Görüşler

Cafer Talha Şeker yazdı: Avrupa sarsılırken Afrika fırsata dönüşür mü?

Cafer Talha Şeker yazdı: Avrupa sarsılırken Afrika fırsata dönüşür mü?

ORDAF araştırmacısı Cafer Talha Şeker, Batı dünyasında yükselen aşırı sağa ve göçmen düşmanlığına ayrı bir perspektiften yaklaşıyor. ‘Afrika’da Batı ülkeleri dışındaki ülkelere nüfuz alanı açılabilir mi?’ sorusunu analiz ediyor.

Batılı ülkelerin işgal ve sömürgesine maruz kalan Afrika ve Asya ülkelerinden Avrupa’ya akan göç dalgası Akdeniz’i insan ticaretinin yapıldığı bir deryaya dönüştürdü. Avrupa halkları, ekmeklerini ve iş imkânlarını yabancılarla paylaşmak ve evlerinde huzursuz olmak istemiyorlar. Mültecileri istemedikleri için yabancı karşıtlığı üzerinden milliyetçi ve sağcı siyaseti desteklemeye başladılar. Peki, Batı’da milliyetçiliğin; Orta Doğu’da alevlerin yükseldiği bir dünyada yüz binlerce mülteciyi evine alan ve binlerce Afrikalı gence eğitim sunan Türkiye’nin Afrika hedeflerinin seyri ne haldedir? Avrupa’da sağcı milliyetçi siyaset yükselirken Afrika’da Asyalı ülkelerin önü açılabilir mi? Meseleye Avrupalılar ve Afrikalıların gözünden bakalım.

Teninin rengi, yüreğinin inancı ne olursa olsun insanoğlu, Orta Doğu ve Afrika haritasının bir kısmında yaşayamayacağını düşünüyor ve şiddetten kaçarak vatan-ı asliyesini terk edip güvenli bölgelere sığınmaya çalışıyor. Bu insanlar rahatça su, aş ve ilaç bulabilmenin derdindeler. Acı bir gerçektir ki açlığa maruz kalan insanların israf içinde eğlenen insanlar üzerinde hakları vardır. İnancını kaybedenler ve ruh dünyası yıkılanlar, bu haklardan mahrum kaldıkları için terör destekçilerinin tuzağına düşüp canlı bombalara dönüşerek karşımıza çıkıyorlar. Batı Afrika’da (Batı karşıtı) Boko Haram, Doğu Afrika’da El-Şebab, Orta Doğu’da DAİŞ ve diğer terör guruplarının insan kaynağı, fakir ve ezilmiş fertlerden müteşekkildir. Elbette hiçbir teröristin icraatı masum bir hak arama yolu olarak kabul edilemez ancak teröristin ve mültecinin dünyasını anlamak da terörle mücadelenin ve göç idaresinin bir parçasıdır.

RADİKALİZM İHRAÇ EDİLİYOR

Kenyalı akademisyen Prof. Dr. Mohamed Bakari, sahraaltı Afrika’daki Müslüman toplumlarda 1970’lerden beri kitlelere nüfuz eden yeni nesil ulemanın Afrikalı Müslümanları nasıl radikalleştirmeye başladığına dikkat çekiyor. Suudi Arabistan ve İran gibi petrol parasına sahip ülkelerin eğittiği ve desteklediği sert mizaçlı yerli vaizler, halkı kendilerinden olmayanlara karşı kışkırtıyorlar. Eski nesil Müslüman ulemanın bunlara karşı direnecek parası olmadığı için sözleri pek geçmiyor. Böylece fakir ve kızgın olan insanlar yeni nesil vaizlerin izinden gitmeye başlıyorlar. İşin ilginç tarafı, Şii veya Selefi ekolünden gelen yeni nesil ulemayı takip edenler Afrika’nın petrol bölgelerinde faaliyet gösteriyorlar ve bu bölgelerde silahlı milislere dönüşüyorlar. Kuzey Nijerya’da Şiilik ve Selefiliğin yayılmasında Basra Körfezi’nden gelen paranın inkâr edilemez hatırı var. Bu bölge bir zamanlar Osmanlı hilafetini tanıyan huzurlu bir belde iken 20.yüzyıl başlarından beri gün yüzü göremiyor.

