Kurgusal düşünce
Nietzsche otuz beş yaşına geldiğinde akademiyi ve akademik felsefeyi terk ederek İsviçre ve İtalya dağlarına gitti. On yıl boyunca ruhen ve bedenen ıstırap çekti; kendini bir felsefi ve edebi yaratım çılgınlığına zorladı. Ortaya çıkan eserler kısa, özlü ve sistematik olmayan zekâ patlamalarıdır, 19. yüzyılın akademik yazılarından çok dini liderlerin kadim öğretilerine benzer.” (Akılcılıktan Varoluşçuluğa, Robert C. Solomon, çeviren Reha Kuldaşlı, Türkiye İş Bankası Yayınları, İstanbul, Ağustos 2020, s. 199) Burada alıntıladığımız bu pasaj oldukça basit ve sıradan görünürken aslında Nietzsche felsefesinin karakterine ilişkin temel ipuçları veriyor. Pasajın daha ilk cümlesi Nietzsche’nin ileride yazısının gücüne güç katacak çok başarılı bir filoloji eğitimi almış ve çok genç yaşta kendisine profesörlük teklif edilmiş olmasına rağmen çok katı ve adeta sınırlayıcı olan akademik ve demek ki düşünmeyi belirli sınırlar içine tıkan ve hatta sakatlayan sistematik düşünmeyi reddettiğini, daha sonra onu düşünsel bakımdan özgürleştiren ‘özgür ve vahiysel’ düşünme çabasını tercih ettiğini göstermektedir. Yazdıklarında “19. Yüzyılın akademik yazılarından çok dini liderlerin kadim öğretilerine benzer,” denilerek vurgulanan da aslında onun ilhama dayalı bir düşünceyi edebi bir dille fragmanter yazıya başvurarak ifade ettiği belirtiliyor. Şiirsel düşünme yoluyla ve kendi varlığı üzerinde yıkıcı deneyler yapılarak varılan bu düşünceler bu düşünsel harareti yansıtacak şekilde yakıcı, lirik ve şiirseldir: Sanki düşüncenin şiirselleştirilmesi, daha doğrusu şiirin düşünceleştirilmesidir. İlk cümlede ayrıca “İsviçre ve İtalya dağlarına gittiği” de vurgulanıyor ki bu Nietzsche’nin genel ve gündelik topluluklar içinde yaşamaktan kaçtığını, onun sınırlı, belirli ve alışıldık düşünme ve yaşam biçimlerinden uzak durarak kendini özgür ve sınırsız, hatta sınırları yerle bir eden bir düşünme biçimini hedeflediğini gösteriyor. İsviçre ve İtalya dağlarında yerden çok gökyüzüne yaklaşarak, yerçekiminden (yerçekiminde kastımız Avrupa düşüncesinin kalıplaşmış ve yozlaşmış ve katılaşmış düşünceleridir) kurtularak uçuşan düşüncelere (ancak edebi bir dille ifade edilebilecek sınır-aşan düşüncelerdir bunlar) yaklaşmak istediği, sık sık yer değiştirerek yerleşiklikten uzak bir yersiz-yurtsuzluk içinde düşüncenin ufuklarını zorlayarak, düşüncenin hiçbir noktasına yerleşmeden yeni ve şiirsel düşünceye yaklaştığı münzevi bir hayatı seçtiği söylenebilir. Münzeviyken “çılgın kalabalıktan uzak” “çalkantılı ruhsal ve düşünsel dünyasına” gömülebileceği, kendi dünyasının koşullarına göre istediğince yaşayacağı bir dünya yaratmıştır kendisine. Nietzsche kendini ısrarla takip etmekten ve kendine bütünüyle teslim olup sadık kalmaktan vazgeçmemeyi bu yaşam/a biçiminden öğrenmiştir. Bunun temrinlerini de yapmıştır.
Alıntılanan pasajda “on yıl boyunca ruhen ve bedenen ıstırap çekti; kendini bir felsefi ve edebi yaratım çılgınlığına zorladı,” denilerek şair-filozofun ruhen ve bedenen kendi üzerinde acımasız deneyler yaptığı, algılama biçimini parçalayıp yeni algılara ulaştığı ima ediliyor. Ki Nietzsche gerek bedensel hastalıkları (şiddetli baş ağrıları çekiyor ve iklim değişikliklerinden aşırı etkileniyordu) gerekse de ruhsal çalkantıları yaşayarak bütün bunların kendisine açtığı sapa yollara girme, henüz düşünülmemiş olanı düşünme, kimsenin gitmeye bile cesaret edemeyeceği bilinmedik yerlerin tekinsiz düşüncelerine ulaşma imkânını yaratmıştır kendisi için. Istırap çekti, evet, ama bu kendisinin yarattığı ve kendini esirgemeden içine attığı bir ıstıraptır, zira ruhen ve bedenen çekilen ıstırap insanı eğer büker, düşünmesini olgunlaştır4ır ve derinleştirir. Nietzsche bu şekilde kendisini düşünmenin koyu karanlık çok derin kuyularına atmıştır. Bu bakımdan çağdaşı şair Arthur Rimbaud’nun şiirde yaptığını, Nietzsche’nin düşüncede yaptığını söyleyebiliriz: “Bütün duyuları karıştırarak yeni algılara ulaşmak.”
Düşünürün felsefesinin temelini oluşturan “Dionysos Nietzsche’nin neredeyse bütün düşüncesini kat eden asli mitsel figürdür. Olympos Pantheon’unda yer almayan, aralarına kabul edildiğinde bile hep ‘öteki’ kalan, kökeni belirsiz, yerleşik bir tapınağı bulunmayan, esrik, coşkulu, hafif, neşeli, oyuncu, dansçı, yabanıl, çokluğa açık, tüm biçimlerin ve tanımların ötesinde, acıları dağıtan, bağları çözen, fantazya ile gerçek arasındaki sınırları bozan, insan göçüren, varlıklar arasındaki mesafeyi kaldıran, Mainad-kadınlarla ve melez Satirlerle çevrili, efemine-sahte erkek Dionysos ebedi yaşamın arketip imgesi ve yeniden doğuşun tanrısıdır; onun onuruna söylenen dithramboslar bile iki kez doğmuş olmanın işaretini taşırlar”. (“Nietzsche’nin Dionysosları: ‘Dionysosçu olan nedir?’ Sorusunun Yanıtlanamayışı Üzaerine”, Nazire Kalaycı, Tanıdık ve Yeni: Nietzsche’de Aşırılık, Yaşam ve Kendi içinde, Pinhan Yayınları, İstanbul, Ocak 2021, s. 31) Nietzsche “tüm biçimlerin ve tanrıların ötesinde” olan Dionysos ayinlerinde söylenen dithramboslardan ilham olarak Dionysos Dithrambosları (Türkiye İş Bankası Yayınları) adlı bir de dithrambos/şiir kitabı yazmıştır. Bu kitap şair-düşünürün düşünceyle şiiri harmanlamasının, aslında düşünceye şiirin kapsından girdiğinin bir kanıtıdır.
İşte bu düşünceye şiirin kapısından girmek sözünü ettiğimiz “kurgusal düşünce”nin kendisidir. Nietzsche elbette ki hiç kuşkusuz kendisinden önceki felsefeyi çok ayrıntılı bir biçimde biliyordu ve onun üzerine çok düşünmüştü. Ama akademik dilin kendi hayatından ve duygusal ve düşünsel patlamalarından hız alan düşüncelerini ifade etmekte yetersiz kalacağını da biliyordu. O düşünceden kalkarak ve bir mantık silsilesini izleyerek düşüncenin dar sınırları içinde kalmak istemiyor, aksine düşüncesini şiirleştirerek zayıf dünya insanına seslenmek, onun varlık ve varoluş seviyesini yükseltmek, ona yeni düşünüş ve varoluş kapıları açmak istiyordu. Bunu da ancak kendisinden gelen felsefelerin yetersizliklerini aşarak yapabilirdi.
Bir de Nietzsche’nin Batı ve Hıristiyanlık değerlerini yerle bir edip yeniden değerlendirip yeni değerler yaratmaya çalışan bir yaşam ve ahlak düşünürü de olduğu hiç unutulmamalıdır.