Osmanlıcılık ve Türkler

Osmanlı devletinin resmî ideolojisi Türk milliyetçiliğini dışlıyor muydu?

Osmanlı aidiyetinin zamanla, imparatorluğun bütün ahalisini kapsar bir üstkimlik hâline geldiğini konuşuyorduk. Daha doğrusu, “Osmanlıcılık” adını verdiğimiz resmî ideolojinin tüm gayreti, etnik ve inanç farklılıklarının üstüne çıkarak “Osmanlılık” ekseninde yeni bir kimlik ve “Osmanlı” adı altında yeni bir millet oluşturmaktı.

Bu resmî milliyetçilik projesinin ne kadar başarılı olduğunda ise, nereden, ne zaman ve nasıl baktığınıza bağlı olarak, rivayet muhteliftir. İmparatorluk, bu ideolojinin her türlü resmiyet seviyesindeki mevcudiyetine rağmen dağılmaktan kurtulamamış mıdır? Yoksa milliyetçilikler çağında ve Batı’nın şedit bir biçimde Yeni Kolonyalizm yaptığı bir zamanda bu ideolojiye yaslanarak ömrünü mü uzatabilmiştir? Osmanlının sonunda ortadan kalkarak Türkiye Cumhuriyeti’ne dönüştüğü muhakkak ama bu imparatorluğun resmî ideolojisinin ve iç düzeninin iflasından mı kaynaklanmıştı, yoksa I. Dünya Savaşı’nın dayattığı doğal olmayan bir ölüm müydü? Dahası, Osmanlıcılık her durum ve koşulda Türk milliyetçiliğini dışlayan veya onun karşısında bir ideoloji miydi?

Bu soruların cevaplarının çok düz olamayacağının farkındayım ama herhangi bir cevaplama çabasında bilinmesi elzem olan husus, imparatorluk ahalisinin bu resmî ideolojiyi ne kadar benimsediğidir. Burada ise hiç değilse Türkiye’de, yerleşmiş kanaatler var. Osmanlıcılık ideolojisinin gayrimüslimlere hiç hitap edemediği ve onların arasındaki milliyetçilik cereyanlarını önleyemediği, Müslümanların değişen oranlarda destekledikleri, özelde Türklerin ise “kendi aleyhlerinde olmasına rağmen” bu ideolojiyi canla başla savundukları yolundaki görüşler sıkça tekrarlanır. Türklerin tavrı, Osmanlı döneminde Türk olduklarının bilincinde olmadıkları veya ancak Osmanlılık ve Osmanlıcılıktan kurtulduktan sonra Türk milliyetçiliğine başladıkları teziyle açıklanır. Bu yaklaşımın, imparatorluğun dağılmasını açıklarken önerdiği bir de kronoloji var: Önce gayrimüslimler, sonra Türk olmayan Müslümanlar en sonunda, herkesin ayrılıp gittiğini gördükten sonra, bir nev’i çaresizlikten dolayı, Türkler milliyetçilik yapmaya başlamış. Hâliyle, Osmanlı da, Türklüğü önceleyen ve dışlayan bir kimlik olmaktadır. Osmanlı’nın gitmesi gerekir ki Türklük onun yerine geçebilsin!

Her türlü genellemede olduğu gibi bunların da sorunlu olduğunu ve tarihî gerçekleri açıklama güçlerinin düşük olduğunu düşünüyorum. Evvela, yukarıda özetlemeye çalıştığım düşünce çizgisi ancak Osmanlı’nın ortadan kalktığı veya kalkmaya yüz tuttuğu bir dönemde geliştirilebileceği için, tanım gereği, geçmişi kendi gününden geriye doğru okumakla tutturulabilecek bir çizgidir. Meselâ, Yahya Kemal, İleri gazetesindeki 24 Nisan 1921 tarihli “Ders” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“Cedlerimiz Osmanlı namını doğru kullanırlardı, hükümete bir hizmetle bağlı olmayan Türkler ve bütün ümmet-i Muhammed bu unvanı taşımazdı. (…) Tanzimat paşaları, Avrupa’ya o yarım yamalak vukuflarıyla, devletin bütün tebaasını yoğurup yeni bir millet imal etmeye savaştıkları zaman, eserleri olan ucubeye bu unvanı taktılar. Bu mübarek unvanı tabii Müslümanlar benimsediler, lâkin Hıristiyanlar üzerlerine bile alınmadılar (…).

