Şiirin seveni çok da, anlayanı kim?...

Divan edebiyatına yönelik, Tanzimat’tan sonra başlayan ve Cumhuriyet döneminde sıkça dillendirilen eleştirilerden biri de ‘anlaşılamadığı’ydı. Anlaşılmamasının sebebi olarak da, Arapça-Farsça kelime ve tamlamalardan müteşekkil süslü dili gösterilirdi. Onun için edebiyatın “halka hitap etmesi” ve “sade bir dil”le yapılması gerektiği ileri sürüldü. Bu görüş, uzun yıllar bir ‘kültürel politika’ olarak benimsendi. Konu, bu süreçte -Ahmet Haşim ve II. Yeni hariç- poetik bağlamdan çok Türk modernleşmesiyle ilgili bir ‘kültür politikası’ olarak tartışıldı. Oysa “şiirde anlam, şiirin anlaşılması ve kime hitap ettiği” gibi konular, temelde politikanın değil poetikanın problemidir ve öncelikle bu bağlamda ele alınmalıdır.

***

Meseleyi daha iyi kavramak için önce “Bir şiiri anlamak nedir?” sorusuna cevap arayalım. Elbette bir metinde bilinmeyen kelime ve tamlamaların bulunması, anlamayı zorlaştırır; ancak bir şiiri anlamak için kelimelerin sözlük anlamlarını ‘bilmek’ yetmez! Nitekim İsmail Hakkı Bursevî “Şu kim sâhil-nişîn oldu nice bilsin deryayı/ Şu kim lafz içredir idrâk eder mi hiç mânâyı” mısralarıyla, deniz kenarında oturan kişi, nasıl deryayı bilmezse, lâfızda, kelimelerin sözlük anlamında kalanlar da şiirin anlamına nüfuz edemez, der. Niyazî-i Mısrî de “Lafz u suret cism ile anlamak isterler bizi/ Biz ne elfâzız ne suret, cümle mânâ olmuşuz” mısralarıyla benzer bir fikri dile getirir.

Hâsılı dil ‘bilmek’, ‘manayı bulma’ya yetmez. Çünkü ‘anlamak’ daha derin bir zihinsel etkinliktir. Açıklamaya çalışalım: Bir söyleşide İsmet Özel’e; “Benim şiirimi seven çok, ama anlayan az” sözü hatırlatılarak, ne demek istediği sorulur. Şair, şöyle cevap veriyor: “… bir şeyi anladığınız zaman onunla bir kandaşlığa girersiniz. O yüzden pek fazla kandaşım olan okurum olduğunu sanmıyorum.” (Toparlanın Gitmiyoruz I, s. 243)

Şimdi sorular… Günümüz diliyle söylense dahi şiiri herkes anlar mı? Şiir, herkese hitap eder mi, herkes anlasın diye mi söylenir?..

***

Önce Divan şairleri cevap versin! Mahmut Erol Kılıç’ın “Sufi ve Şiir” adlı eserinde bu sorulara cevap olabilecek örnekler var. O örneklerden yola çıkarak denebilir ki, tasavvufî şiirde şair, ‘derunî bir mana’nın ve bir ‘hâl’ anlatmanın gayretindedir -İlhan Berk gibi anlamı silme peşinde değil-. Ama şiirdeki manayı her okurun anlayamayacağını bilir; çünkü herkes, şiirdeki ‘hâl’e ve bu hâl dilinin sembollerine vâkıf değildir! Nitekim Niyazî-i Mısrî, “Mantıku’t-Tayr’ın lügat-ı mutlakından söyleriz/ Herkes anlamaz bizi bizler muamma olmuşuz” ve Mehmet Şafiî “Ârif-i Hak olmayan bilmez bu remzin neydiğin” mısralarında, bu şiirin herkes tarafından anlaşılamayacağını belirtiyor.

Peki bu şiiri kimler anlar? Evvelâ “ehl-i hâl, ehl-i dil” olanlar; Özel’in deyişiyle ‘kandaş olan’lar! Nitekim “Ehl-i hâle ehl-i hâl şi’ri verir zevk u safâ” (Hâl ehline ancak hâl ehlinin şiiri zevk verir, Ahmet Kuddusi Baba) ve “Gönül âlemine dalmış olmayanlar sözden de habersizdirler.” (Nizami, Mahzen-i Esrâr, s. 42) deyişlerini böyle anlamak lazım. Sonra, Niyazî-i Mısrî’nin; “Zât-ı Hak’da mahrem-i irfan olan anlar bizi/ İlm-i sırda bahr-i bî-pâyân olan anlar bizi” dediği üzre sırrî ilimlere vakıf olmak gerek. Yahya Kemal de “Esrâr-ı nazmı şerh edemez akl-ı dünyevî” mısraında, şiirin ”dünyevî akıl”, modern bilim ve pozitivist bir mantıkla kavranamayacağını belirtiyordu…

***

Hâsılı Divan şiirinin anlaşılmamasını sadece “süslü saray diline, Arapça-Farsça kelime ve tamlamalara” bağlamak doğru değil!.. Buradan yola çıkarak “şiir halka hitap etmelidir” demenin de poetik bir değeri yok! Çünkü şiir, herkesle kandaş olmaz!.. Hele cins ve sıkı şiir hiç olmaz!..

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum