Homo Faber

Hayatımızın bir evresinde dünyayı değiştireceğimizi sanırız, her şeyi programlayabileceğimizi… Oysa sonra öğreniriz ki biz dünyayı değil dünya bizi değiştirir!.. Max Frisch’in “Homo Faber”inde (Çev. Sezer Duru, Can Yay., 2019) başkahramanın yaşadığı da tam bu. 

İnsan, bir robot gibi programlanabilir ve sonra tıpkı bir robot gibi o programın dışına çıkamaz mı? Elbette, örneğin gününü programlayabilir; ancak programını yine kendi iradesiyle üstelik akla ve mantığa aykırı olarak iptal edip değiştirebilir de. Dostoyevski, iradenin tüm insanlarda aynı doğrultuda -akıl, mantık ve çıkar- çalıştığını; dolayısıyla tüm insanların tektip olduğunu ileri süren ve insanı robot konumuna indirgeyen Çernişevski’ye “Yeraltından Notlar”da karşı çıkar. Ona göre insan iradesi, beklenmedik bir anda, bile isteye akla, mantığa ve çıkarlarının aleyhine ‘saçma’ bir durumu seçebilir. Ve üstelik neyi seçeceğini kestirmek de mümkün değildir. O hâlde insan iradesini yönlendiren görünmeyen bir güç var ve üstelik insanın kendisi de neyi seçeceğini baştan kestiremiyor. 

Oysa bir robot, ancak insan vasıtasıyla, insanın isteği doğrultusunda programlanabilir ve bu program yine insan tarafından iptal edilebilir. Ayrıca programlandıktan sonra bir robotun nasıl davranacağını biliyoruz. Lâkin insan ‘kestirilemeyen’ bir varlıktır. Onu robot gibi mutlak olarak programlamak, hesaplamak da mümkün değil! İradenin varlığı ve kestirilemeyişi, insanı robottan ayırıyor. 

Robotu yaratan ve programlayan insan, robotta bir irade yok, bu açık! Acaba insan iradesini ne yönlendiriyor? Onu -saçma ya da makul- bir şeyi seçmeye iten veya programını beklenmedik biçimde değiştirten ne?.. 

Teknolojinin her şeye egemen olmaya çalıştığı bir çağdayız. İnsan, makinelerle hayatı birtakım hesaplar doğrultusunda programlıyor. Homo faber bu; hayatı ve tabiatı makinelerle hesaplayıp programlayan teknik insan. İyi ama hayattaki her şey hesaplanabilir ve hesaplar doğrultusunda programlanabilir mi? Makinenin tüm olasılıkları hesaplaması, bu hesaplar doğrultusunda kesin bir program yapıp insana bir ‘yol/ kader’ çizmesi mümkün mü? 

Max Frisch, işte bu soruları tartışıyor “Homo Faber”da. Başkahramanı Walter Faber aracılığıyla her şeyin teknolojik aygıtlarla açıklanabilir, hesaplanabilir ve programlanabilir olduğunu savunan ‘homo faber’ı, teknolojiyi Tanrı’nın yerine koymaya çalışan anlayışı sorguluyor. Ama hayat -kader demeli- çıktığı ‘yol’da kahramanımıza, üstelik kendi iradesiyle, kendisinin ve makinelerin hesaplayamadığı öyle sürprizler yaşatıyor ki, yolculuk ya da macera bittiğinde asıl hayatın, insanın ve makinenin hesaplayamadığı, program dışı ‘rastlantılar zinciri’ üzerinde aktığını öğreniyor… 

Adına ister rastlantı ister tevafuk deyin -meselemiz adlandırma değil- kadere bunlar da dahildir; hatta bence insan hayatını asıl değiştirenler büyük ölçüde o beklenmedik ve hesaplanamayan durumlardır. Makinenin/ teknolojinin hesaplayabildiği, programlayabildiği bir alan var elbette, ama hesaplayamadığı, programlayamadığı, açıklayamadığı bir alan da var!.. İşte Max Frisch romanında teknolojinin erişemediği ve hayatı şekillendiren o ‘dokunulmaz alan’a işaret ediyor. 

Homo Faber’in yanılgısı hayatı bir madde ve hesaplanabilir bir ‘toplam/ yekûn’ olarak görmesi, tabiata, kendine bir ortak olarak katlanamaması. Oysa Hanna’nın dediği gibi “Yaşam madde değildir, teknikle ele geçirilemez” (s. 185). 

Ve yolculuğunun sonunda kader, homo faber’a der ki; 

“Yolculuğu sen yaparsın 

Nereye olduğunu kader çizer” (Goethe) 

Evet Walter Faber’da olduğu gibi yola çıkma iradesi insanda, ama yolun istikametini ve nihayetini son kertede kader belirliyor. Ve yolun sonuna geldiğimizde anlıyoruz ki; “Su insanı yakar, ateş boğarmış!” 

YORUMLAR (13)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
13 Yorum