Görüşler

Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe yazdı: Brexit İngiltere’nin son kararı mı?

Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe yazdı: Brexit İngiltere’nin son kararı mı?

İngiltere halkının Avrupa Birliği’nden çıkış kararı, bundan sonraki sürecin nasıl yürütüleceği sorusunu da beraberinde getirdi. Kadir Has Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nden Doç. Dr. Sinem Akgül Açıkmeşe, Brexit sonrası senaryoları kaleme aldı.

[Karar]
DOÇ. DR. SİNEM AKGÜL AÇIKMEŞE

23 Haziran’da Birleşik Krallık halkının %52’sinin Avrupa Birliği’nden ayrılma yönünde oy kullanmasının ardından, bu sürecin yasal temelini oluşturan AB Antlaşması’nın 50. maddesinin muğlak hükümlerinin her amaca uygun yorumları gündemdeki yerini aldı. 2009’da AB Antlaşması’na eklenen Birlik’ten ayrılış hükmünün Birleşik Krallık için işletileceğine dair resmi açıklamalarla beraber, söz konusu madde üzerinden AB-Birleşik Krallık arasındaki ilişkilerin nasıl yürütüleceği ve geleceğine dair farklı ve tartışmalı senaryolar üretiliyor.

İlk tartışmalı senaryolar serisi formel başvurunun Birleşik Krallık tarafından yapılıp yapılmaması ile ilintili. 50. maddeye göre, ayrılma kararını veren devletin AB Zirvesi’ne resmi olarak niyet bildiriminde bulunması gerekiyor.

Cameron, şubat ayında Avam Kamarası’ndaki konuşmasında ‘eğer Britanyalılar ayrılma kararı verirse bunun tek yolu var: Antlaşma’nın 50. maddesine başvurmak ve çıkış sürecini başlatmak’ açıklamasında bulunarak sürecin yasal boyutunun işletilmesi gerektiğinin altını çizmişti. Buna karşılık, Cameron referandumun sonuçlanmasının hemen ardından söz konusu niyet bildiriminin sorumluluğunu kendisinden sonra gelecek başbakana devretti. Böylece, Birleşik Krallık teknik olarak ekim ayına kadar zaman kazandı.

Birleşik Krallığın niyet bildiriminin yeni hükümet tarafından yapılması ve böylece 43 yıllık birlikteliğin sonlandırılması için düğmeye basılması ilk senaryo olarak karşımızda.

AB kurumlarının başkanlarının ve Almanya, Fransa, İtalya gibi üye devletlerin liderlerinin tek bir yol haritası var: Resmi başvuru olmadan, Birleşik Krallık ile formel ya da informel müzakereler yapılmayacak. Birleşik Krallık halkının kararı çerçevesinde, ayrılma başvurusunun hızla yapılmasını teşvik eden AB liderleri, 28-29 Haziran’daki Zirve toplantısı kapsamında Cameron ile görüşmelerinin ardından daha esnek bir söylem benimsemeye başladılar. Örneğin, Komisyon Başkanı Juncker çok samimi bir ifadeyle ‘Brexit’ taraftarı yeni bir başbakanın görevi devraldığının ertesi günü, AB’de kalınmasını destekleyen bir başbakanın ise 2 hafta içinde bu bildirimi Zirve’ye iletmesini beklediğini açıkladı. Bu çerçevede, her ne kadar geciktirilmesi gönülsüz olarak kabul edilse de AB için 50. madde çerçevesinde bir niyet bildirimi ‘olmazsa olmaz’lar arasında.

Birleşik Krallık açısından bakıldığında, 50. madde kapsamındaki niyet bildiriminin yeni hükümet tarafından yapılması ve böylece 43 yıllık birlikteliğin sonlandırılması için düğmeye basılması ilk senaryo olarak olarak karşımıza çıkıyor.

Resmi bildirimin yapılmasının ardından müzakerelerde ipler AB’nin eline geçeceğinden, bu adımın mümkün olduğunca geciktirilmesi müzakere taktiklerini belirlemesi amacıyla Birleşik Krallık için zaman kazandırıcı, akılcı bir çözüm. Dolayısıyla, başvuru sürecinin geciktirilmesi ve hatta AB’den ayrılmaktan vazgeçilmesi fikri diğer bir senaryo olarak tartışılıyor.

