİM DALGIÇ
Anılar... Kimileri anlatarak, kimileri yazarak aktarır... Gerçekte her şey devam ediyor. Sadece değişime uğradı. Mekânlar, şehirler, mahalleler hâlâ yerli yerinde... Tabiatıyla müdahaleler de var. Bazıları içimizi acıtıyor. Bir de yitirilmiş dostlar... Anılar da seneler önce alınıp, evlerin köşelerine yerleştirilmiş eşyalar gibidir. Ömür ise “Ah! şurada şu vardı ya da burada bilmem kimle sohbet etmiştik” yakınmalarıyla geçer... Yıllar öncesine yaşadığımız dönemlere ait bir filmi izlerken makaralı teyp ya da pikap ya da fax, teleks gibi teknoloji harikası aletleri görüp yadırgamayız... Biri yüksük kadehin yerini alan limonata kadehinden yakınırken, başkası da bu kadehin ince bellisine, üstü yazılısına, buz katılmasına itiraz eder. Mehmet Rauf’un 1900 tarihli ‘Eylül’ romanındaki Necip’te Beyoğlu’nun ne yaşanmaz bir yer olduğundan bahis açmıştı Boğazın bir yalısında yaşayan arkadaşları Süreyya ile eşi Suat’a... Her nesil nedense kendinden öncesini arzu eder... Herkes haklı. Ama yine de her şey bir bütün...
Yaklaşık elli yılını geçirdiği Pera’da müthiş bir zihinsel birikim oluşturmuş Ahmet Zeki Pamuk’un ‘Hatırla(t)malar’ kitabı tam da bu anlayışta... Zaman zaman geçmişe güzelleme yapsa da, o sadece izlenimlerini, tespitlerini yazıyor. Şu insanı tanımadık, şu mekâna yetişemedik derken bile günümüze dönüp içimizi aydınlatıyor. İnsanın “İyi ki tanımamışsın, iyi ki yetişememişsin,” diyesi geliyor. Yoksa bu metinleri kim yazacaktı? Dublin’de Marttello Kulesi’ni, Joyce’u anarken, Paris’te Beckett’in kahvesine gidiyor, sonra Hasnun Galip’te Simurg’a götürüyor. Mazideki bir yazarla hayâlî bir sohbetten Açık Hava Tiyatrosu’nda Miles Davis’in konserine gidiyor. Sonra Girit’te Kazancakis’in peşine düşerken birden kendimizi Giresun’dan İstanbul’a rota tutmuş Karadeniz vapurlarının Galata Liman Lokantası’nı andıran salonunda buluyoruz. Sonra Galata Rıhtımı’ndan Tünel’e çıkıp Lale Plak’ta Hakan’a selam verip Cadde-i Kebir’de bir kilisedeki cenaze merasiminde katılıyoruz. Ne Kohen Kardeşler ne de Talya Nomidis kitapçılarını atlıyoruz. Meyhanelerdeki, barlardaki, sinemalardaki, tiyatrolardaki bazen sevinç bazen hüzün dolu anılara tekrar tekrar dönüyoruz. Artık aramızda olmayan Beyoğlu’nun renkli simalarını, sıradan insanlarını, mekânlarını Walter Benjamin’in ‘Pasajlar’nı anımsatırmışçasına İstiklâl Caddesi pasajlarını bir metafor olarak kullanarak konudan konuya geçiyoruz... Bu kentin kökleri binlerce yıla dayanıyor. Ne tarih ne de mazi tükenmenin değil oluşmanın, gelişmenin sebebidir...
Bu kitapta bütünlüğü yokmuş gibi görünen metinlerin gerçekte tuhaf bir devamlılığı var. Giresun’uyla, İstanbul’uyla, Ankara’sıyla, Bodrum’uyla, Dublin’iyle, Karadeniz vapurlarıyla okuyucuyu içsel bir yolculuğa çıkarıyor. Bir dönem Pera’da oluşan ortak bilinci mensur bir metinmiş gibi yansıtıyor. Bir bakıma ‘İki Şehrin Hikayesi’ni okuyormuşçasına Giresun’la İstanbul arasında yolculuk yaptırırken ki kendisi bu yolculuğu belki yüz defa yapmış, bir başka bakımdan da Stephen Dedalus’la Leopold Bloom’un Dublin sokaklarında dolaşmalarına benzermişçesine Ahmet de bizi Pera’da gezdiriyor... Ahmet’in sohbet edermişçesine samimi metinleri bizi hemen kendine bağlıyor. Unuttuğumuz ya da göz ardı ettiğimiz kendi tarihimizle yüzleşmemizi sağlıyor. Ocak 2025’te Ötüken Neşriyat’tan çıkan ‘Hatırla(t)malar’ zihinsel bir albüme bakıyormuş hissini uyandırıyor.
Ahmet Zeki Pamuk şehirler, mekanlar ve insanlar üzerine hatırlatmalarda bulunduğu kitabında, yerel gazetelerden sinema salonlarına, eski vapurlardan caz melodilerine kadar kaybolan bir dünyayı yeniden canlandırıyor. İstanbul ve Giresun ekseninde gelişen anlatı, okurunu geçmişin izleriyle dolu dolu bir zaman yolculuğuna davet ediyor.
İSTANBUL’U İÇSELLEŞTİREN AMERİKALI BİR ŞAİRİN DİZELERİ
Şehirler, mekânlar ve insanlar üzerine ‘Hatırla(t)malar’ kitabına koşut bir şiir kitabı var. ‘Uzak Kıyı’... Amerikalı şair Jeffrey Kahrs’ın şiirlerini Göksenin Abdal çevirmiş. Aralık 2024’te Sözcükler Yayınlarından çıktı. On sekiz yıl Türkiye’de yaşayan Jeffrey Kahrs, çoğunluğu Türkiye’yi konu alan şiirlerinde iki dil ve kültür arasındaki ilişkileri ozan gözüyle yorumluyor. İki dilli olarak basılan ‘Uzak Kıyı / The Far Shore’ ile iki ülkeye, iki kültüre ait benzersiz bir yaklaşım sunuyor. İstanbul dünya edebiyatında birçok yazara ilham vermiş bir şehir. Bir kısmı oryantalist, bir kısmı turistik... Jeffrey Kahrs şiirleriyle bu ülkeyi, İstanbul’u doğal haliyle fazlasıyla içselleştirmiş. Belli ki burada sahici dostluklar yaşayıp, sahici dizeler yaratmış. ‘Şehirden’ adlı şiirdeki ‘(...) Yeniköy bir zamanlar yeni bir köydü/ yine de birileri ömürleri boyunca hep burada yaşadı / İstanbul’da, duvarlar, kâseler, tokmaklar ve havanlar arasında’ dizeleri içimizden birine ait... Sözcükler Dergisi’nde de şiirleri yayımlanan Jeffrey Kahrs, Gülten Akın, Behçet Necatigil gibi pek çok Türk şairinin şiirlerini de İngilizceye kazandırdı.