Boko Haram saldırıları, işsizlik ve kötü hayat şartlarından ötürü her yıl Orta ve Batı Afrika’dan Libya sahillerine ulaşan on binlerce Afrikalı, Akdeniz’i geçerek İtalya sahillerine ulaşmaya çalışarak hayat memat yolunda mücadele veriyorlar. Bu yolda Avrupa sınırlarına ulaşan ve sınırı geçenler İtalya üzerinden Almanya ve Fransa gibi büyük sanayi ülkelerine ulaşarak mücadeleyi devam ettiriyorlar. Binlerce mültecinin istila ettiği İtalya’da ise halk ve siyasiler bu mülteci akını karşısında farklı görüşlere sahip. Bazıları Katolik Kilisesi’nin desteğiyle bu insanları Hristiyanlaştırıp yeni ve ucuz insan kaynağı oluşturmaktan yana tavır alırlarken bazıları sınırların tahkim edilmesinden yanalar. “İslam bir din değil, tehlikeli bir hayat tarzıdır ve Batı’ya aykırıdır” diyerek Müslümanlara hakaret etmekten imtina etmeyen M. Salvini ve göçmenleri Avrupa’dan kovmaya yemin eden Le Pen gibi bazı siyasi liderler, Avrupa’ya akın eden Afrikalı göçmenleri AB’nin yönlendirdiğini ileri sürüyorlar. Aşırı sağcı İtalyan Lega Nord ve Fransız Front National gibi son yıllarda taraftar sayısı yükselen Latin Avrupalı partilerde dile getirilen görüşe göre, “Avrupa’ya yönlendirilen göç hareketliliğinin arkasında ucuz işçi kaynağına ihtiyaç duyan Brüksel’deki bazı bankerler ve mason lobileri yer alıyor. Onların bu siyaseti Güney Avrupa ülkelerinin sosyo-ekonomik düzenine zarar veriyor. Bu ve benzeri başka sebeplerden ötürü artık AB’den ayrılmak gerekiyor.” Fransa’ya AB ve NATO’dan çıkmayı vaat eden sağcı siyasetçiler, 2017’de Avrupa’da çok şeyin değişeceğini iddia ederlerken artan terör vakalarından sonra Almanya’da bile Schengen rejimini protesto edenlerin sayısında artış göze çarpıyor.

Türkiye, Afrika açılımında nispeten eğitime de yatırım yapıyor ve akademik sahada Afrika araştırmalarına alaka her geçen gün artıyor.

Avrupa’da artan işsizliğe bağlı olarak sağcı milliyetçilik yükselirken işsizlik Türkiye’de de yükselişte. Mamafih Türkiye, Avrupa’ya kıyasla çok daha fazla teröre maruz kalıyor. Buna rağmen üç milyon Suriyeli ve Irak asıllı göçmene ev sahipliği yapıyor. Orta Doğu savaşlarının yükünü fazlasıyla omuzlarında hisseden ve bedel ödeyen bir ülke olarak bölgenin geleceğinde yer alma iddiasından vazgeçmediği gibi sahraaltı Afrika ülkelerinde de karşılıklı çıkar ortamları oluşturmanın hedefini güdüyor. Ankara’nın siyasi iradesi, İstanbul’un finans desteği ve Anadolu’nun insan kaynağıyla Türkiyeli STK, vakıf ve cemiyetlerin sahraaltı Afrika’da kurban eti dağıtmanın ötesine geçen kaydadeğer girişimler mevcut.

