‘Aşk imiş her ne var alemde...’
Her şeyin pop kültüre indirgendiği, kimsenin sahici işlerle ilgilenmek gibi bir derdinin olmadığı, kalitesizliğin itibar gördüğü bir dönemde şiirden bahsetmenin, hele de Divan şiiri gibi medeniyetimizin büyük şairlerinin eserleriyle ilgili konuşmanın gerçekten hala bir anlamı var mıdır doğrusu çok emin değilim. Düşünün ki bu ülkede artık devlet televizyonunda bile Survivor mantığı ile Kuran’ı Kerim yarışmaları yapılabiliyor. Mesele bundan ibarettir, gerisi sadece hikaye...
İnanıyorum ki bu yarışma bile başlı başına şu anda içinde bulunduğumuz seviyesizlik halini anlatan en çarpıcı örnektir. Oysa bu ülkede İslam düşüncesine inananların büyük hayalleri vardı. Kültürel anlamda Doğu’yu da, Batı’ya iyi bilen, modern dünyayı doğru okuyan özgür ruhlu yeni nesiller sökün edecekti... Ve Türkiye şairleriyle, romancılarıyla, hikayecileriyle, dünya çapında müzisyenleriyle, mimarlarıyla, İbn Rüşt’ten, İbn Arabi’den ilham alan felsefecileriyle, pırıltılı bilim insanlarıyla dünyada marka değeri yüksek bir ülke olacaktı.
Özellikle 1970’li yıllardan bu yana İslami düşünce içinde yer alan ve belli bir okuma kültürüne sahip insanların önemli bir bölümünün zihninde pencereleri dünyaya açık yeni bir dünya tasarımı vardı. Ama bugün geldiğimiz noktada, bütün birikimlerin, modern dünya ile yarışma hedefine ayarlı medeniyet rüyalarının üstü sanki iktidar nimetleriyle örtülmüş gibi...
***
Ancak her şeye rağmen, Fuzuli’nin o ünlü beytinde olduğu gibi “Aşk imiş her ne var alemde...” diyerek yola çıkıp, bıkmadan usanmadan büyük hayallerimize bıraktığımız yerden devam etmek gerekiyor.
Eğer bu toprakların kültürel mirasını içselleştirerek yeni eserler yaratacak özgür ruhlu nesillerle bir kültürel Rönesans gerçekleştiremezsek, bilelim ki başka coğrafyalardan birileri gelip derdimize derman olmayacaktır. Kimse bize bizden fazla yanamaz... Fuzuli’nin gazelindeki şu iki beyit sanki bugünler için yazılmış gibi...
/Ne yanar kimse mana ateş-i dilden özge/
Ne açar kimse kapım bad-ı sabadan gayrı/
(Bana gönlümün ateşinden başkası yanmaz, üzülüp acımaz. Kapımı da rüzgardan başka açan olmaz)
Divan şiirimizin büyük ustalarından olan Fuzûlî acının şairidir. Aşkın acıtan yönünü dile getirir. Ona göre “hakikî şiir” elemden ve dertten bahseden şiirdir. Hiç kuşkusuz bu acının temelinde yaşadığı coğrafyanın etkileri de vardır. Badat’ta yaşadığı yıllarda iç çekişmelere ve kanlı mücadelelere şahit olmuştur. Bunlardan en elim olanı Kerbela faciasıdır.
Şu dizelerdeki aşk acısını tarif etmede kelimeler bile adeta kifayetsiz kalmaktadır...
/Aşk derdinden hoşem, el çek ilacımdan tabip/
Kılma bana derman ki, helakım zehri dermanındadır/
Şair, sevgiliden ayrı kalmanın kendisini bir zehir gibi yavaş öldürdüğünü söylerken, aynı zamanda bu zehrin kavuşma panzehirini de bünyesinde taşıdığına inanmaktadır. Öyle ki kavuşma ihtimalini kavuşmaya tercih ettiğini, kavuşmaktansa ölmeyi yeğleyebileceğini söyler.
Yaşadığımız dönemin umutsuz ikliminden bakınca her ne kadar imkansız gibi gözükse de, keşke Doğu ve Batı uygarlığını tamamen özgür zihinlerle okuma gayreti içinde olan ve öncelikle de kendi medeniyetimizin kültürel mirasına gönlünü açan ufku geniş nesiller yetiştirmeyi başarabilsek...