Yüzyıllardır geçerliliğini koruyan “beş duyu” anlayışı, modern nörobilim ve bilişsel bilim çalışmalarıyla ciddi biçimde tartışmaya açılıyor. Yeni araştırmalar, insan algısının görme, işitme, koku, tat ve dokunmanın çok ötesine geçtiğini; insanların 22 ile 33 arasında değişen sayıda ayrı duyusal sisteme sahip olabileceğini ortaya koyuyor.
Bu yaklaşım, algının nasıl oluştuğunu inceleyen bilim insanlarının son yıllardaki çalışmalarına dayanıyor. Glasgow Üniversitesi’nde yürütülen “Duyuları Yeniden Düşünmek” adlı araştırma projesine göre, klasik duyu listesi insan deneyiminin önemli bir bölümünü dışarıda bırakıyor. Araştırmacılar; denge, vücut pozisyonu, iç organlardan gelen sinyaller, sıcaklık, ağrı ve hatta bir uzvun “kişiye ait olduğu” hissinin bile ayrı duyusal sistemler olarak ele alınması gerektiğini vurguluyor.
Oxford Üniversitesi Çaprazmodal Araştırma Laboratuvarı Direktörü nörobilimci Charles Spence de benzer bir görüşü savunuyor. Spence’e göre insan algısı, birbirinden tamamen bağımsız çalışan kanallardan oluşmuyor. Aksine duyular, sürekli etkileşim hâlinde işleyerek hareketten yeme alışkanlıklarına, duygulardan mekân algısına kadar pek çok süreci birlikte şekillendiriyor.
TAT ALGISI TEK BAŞINA İŞLEMİYOR
Tat duyusu, bu çok katmanlı algı sistemine en çarpıcı örneklerden biri olarak gösteriliyor. Dil, yalnızca tatlı, tuzlu, ekşi, acı ve umami gibi temel tatları ayırt edebiliyor. Ancak çilek, kahve ya da mango gibi karmaşık tat deneyimleri; çiğneme sırasında ağızdan burun boşluğuna ulaşan koku molekülleriyle, dokunma duyusunun sağladığı doku hissiyle birleşerek oluşuyor. Günlük hayatta “tat” olarak tanımlanan deneyimin, aslında birden fazla duyunun ortak ürünü olduğu belirtiliyor.
Benzer bir bütünleşik yapı, vücudun diğer algı sistemlerinde de görülüyor. Propriyosepsiyon, yani vücut konumunu görmeden algılayabilme yetisi; iç kulaktaki vestibüler sistemin sağladığı denge ve yön hissi; açlık, tokluk ve kalp atışı gibi içsel sinyalleri izleyen interosepsiyon bunlardan bazıları. Bazı bilim insanları ayrıca “bedensel aidiyet” ve “eyleme hâkimiyet” gibi duyulardan da söz ediyor. İnme sonrası bazı hastaların, fiziksel olarak sağlam uzuvlarına yabancılaşması, bu sistemlerin ayrı ayrı çalıştığına işaret ediyor.
DUYULAR DÜŞÜNDÜĞÜMÜZDEN DAHA DEĞİŞKEN
Deneysel çalışmalar, duyuların son derece esnek olduğunu da gösteriyor. Glasgow Üniversitesi’nde yapılan bir deneyde, yürüyen katılımcıların ayak sesleri değiştirildiğinde kendilerini daha hafif ya da daha ağır hissettikleri gözlemlendi. Başka bir çalışmada ise uçak motoru gürültüsünün arka planda olması, yiyeceklerin tat algısını değiştirdi; tatlı ve tuzlu tatlar baskılanırken umami algısının güçlendiği görüldü. Uzmanlara göre bu durum, uçak yolculuklarında domates suyunun daha lezzetli gelmesini de açıklıyor.
Bilim insanları algıyı, tek tek duyuların basit toplamı olarak değil; sürekli etkileşim hâlinde çalışan koordineli bir süreç olarak tanımlıyor. Görme, dengeyle; koku, dokunmayla; ses ise tat algısıyla iç içe çalışıyor. Dijital ekranların yoğun olduğu modern yaşamda bile bu duyusal ağ kesintisiz biçimde işlemeye devam ediyor.
Araştırmacılara göre “beş duyu” anlatısı sade ve akılda kalıcı olsa da, insan bedeninin her an gerçekleştirdiği karmaşık algısal süreçleri tam olarak yansıtmıyor. İnsanlar dünyayı tekil duyularla değil, çok katmanlı ve birbirine bağlı bir algı sistemi üzerinden deneyimliyor.
