Mafya mı devlete, devlet mi mafyaya?
İçişleri Bakanlığı içindeki sert bir bilek güreşinin mafya marifetiyle “darbe mi, operasyon mu” parantezine sıkıştırıldığı, gözümüzün önünde işlenen bir cinayetin emrini verenin siyaset kurumu tarafından korunduğu buna karşın muhalif Kürt siyasetçilerin AİHM Kararlarına rağmen hayatlarına çöküldüğü,
AYM üyelerini terörist ilan edebilen zihniyetin cumhurbaşkanı tarafından ödüllendirdiği, muhalif olan herkesin casus ilan edileceği bir çürüme ortamındayız.
“Mafya mı devlete, devlet mi mafyaya operasyon çekiyor” sorusu etrafında tartışan bir ülkeden söz ediyoruz.
Bu korkunç durumun nedeni nedir?
Ruhu bıçaklanmış gözleri oyulmuş kuvvetler ayrılığı olabilir mi?
Gelin birlikte bakalım.
Parlamenter monarşiyle yönetilen, gerçek bir kralın olduğu Danimarka’da kuvvetler ayrılığı var.
Biz de güya kuvvetler ayrılığı ile yönetiliyoruz…Anayasanın başlangıç kısmında öyle yazıyor zira.
İki ülke de kuvvetler ayrılığı ile yönetiliyor ama hukukun üstünlüğü endeksinde arada uçurumlar bulunuyor.
Danimarka ile Türkiye’nin kuvvetler ayrılığından anladığı aynı değil demek ki…
Anayasa değişikliğinin konuşulduğu bu günlerde, aradaki farkı anlamak isterseniz size Taha Akyol’un “Atatürk’ün Anayasası 1924” isimli son kitabını öneririm.
Taha Akyol, 100 yıllık anayasa tecrübesine sahip olmamıza rağmen, bu tecrübeden ders çıkaramadığımızı, uzlaşmayla bir anayasa yapılamadığını söylüyor ve fevkalade bir isabetle teşhisi koyuyor: “anayasal istikrarsızlık”.
Taha Akyol’un kitabından devam edelim;
“Türkiye’nin anayasal istikrarsızlığının, kuvvetler birliği ile kuvvetler ayrılığı arasındaki gelgitler ve siyasi güç karşısında hukukun zayıflığı halinde ortaya çıktığı görülüyor.”
Meclis tutanaklarından Cemal Nuri Bey’in konuşmasından “1924 Anayasasında temel olan ikinci umde kuvvetler birliğidir” cümlesini aktarıyor Taha Akyol.
Kitap sayesinde Yekta Güngör Özden’in başkanlığı dönemindeki bir AYM kararında 1924 Anayasasına yapılan eleştiriden de haberdar oldum;
“Kuvvetler birliği ilkesi esas alınan 1924 Anayasasında yargıya ilişkin ayrıntılı hükümler bulunmadığı gibi, yargının yasamaya yürütmeye karşı bağımsızlığını sağlayacak kural ve kurumlara yer verilmemiştir.”
Geldik 2024 senesine.
Anayasada bu kez kuvvetler ayrılığı yazılı.
Ama yargı, yasama ve yürütmeye karşı gene bağımsız değil, korunaksız ve saldırı altında.
Gerçek bir kuvvetler ayrılığı olmadığında bağımsız olamayan, bağımsız olamayınca tarafsız da olamayan kuşatılmış bir yargı ile baş başayız özetle.
Ülkelerin ne durumda olduğunu ölçen “hukukun üstünlüğü endeksi” nde, hükümetlerin, ülkeyi yönetenlerin, hukuka bağlılıkları mercek altına alınıyor.
İşte bu endekste Türkiye 142 ülke arasında 117. sırada.
Hukukun üstünlüğünde 1. sırada hangi ülke var derseniz; tüm endekslerde üst sıralarda olan Danimarka.
Monarşiyle yönetilen ama “demokrasiye” sahip olan Danimarka…
Cumhuriyet olan ama bir türlü “demokrasi” olamayan Türkiye’ye fark atıyor.
Endekste bir ülkenin notu 1’e ne kadar yakınsa hukukun üstünlüğü o derece yüksek olurken, 0’a ne kadar yakınsa hukukun üstünlüğü o kadar düşük olarak nitelendiriliyor.
Endeks değerlendirmesindeki başlıklarda olan “Yönetim pozisyonundaki kişiler yasal kısıtlamalara ne kadar tabi olduğunu değerlendirmesinde” Danimarka’nın puanı; 0.95.
Ülkemiz Türkiye’nin puanı; 0.28.
Yönetim pozisyonundaki kişilerin, yasal kısıtlamalara tabi olması ne demek? Kuvvetler ayrılığı demek.
Kuvvetler ayrılığı yok ise hukukun üstünlüğü endeksinde sert düşüş de kaçınılmaz zaten.
Bu düşüş yargıyı hiç rahatsız etmiyor anlaşılan.
Yargıtay üyeleri yeni başkanını ancak seçebildiler… 37 tur oylama yapıldı.
Son aşamada, adaylardan AYM üyeleri hakkında çok ağır ithamlarla suç duyurusunda bulunan 3. CD’si Başkanı Muhsin Şentürk adaylıktan, Yargıtay Başsavcılığına aday olmak için çekildi.
Bu çekilmenin arkasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın müdahalesinin olduğu iddia edildi… Sadece böyle bir söylentinin olabilmesi bile ülkedeki hukukun durumunu, “kuvvetler ayrımı” olup olmadığını göstermeye yeter.
Danimarka’daki meslektaşları, 37. turda başkan seçen, bu seçimlere cumhurbaşkanının karıştığı söylenen Yargıtay ve üyeleri hakkında ne düşünürler acaba?
Yargıtay, bu ülke insanlarının hukuksal sorunlarına çözüm beklediği hukukun Kâbe’si diyebileceğimiz bir yer.
Cezaevinde tahliye tarihi geldiği halde Yargıtay’dan dosyası dönmediği için yatanlar oldu/oluyor bu ülkede.
Yasal faizin yüzde 9 olduğu bu ülkede pul olmuş alacaklarına 10 yıl sonra kavuşanlar var.
Mehmet Şimşek, endeksteki 117. sıra gerçeği önünde dururken dünyadan ne kadar para bulacak ya da bulamayacak sanırım biliyordur.
Göreve geldiğinde “rasyonalite” demişti zira.
Hukuk ve demokrasi olmadan rasyonalite olmuyor… Hayat bütün örnekleriyle bunu bize gösteriyor.