Demokratik prensipler ışığında halkın kararını göz ardı ederek, Birlik’te kalma kararının siyasiler tarafından verilmesi pek olası değil. Bu nedenle, AB’den ayrılmanın İskoçya ve Kuzey İrlanda’da yarattığı huzursuzluk ile iç politikada ortaya çıkan sorunların ve AB’den çıkışın yaratacağı siyasi ve ekonomik etkilerin halka daha iyi yansıtılması suretiyle ikinci bir referanduma gidilmesine yeşil ışık yakılıyor. İkinci referandum uygulaması AB bütünleşmesi tarihinde bir ilk değil.  Örneğin, Danimarka halkı 1993’te Maastricht Antlaşması’nın, İrlanda halkı ise 2002’de Nice Antlaşması’nın ve 2009’da Lizbon Antlaşması’nın yürürlüğe girebilmesi için AB’den alınan tavizlerle ve kampanyalardaki siyasi söylemlerin değişmesiyle ikinci kez referanduma gitmişti.

AB’ye resmi bildirimde bulunulması veya yeni bir referandum ya da siyasi bir manevrayla ayrılmaktan vazgeçilmesi gibi olasılıklıkların yanı sıra, Britanya’nın tek taraflı olarak AB üyeliğini feshetmesi de gündeme gelen diğer yöntemler arasında. Buna karşılık, ticaret ve güvenlik alanlarında AB ile ortaklığını sürdürmek isteyen ve bu yönde resmi açıklamalar yapan Birleşik Krallığın AB ile iplerini bir anda koparacak bu senaryoya sadık kalması pek gerçekçi değil.

Birleşik Krallık tarafından ayrılma bildiriminin resmen yapılması durumunda hangi adımların atılacağı, yani bildirim sonrasındaki sürece dair senaryolar 50. maddede sadece teknik olarak ifade ediliyor. Bu çerçevede, bildirim kararının ardından iki yıl boyunca veya oybirliği ile alınacak bir kararla daha uzun bir sürede müzakereler tamamlanacak.

İkinci referandum uygulaması AB tarihinde ilk değil. Örneğin Danimarka halkı 1993’te Maastricht Antlaşması’nın yürürlüğe girebilmesi için ikinci kez referanduma gitmişti.

Müzakereler tamamlanamazsa ya da müzakereler tamamlansa bile anlaşma bağıtlanamazsa Birleşik Krallığın üyelikten kaynaklanan hak ve yükümlülükleri otomatik olarak son bulacak. Bu formülde Birleşik Krallık herhangi bir geçiş düzenlemesi ya da istisnadan yararlanamayacak. Buna karşılık, belirlenen sürede AB içinde Avrupa Parlamentosu’nun onayı alınarak güçlendirilmiş nitelikli çoğunluk yöntemiyle (en az 20 ülkenin oyu ve AB nüfusunun en az %65’inin temsili) bir anlaşma sağlanırsa, Birleşik Krallığın ayrılışı her iki taraf için de mümkün mertebe sancısız gerçekleşecek.

AB Antlaşması’nın 50. maddesinde muğlak bırakılan müzakere pazarlık unsurlarına dair düzenlemeler hiç şüphesiz AB içi bürokratik usuller ve siyasi çıkarlar çerçevesinde şekillenecek.

Örneğin, Birleşik Krallık müzakereler sırasında AB iç pazarında kalıp kalmayacağı ya da hangi şartlarda kalacağı konusunun müzakerelerde gündeme geleceğine dair beklenti içindeyken, AB tarafı bu pazarlığa mevcut durumda sıcak bakmıyor. Hatta Komisyon Başkanı Juncker, 28 Haziran’da yaptığı açıklamada, AB iç pazarında kalmanın otomatik bir süreç olarak düşünülmemesi gerektiğini belirtti. Bir başka deyişle, Birleşik Krallık ayrılışının ardından, AB ile sürdürmek istediği ekonomik bütünleşme modelini İsveç, Norveç, Kanada örneklerine göre ya da kendine münhasır bir şekilde belirleyerek tekrar müzakere masasına oturacak. 29 Haziran’da gerçekleşen AB-27 toplantısında Birleşik Krallığın iç pazarda kalmak istemesi halinde, dört serbestiden biri olan kişilerin serbest dolaşımını da kabul etmek zorunda olduğu açık biçimde dile getirildi.

Sonuç olarak, müzakerelerde çıkış sonrası senaryolara dair hususların gündeme gelmesi beklenmese de AB bütünleşme tarihinde ilk defa işletilecek ve AB Başkanı Donald Tusk tarafından ‘boşanma’ olarak tanımlanan bu sürecin resmen başlayıp başlamayacağını, başlarsa da bu çok bilinmeyenli denklemde hangi senaryoların gerçekleşeceğini zaman ve siyasetçilerin zig-zaglar çizen politikaları belirleyecek.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir