AK Partili bir okurla sohbet
Okuyucu yorumlarını, ülkenin kültür sosyolojisine dair veriler olarak gördüğümü biliyorsunuz. Bugün de AK Parti iklimini yansıtan bir okurumla gıyaben sohbet edeceğim.
Kişi başı gelirin son on iki yılda 12 bin küsur dolardan 17 bin küsur dolara çıkmasının başarı olmadığını yazmıştım.
Bir okurum şöyle diyordu: “Gezi Kalkışması, Genelkurmay bildirisi, kapatma davası, 15 Temmuz olayı gibi olaylar olmasa idi demek ki 30bin dolar da olurdu. Bunları da yazmanız gerekmez mi?”
Şimdi bunu tahlil edelim.
GENELKURMAY, PARTİ KAPATMA
Öncelikle olayları doğru tahlil etmek için “kronoloji”yi gözden kaçırmamak lazım.
Sayın okurumun bahsettiği olaylardan “e-muhtıra” denilen Genelkurmay bildirisinin tarihi 27 Nisan 2007’dir. “Parti kapatma davası” ise 2008 yılı içinde açılmış ve hazine yardımının yarısının kesilmesiyle sonuçlanmıştı.
Bu iki olay, iktidarın Avrupa Birliği kıstasları yönünde reformlar yaptığı, ülkeye büyük çapta yatırımlar geldiği dönemdedir. Bu dönemde Erdoğan kuvvetler ayrılığını, Merkez Bankası bağımsızlığı, kendi ifadesiyle “evrensel hukuk normlarını” savunuyordu, politikaları bu yöndeydi… Kemal Derviş’in reforme ettiği sağlam bir ekonomik yapıyı da devralmıştı.
3 bin dolardan 12 bin dolara bu ilk on yılda çıktık.
GEZİ OLAYLARI VE EKONOMİ
Gezi olayları ekonomiyi nasıl etkilemişti? Bu sorunun cevabını iktidarın ya da muhalefetin konuşmalarına bakarak bulamayız. Ekonomik verilere bakmak lazım. Mesela TÜİK rakamlarına…
Hatırlayalım, Gezi olayları 2013 Mayıs-Temmuz aylarındaydı.
Ekonomimiz, TUİK’e göre 2012’de yüzde 2.2 büyümüştü. (BloombergHT, 1 Nisan 2013)
Gezi olaylarının yaşandığı 2013 yılında ise, Türkiye’nin büyüme oranı yüzde 4 olmuştu. (BloombergHT, 3 Mart 2014)
Hatta 2013’ün ikinci yarısında büyüme oranımız, ilk yarıdan yüksekti!
Bizzat Başbakan Erdoğan da “Türkiye’nin ekonomik büyümesinin devam ettiğini” belirtmişti. (17 Eylül 2014)
Gezi olaylarıyla ekonomi arasında kuvvetli bir etkileşim olmadığı açık. Sonraki yıllarda ekonomi politikalarındaki yanlışları örtmek üzere, Gezi olayları ekonomik felaket yaratmış gibi gösterildi.
15 TEMMUZ VE EKONOMİ
15 Temmuz darbe teşebbüsünün başarısı Türkiye için Cumhuriyet tarihinde görülmedik bir felaket olurdu. Ordu ve Emniyet’in rejime sadakati ve halkın da darbeye kitleler halinde tepki göstermesi darbeyi bastırdı. 16 Temmuz sabahı, demokrasi güçlenmişti. Ardından gelecek CB sistemi ayrı konu…
Başbakan Binali Yıldırım, on gün sonra Bloomberg’e şöyle diyordu:
“Darbe işi tamamen bizim devletimizin, milletimizin dirayetiyle 8-10 saatte def ettiğimiz bir meseledir… Ekonomiyi altüst edecek, bütün değerleri altüst edecek bir değişim yaşanmadı. Hafif borsada düşüş, kurda hafif bir yukarıya doğru hareketlenme var. Faizde de politika faizinde de çok hafif bir kıpırdanma var. Ama bunlar geçici.” (26 Temmuz 2016)
Öyle ki Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “OHAL’i 40-45 günde kaldırmayı planladıklarını” söylemişti. (21 Temmuz 2016)
OHAL’in verdiği denetimsiz yetkileri kullanmak için iki yıl uzatıldı, ayrı konu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bir yıl sonraki verilere dayanan değerlendirmesi şöyleydi:
“Zor dönem geride kaldı. 15 Temmuz darbe girişiminin ekonomik ayağı bertaraf edildi” (9 Nisan 2017)
Ekonomideki iniş ve çıkışların sebeplerini ekonomide, ekonomik faktörlerde aramak lazım.
GERÇEKLERİ ARAŞTIRMAK
Belli ki, iktidarın ilk on yılında rasyonel ve reformist politikalar, dış yatırım da çekerek, kişi başı gelirimizi yılda 900 dolar büyütmüştür… Başarıydı bu.
Sonraki yıllarda “faiz sebeptir” gibi heterodoks politikalar, seçim ekonomileri, Merkez Bankası bağımsızlığının kaldırılması, yargı bağımsızlığıyla ilgili sorunlar ve özellikle CB sisteminin kurduğu yönetim tarzı Türkiye’yi on yıl süreyle “rasyonel zemin”den uzaklaştırdı. “2023 Hedefleri”nin yarısı civarında kaldık.
Görülüyor ki, gerçekler zihnimizin içindeki ön-kabullerde değildir. Zihnimizin dışındaki olgularda ‘mafhuz’dur. Araştırarak, verilere bakarak ulaşılabilir.
Yanlışları görmemek, eleştirmemek, düzeltilmesini de engeller, büyük hasar yaratır.
Ben ilk dönemdeki reformist politikaları destekledim; Turgut Özal ve Kemal Derviş’i destelediğim gibi… Son on yıldaki heterodoks ve otoriter politikaları yanlış buluyorum, eleştiriyorum.
