Deprem konutu yapmak kimin görevi?

Gazete haberlerini okuyan, TV haberlerini seyreden insanların çok büyük bölümü doğru bilgiye ulaşmak peşinde değiller. Kendi duruşlarını teyit edecek, tasdik edecek veya haklı gösterecek şeyler görmek peşindeler çoğunlukla.

Bu ortamda gazetecilik de “nabza göre şerbet verme” işine dönüşüyor ister istemez. İşte bu yüzden, Hatay’da inşa edilen depremzede konutları hakkında yazıp yazmamayı epeyce düşündüm. Çünkü evsiz, barksız solakta kalmış, üç yıldır çadırlarda konteynerlerde yaşayan insanlarımızın başlarını sokacakları yeni evlere kavuşması sevindirici ama bunun “Hatay’ı ayağa kaldırdık, biz yapınca işte böyle yaparız” propagandası için kullanılması doğru değil. Etik açıdan da doğru değil realite açısından da…

İki ay önce Hatay’daydım, Antakya’da üç gün kaldım. Antakya benim gördüğümde maalesef hâlâ baştan başa enkaz halindeydi. Ne Habib-i Neccar Camii vardı ortada ne tarihî sinagog ve kiliseler ne Hatay Arkeoloji Müzesi ile Kent Müzesi ne Uzun Çarşı ile hanlar ne eski Antakya evleri ve konakları ne de şehrin bilinen diğer kültürel yapıları. Bunlarla ilgili başlatılan yeniden inşa, onarım ve restorasyon çalışmalarının ne zaman biteceği de belli değildi.

Oysa şehirlerin yalnızca fiziksel yapı stoklarından ibaret varlıklar olmadığı, sosyal ve kültürel dokularının kazandırdığı birer kimlik taşıdığı göz ardı edilmemeli. Bu konular “lüks” gibi de görülmemeli. Şehir kültürünü yaşatarak da bu iş yapılabilir, ruhsuz beton yığınlarından oluşan bir bina kitlesine “yeni şehir” gibi bir ad da verilebilir. Bu bir tercih meselesidir.

Demek ki bir şehri “ayağa kaldırmak” için dışarıda bir yerde TOKİ konutları yapmak yetmez. Öncelikle sosyal ve tarihi dokunun, sonra da ticari ve kültürel merkezlerin şehrin özgün kimliğine uygun şekilde canlandırılması gerekir. Böyle bir niyet, böyle bir özen, böyle bir vizyon görünmüyor maalesef. Yalnızca deprem yıkımını yaşayan şehirlerde değil, TOKİ’nin “dikey mimarisinin” girdiği bütün şehirlerde özgün tarihi ve sosyal dokuyu tahrip ediyoruz.

Dolayısıyla, geçen iki ay içinde bir mucize gerçekleşmediyse, “Hatay’ı yeniden ayağa kaldırdık” laflarının ciddiye alamıyorum şahsen. Şehrin ne halde olduğunu gözlerimle gördüm çünkü. Antakya’nın büyük bölümünde, özellikle tarihî şehir merkezinde hâlâ hayat yoktu ben gördüğümde. Hatta enkaz halindeki binaların birçoğunun yıkımı bile gerçekleşmemişti. Antakya dışında, Defne, Samandağ ve Kırıkhan ilçelerinde de yıkımın etkileri hâlâ hissediliyordu.

Ne var ki karşınızdaki devasa enkazın bir tarafında da devasa inşaat çalışmaları sürüyordu. Depremzede konutları yapılıyordu eski şehrin kıyısında. Sonuç itibarıyla, insanların bir bölümünü de olsa yeniden ev sahibi yapacak olan “afet konutları” tamamlanma aşamasına geldi. Bundan memnuniyet duymamız, teselli bulmamız gerekir. İlk aşamada önceliğin depremzede aileleri birer eve kavuşturmak olması da normal. Ama meseleyi inşaat yapmaktan ibaret görmek yanlış.

Umulur ki şehrin geri kalanı da bir an önce canlanır, en yakın zamanda Hatay sahiden ayağa kalkar.
Burada bardağın dolu tarafını da görmek lazım boş kısmını da. Depremin üçüncü yıl dönümü yaklaşırken afet konutlarında kura çekimi aşamasına gelindi. Evi barkı yıkılmış insanlarda sevinç ve ümit var doğal olarak ama ortada bir mucize yok.

Hükümet açısından ise yapılan iş bir görevin yerine getirilmesi. Oradaki inşaatı hükümet yapmayacak da Kanarya Sevenler Cemiyeti mi yapacak? Burada normal olmayan şey, birinin görevini yaptı diye alkışlanmak istemesi.

Kaldı ki 6 Şubat depreminde yıkımın ve kayıpların bunca çok olmasında geçtiğimiz yıllarda yapılan vahim yanlışların da payı az değil. O yanlışlar için sorumluluk üstlenmeyip yaşanan felaketin ardından depremzedelere çorba dağıttık, afet konutu inşa ettik diye övünmek doğru mu?

Diğer yandan, Türkiye’nin geri kalanının haberdar olmadığı irili ufaklı birtakım sorunlar yaşanıyor şehrin yeniden inşa çalışmalarında. Planlama aşamasından halkın görüşlerinin alınmadığı, kararların merkezden dikte edildiği gibi eleştirilerin yanı sıra deprem konutlarının kura yoluyla vatandaşlara teslim edilmesi sürecinde şeffaflık gösterilmediği yolundaki şikayetler de var. Projelerin uygulanışıyla ilgili maliyet hesaplamalarına ilişkin eleştiriler de ayrı bir konu…

Şimdi bardağın bu boş tarafına işaret ettiğimizde “hükümetin vatandaşlara verdiği sözü yerine getirmesinden” rahatsız olduğumuz, yani depremzede ailelerin en azından önümüzdeki kışı konteynerlerde geçirmekten kurtulacak olmalarından memnun olmadığımız sonucunu çıkarmak marazi bir tutumun ifadesi.

Eleştiri düşmanlık demek değildir. Yeri geldiğinde ikazdır, yeni geldiğinde itiraz. Her vatandaşın kendi istikbalini etkileyecek konularda fikrini açıklaması zaten en doğal hakkıdır. Eli kalem tutanların bunları dile getirmesi ise görevdir.

Bu ülkenin kurumlarını yönetme sorumluluğunu üstlenmiş kadroların yanlışlarını, eksiklerini söylemek kendi ülkemizin iyiliği için üstümüze düşen borç. Doğru olduğuna inandığınız işleri desteklemek de öyle. Ama bunu yaptığınızda iki tarafı da memnun edemeyeceksiniz tabii. Bu da ayrı bir mesele…

YORUMLAR (14)
14 Yorum
YORUM YAZ
İÇERİK VE ONAY KURALLARI: KARAR Gazetesi yorum sütunları ifade hürriyetinin kullanımı için vardır. Sayfalarımız, temel insan haklarına, hukuka, inanca ve farklı fikirlere saygı temelinde ve demokratik değerler çerçevesinde yazılan yorumlara açıktır. Yorumların içerik ve imla kalitesi gazete kadar okurların da sorumluluğundadır. Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır. Özensizce belirlenmiş kullanıcı adlarıyla gönderilen veya haber ve yazının bağlamının dışında yazılan yorumlar da içeriğine bakılmaksızın onaylanmamaktadır.