İmparatorluk özlenir mi?

Zihnimizdeki çelişkilerden biri, hem çok uluslu Osmanlı imparatorluğunu özlemek, hem milli devlet (ulus devlet) kurumunu savunmaktır.

Lozan’ı eleştirenler hâlâ 2.5 milyon kilometre kare topraklarımızı kaybettiğimizi söyleyebiliyorlar.

Osmanlı kültür mirası ve bıraktığı maarif, yargı, meclis, ordu gibi kurumlar elbette çok büyük değere sahiptir ama içinde bulunduğumuz çağda imparatorluk özleminin hamasetten başka bir anlamı olabilir mi?

RUMELİ’DE MİLLİYETÇİLİK

Merhum Kemal Karpat’ın “Osmanlı Nüfusu” adlı kitabındaki istatistiklere göre, 1820 yılında Osmanlı Avrupasında Müslüman nüfus oranı yüzde 32’den ibaretti.

Sürdürülebilir miydi?

1878 (Plevne) savaşı felaketindeki büyük toprak kayıpları ve göçler sonunda bu oran 1890’larda yüzde 47.5 olmuştu. Fakat bunun yüzde 9.9 puanı Arnavut’tu, onlar da 1912’de Osmanlı’dan ayrılacaklardı.

Rumeli’deki Sırp, Rum ve Bulgar nüfus daha eğitimli ve şehirliydi. Ayrılıkçı milliyetçilikleri gelişmiş, silahlı “komitalar” ortaya çıkmıştı.

Asayişi sağlayamayan Abdülhamid Makedonya’da mecburen İtalyan General Di Giorgi komutasında uluslararası jandarma kurulmasını kabul etmişti! Bu tür tavizlerle devletin ömrünü uzatıyor, içeride modern eğitimi yaymaya çalışıyordu.

Abdülhamid’in büyük sadrazamlarından Sait Paşa, anılarında, Sırbistan ve Bulgaristan’ın (ve Yunanistan’ın) eğitim ve ekonomide ileri gittiğini, Makedonya’daki soydaşlarının da bunun cazibesiyle Osmanlı’dan çıkıp o devletlere katılmak istediklerini, “komita”ları desteklediklerini, devletin çaresizliğini anlatır. (Cilt 2, s. 219 vd)

Ziya Gökalp de “Arnavut Doktor” örneğinde aynı sorunu yazmıştı.

İNEĞİ KİMLER SAĞIYOR

Osmanlı’da Türkler yıllarca askerlik yapar, bu yüzden nüfus artışı çok düşük kalır, eğitim ve ekonomide de ileri gidemezlerdi. Türklerin can ve kan vererek korudukları topraklarda, ayrılıkçı unsurlar ve yabancı firmalar servet kazanırdı.

Kalem dergisinin 22 Temmuz 1909 sayısındaki şu karikatür her şeyi anlatıyordu: İneği asker koruyor, sütü başkaları sağıyordu.

19-11/12/ekran-resmi-2019-11-12-231241.png

1912 Sanayi Sayımı’na göre, Osmanlı coğrafyasındaki sanayi ve ticaretin sadece yüzde 19’u Müslümanların (Türklerin) elindeydi. Türklerde de milliyetçiliğin uyanmasının bir boyutu, köylü Türkleri eğitimli tüccar ve sanayici haline getirmekti. Bu konuda Tarihçi Zafer Toprak’ın “Milli İktisat” adlı eserini önemle tavsiye ederim. (İş Bankası Yayınları)

Lozan’da niye en büyük kavgalar kapitülasyonlar ve borçlar konusunda yaşandı; niye nüfus mübadelesi yapıldı; açık değil mi?

HUKUK VE TEKNOLOJİ

19. asırda Büyük âlim Cevdet Paşa yeni topraklar fethetme psikolojisine karşı çıkıyor, eldeki devletin “muntazam” yönetilmesini, maarif ve iktisadın geliştirilmesini savunuyordu.

Namık Kemal, kargaşa (hâl-i iğtişaş) içindeki devlet yönetimini hukuka dayalı bir düzene kavuşturamazsak, sadık Ermenilerin de bir gün ayrılmak isteyeceğini yazmıştı.

Milli Mücadele’den sonra kurulan devletin “milli devlet” (ulus devlet) olması hem tarihin getirdiği bir zorunluluk, hem rasyonel bir tercihti. Ateşlerin yangınların içinden çıkarak yeni devleti kurarken maalesef aşırılıklar, ağır ızdıraplar ve şiddetli travmalar oldu.

Bunu konuşalım fakat bu, Mustafa Kemal’in ve muvafık, muhalif arkadaşlarının “ulus devlet” tercihinin doğru olduğu gerçeğini değiştirmez.

Bugün mesele, geçmişin kavgalarına saplanıp kalmadan, tarihten ders alarak Türkiye’yi kuvvetler ayrılığına dayalı bir hukuk devleti ve ileri teknoloji ülkesi haline getirmektir.

Vatanseverlik de milliyetçilik de insanlık da bunu gerektirir.

Taha Akyol ve Mustafa Karaalioğlu ile Ortak Akıl'ı izlemek için:

YORUMLAR (132)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
132 Yorum