Eğer bu Osmanlı unvanı sadece bir unvan bahsinden ibaret kalsaydı yanmazdık; yazık ki Midhat Paşa gibi ayârı halis Türkleri bile cazibesine kaptırdı da, kırk seneden beri içinden çıkamaz bir işe girdik. (…) Ancak âhır zaman ulemasının Osmanlılık hülyasında bizler, biz Müslümanlar yandık. Son asırda kaybettiğimiz en mühim şey bu millî idraktir. Diğer milliyetler ‘Osmanlılık’ siyasetini bir fırsat saydılar, var kuvveti bazuya vererek bir millî kütle oldular (…) Seksen senelik bir lâf olan ‘Osmanlılık’ siyaseti mütarekeden sonra bütün çehresiyle sırıttı, Hıristiyan ekalliyetlerin bâ-muahâde ayrıldıktan sonra ise yâdı bile gülünç olur.”

Millî Mücadele’de Ankara’dan yana bir yazar olarak Yahya Kemal’in temel kaygısının siyasî olduğunu ve “Osmanlı” sisteminin iflas ettiğini göstermeyi amaçladığını söylemeliyiz. Fakat kaçınılmaz olarak geçmiş ile ilgili yargılarda da bulunmaktaydı. 23 Mart 1921’deki “Yuvaya dönüş” başlıklı yazısı da “saltanat” (imparatorluk) ve onun resmî ideolojisi Osmanlıcılık aleyhine şairane ve güçlü tesbitlerle doludur:

Saltanat hayatından millet hayatına dönüş bazı unsurlara öyle ağır görünür ki ya Romalılar gibi dönmektense ölürler yahut da İspanyollar gibi döner lâkin eski saltanatın altın rüyasına dalar, yarı ölü, yarı sağ yaşar, bir türlü yeni bir hayata giremezler. Biz Türkler bugün talihin bu merhalesinde bulunuyoruz (…)

Eğer Osmanlı saltanatı son zamanlara kadar üç kıta-i arz üzerinde oturabildiyse, asıl temeli olan Türk milletinin zararına oturdu! (…) Hakikatte Avrupa büyük saltanatının ülkesinde ticaretini işletiyor, paşalar istikraz ediyor, Türklere sonsuz hudutları bekletiyorlardı. O iyi günleri ananlar ‘Ne iyi günlerdi’ dedikleri zaman sormalı: ‘Evet çok iyi günlerdi. Lâkin kimler için?’ Evet, o iyi günlerde Türk milleti bir kapı halkının saadeti için hem hâlini feda ediyordu, hem de istikbâlini…(…) Türk milleti adını bile sevmeyen bir kapı halkının saltanat siyaseti uğrunda hiçbir zaman kendine ait olmayan ülkeleri müdafaa etmek için asırlarca ordular çıkardıktan sonra, İzmir’de Yunan düşmanı karşısında kendi öz vatanını müdafaa etmek için ordusuz kaldı.”

Temsil niteliğinin yüksek olduğunu ve Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’na ve Osmanlıcılık ideolojisine bakışı iyi yansıttığını düşündüğüm için genişçe alıntıladım ama Osmanlıcılık ideolojisini değerlendirirken, Osmanlı ile siyasî bir zıtlık döneminde geliştirilen bu görüşlerden çok, o ideolojinin, çalışır bir durumda olduğu zamanları dikkate almanın daha doğru olacağı aşikârdır. Burada ilginç olan, bir kriz dönemi sırasında geliştirilen görüşlerin nasıl sabitleştikleri ve kalıcı hâle gelebildikleridir. Geçmişe daha serinkanlı bakan ve kendisini birtakım şablonlar ile kısıtlanmış görmeyen günümüz tarihçiliğinin, Yahya Kemal’in yazılarında tecessüm eden bu görüşlerden daha farklı Osmanlıcılık değerlendirmeleri yapacağı ise izahtan varestedir. Mesela, Michelle U. Campos’un 2011 tarihli çalışması, eşit ve hür vatandaşlık kavramına dayanan Osmanlılık fikrinin Filistin gibi bir bölgede ne denli kök salmış olduğunu vurguluyor. “Osmanlı Kardeşler” adlı bu çalışma, Osmanlıcılık düşüncesinin, Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudileri aynı kolektif kimlik altında birleştirmek hasebiyle, Britanya işgalinden sonra Filistin’e hâkim olan çatışma kültürüne karşı geçerli olabilecek bir alternatifi ta 1917’ye kadar nasıl yaşattığını bizlere gösteriyor. (Bkz. Ottoman Brothers. Muslims, Christians, and Jews in Early Twentieth-Century Palestine)

17-01/01/untitled-1-1483223639.jpg

Dolayısıyla, Müslüman Osmanlıların ve Türklerin, Osmanlılık düşüncesine, artık o imparatorluğun çöktüğünün tebellûr ettiği bir zamanda değil de daha öncesinde nasıl yaklaştıklarına bakmak daha isabetli olur sanırım. Burada da belki ilk söylenmesi gereken, sonradan şekillenen birtakım görüşlerin aksine, en azından bazı Osmanlıların, kendi Türklükleri ve Osmanlı aidiyetleri arasında bir tezat görmedikleri, bazıları içinse bu kimliklerin birbirinin yerlerine kullanılabilir durumda olduklarıdır.

Mesela, renkli bir kişilik olan Jön Türklerden Ubeydullah Efendi, 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı’ndan sonra şöyle demekteydi:

“Benim gazete çıkarmaktan maksadım hadisat ve vukuat-ı rûz-merrenin benim efkârımda hâsıl ettiği tesiri söylemektir (…) Ben Müslümanım, Türküm, Osmanlıyım, Memleket-i Osmaniye denilen memleket ahalisindenim. (…) Ben beş seneden beri Amerika ve Avrupa’da seyahat etmekteyim. Bu memleketlerde neşrolunan ceraid ve resaili görüyorum. Bu matbuatın muhteviyatının yüzde doksan dokuzu Müslümanları, Türkleri, Osmanlıları, Memâlik-i Osmaniye ahalisini cihanın en alçak milleti, en vahşi kavmi, en rezil halkı olmak üzere tasvir ediyor.”

Ubeydullah Efendi herhalde ülkesinde etnik ve dinî aidiyet açısından başkalarının da olduğunun farkındaydı ama burada Osmanlı’ya aidiyetini kendi Müslüman-Türk kimliği üzerinden kurguladığı dikkat çekiyor. Saray’a yazdığı bu mektupta II. Abdülhamid’in de “nesl-i pâk-i Etrak’den” (Türklerin temiz soyundan) geldiğini vurgulamasının ise imparatorluk döneminde şekillenmekte olan Türk milliyetçiliği açısından bir önemi olsa gerektir.

17-01/01/1kr11ikinciabdulhamid.jpg

Esasen bu 1897 savaşının münhasıran Türk veya Osmanlı-Türk milliyetçiliği üzerinde ciddî bir etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Mehmed Emin’in [Yurdakul] bu savaş dolayısıyla yazdığı ve “Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur” şeklinde başlayan meşhur şiirinin, bugün sunulduğu denli bir istisna olmayabileceği yolunda kanıtlara sahibiz. Mesela, Alemdar Yalçın’ın 30 sene kadar önce yayımladığı ve yine Osmanlı-Yunan Savaşı sırasında halk için yazılmış olan anonim bir destanda şu ifadeler vardır:

“Mülkümüze temel atan arslandır

Ertuğrul’un oğlu Sultan Osmandır

Osmanlılık bize andan nişandır

Türkler için ölmek gavgada şandır

Sultan Hamid bizim gazi babamız

Sayesinde sağlamlaşır yuvamız

(…)

Kuzu gibi gören Türk’ü aldanır

Ateşe saldır da bak ne canlanır

Yunan iş görecek tüfektir sanır

Gözü olan buna nasıl inanır

Osmanlı Milleti gelmez şakaya

İndirir lobudu hemen kafaya.”

Türk ve Osmanlı kelimelerinin birbirlerini pekiştirerek kullanılmalarındaki kolaylığa bakarak diyebiliriz ki Yahya Kemal’in tabiriyle “Osmanlılık siyaseti” yani Osmanlıcılık ideolojisi Türk milliyetçiliğini gerekli olarak dışlamıyor; Türk milliyetçiliği, devletin resmî ideolojisine kolayca eklemlenebiliyordu. Osmanlı devletinin “bilâ tefrik-i cins ü mezheb” diye özetlediğimiz resmî siyaseti, imparatorluğun son demlerine kadar terk edilmemişken bunun yapılması fevkalâde önemlidir. Osmanlıcılık ideolojisinin sanıldığından daha girift ve çok hücreli olduğu anlaşılıyor. Nitekim Cemal Paşa gibi bazı Osmanlı siyasetçileri, Osmanlıcılığın Arap milliyetçiliğine de elvereceğini düşünmüşlerdi. Hâl böyleyse acaba gayrimüslimler canibinde vaziyet nasıldı, meselâ hem Rum milliyetçisi hem Osmanlıcı olmak mümkün müydü?

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum