Çözüm kapısını açacak iki anahtar
Sürecin başından itibaren, Cumhurbaşkanı Erdoğan ilk kez geçtiğimiz günlerde gelişmelere dair detaylı sayılabilecek bir bilgi verdi. PKK’nın çekildiğini, mağaraları boşalttığını vesaire açıkladı. Bunun söylemiş olmakla, süreçle yeterince ilgilenmediği eleştirilerini ortadan kaldırmış olmasa da bir kulağının çözüm sürecinde olduğunu hissettirdi. İşlerin yürümesi için iki elini de taşın altına koyması gerekiyor ama bu meseleyi çözmenin oy dengelerinde nasıl bir etki yaratacağını kestiremediğinden olacak; henüz asıl hamleleri yapmıyor. Yapmadığı gibi, öteden beri hiç benimsemediği bir yöntemi; meseleyi Meclis’in inisiyatifine bırakmayı da dert etmiyor. Muhtemelen bunu zaman kazanmak için en iyi yol olarak görüyor. Bu zamanı da Kürt seçmenin oylarını almak veya Kürtlerin muhalefete oy vermemesini sağlamak için değerlendirmeyi umuyor.
Bu yönüyle okunduğunda çözüm süreci Erdoğan için “siyasi hayatıma mal olsa da çözeceğim” türünden bir hedef boyutunda görünmüyor. Bilakis, siyasi gücüne zarar verecek olursa ya da böyle bir eğilim belirirse sürecin selameti de tehlikeye girebilir.
Tek mani oy hesabı da değil…
Suriye’de SDG’nin tıpkı PKK gibi tasfiyesinin de çözüm süreci şartları arasına girmesinden anlaşılıyor ki orada da bir problem var. Eğer Suriye’nin yeniden yapılanma mimarisi SDG’nin eritilmesi boyutunda bir çözüm şartına dönüşürse bu da çözüm sürecinin selameti açısından bir tehdit demektir.
Bir başka ifadeyle Türkiye, en başından beri Suriyeli Kürtler konusunda bir türlü tutarlı bir politika izleyememenin zorluğuyla yüzleşiyor.
Bütün bunlara rağmen çözüm süreci bu kez neticeye ulaşmak zorunda çünkü artık üçüncü denemedeyiz ve çözümsüzlük hayal kırıklığına yol açar. Bir kez olsun büyük bir meseleyi çözebileceğimizi göstermeliyiz.
Engellere rağmen süreci diri tutacak ve komisyondaki partilerin raporlarını bile beklemeden yapılacak bazı şeyler bulunuyor. Böylelikle, ortada bir pazarlık olmadığı, sürecin al-verlerle ilerlemediği kanaati de güçlenir.
Bunlardan birincisi kayyum uygulamasının acilen kaldırılmasıdır. Demokratik olmayan, seçmen iradesini yok sayan ve hiçbir şekilde sonuç da alınamayan bu büyük yanlışa son verilmelidir. Kayyum atamaları Kürt meselesini canlı tutan ve büyüten kararlardır. Devamının hiçbir bir izahı kalmamıştır. Bu iktidarın ürettiği bir yanlıştır ve pazarlık konusu edilmeden yine onlar tarafından kaldırılmalıdır.
İkinci önemli adım da Selahattin Demirtaş’ın bir pazarlık olmaksızın salıverilmesidir. Demirtaş’ı AİHM kararına rağmen içeride tutmanın hukuken izahı yok, siyaseten de anlamsızdır. Serbest bırakılması lütuf değil haktır. Başka izaha ihtiyaç duyulmaksızın salıvermenin hukuk devletinin gereği olduğu açıktır. Ayrıca, Demirtaş’ı hapse atmak da hak ettiği halde çıkarmamak da iktidarın Kürt meselesini büyüten yanlışlarındandı. Yine iktidarın AİHM kararını uygulayarak bunu halletmesi isabet olacaktır.
Her iki konu da pazarlık dışında kalmalıdır. Aksi takdirde kaliteli bir çözümden söz edilemez.
Bu adımları atmak Cumhurbaşkanı’nın ve Cumhur İttifakı’nın özgüvenini yansıtır. Sürecin pazarlıkla yürümediğini gösterir ve epeyedir enerjisi düşen çözüm sürecini ayağa kaldırır. Kaldı ki ittifak ortağı MHP’nin ve Bahçeli’nin de şiddetle istediği bunlardır. Yani, yolun yarısı zaten geçilmiştir.
Erdoğan’ın elinde sürecin kapısı ardına kadar açacak iki anahtar vardır ve bunları kullanarak çözümü kalıcı ve pazarlıksız şekilde isteğini gösterme imkanına sahiptir.