TÜRKİYE’NİN AFRİKA AÇILIMI

Her yıl Türkiye’ye gelen çok sayıdaki Afrikalı genç, sığınmacı değil öğrenci olarak ülkede dolaşıyor. Türkiye, Afrika açılımında nispeten eğitime de yatırım yapıyor ve akademik sahada Afrika araştırmalarına alaka her geçen gün artıyor. İstanbul, Aralık 2015’te Başbakanlığın desteğiyle ve bizzat dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun iştirakiyle ilk Türk-Afrika Düşünce Kuruluşları Zirvesi’ne ev sahipliği yapmıştı. Bu zirveyi ORDAF olarak organize etmiştik. Geçtiğimiz günlerde bu kez TİKA’nın desteği ve İstanbul’daki bir üniversitesinin ev sahipliğiyle Afrika üzerine bir sempozyum gerçekleştirildi. Türkiye’nin Afrika’daki girişimleri eğitim, siyasi ve iktisadi yönleriyle ele alındı. Burada konuşan Nijeryalı eski diplomat ve akademisyen Dr. Osman Bugaje, soft power’ın hard power’ı geride bırakabileceği şartlarda Türkiye’nin Afrika ile ortak gelecek inşa ederken dikkat etmesi gereken noktaları şöyle özetledi: “Afrika, Batı’dan ABD ve AB ülkelerinin kıskacında iken Doğu’dan Çin gibi büyük Asya ülkelerinin hedefindedir. Batı’nın Afrika’daki varlığı üç safhada gerçekleşmiştir: Köleleştirmek, müstemleke etmek ve neo-kolonyal bir şekilde yeniden sömürmek. Çin’in Afrika açılımı büyük yatırımlar üzerinden gerçekleşmeye başladı. Afrika sokaklarında Çin malları hâkim olmaya başladığı gibi Çinliler Afrika’daki yeni yeraltı kaynaklarını ele geçirmek için mücadele veriyorlar. Afrika ülkeleri ise ellerindeki yerli insan gücünü geliştirmek ve kalkınma yolunda kullanmak istiyorlar. Bu yolda istifade edebilecekleri yabancı ortaklara ihtiyaç duyuyorlar. Türkiye, yüzlerce sene Avrupa siyasetiyle içli dışlı olmuş ve Afrika’da sömürgecilik mazisi bulunmayan bir ülke olarak Afrika ile ortak gelecek planlarken eğitime büyük yatırımlar yapmalıdır. Bu noktada Avrupalılar ve Amerikalıların çok ileride olduğunu herkes kabul ediyor. Ancak teknolojik gelişmeler sadece dünyayı değiştirmekle kalmadığı gibi dünyanın değişim hızını da değiştirdi. Sağcılığın yeniden yükselmeye başladığı Avrupa kendi meseleleriyle uğraşırken Afrika’nın başka ülkelerle daha fazla muhatap olma imkânı doğuyor. Afrika’ya açılmak uzun vadeli hesaplar üzerinden iyi planlanması gereken külfetli, meşakkatli ve vakit isteyen bir siyasettir. Afrika aynı zamanda Türkiye gibi ülkeler için fırsatlar coğrafyasıdır.”

Türkiye, Katar’dan LNG alırken Arapçaya ihtiyaç duymadığı gibi Nijerya’dan gaz ithal ederken de Hauza lisanına ihtiyaç duymayıp ticaretini İngilizce ve dolar üzerinden yapıyor. Ancak son dönemde dolara tepki gösterip dış ticarette yerli para kullanma iddiasına sahip bir ülke olarak, uzun vadeli münasebet geliştirilmek istenen ülkelerin dillerini bilen mütehassıslar yetiştirmek hususunda gerekli teşvikler sağlanabilmiş değildir. Şimdilik Afrika’yı İngilizce ve Fransızca üzerinden anlamaya çalışıyoruz ve akıcı Türkçe konuşabilen Afrikalı gençlerin yetişmesine katkı sağlıyoruz. Türkiye’deki üniversitelerde sahraaltı Afrika araştırmalarının henüz çok zayıf olmasıyla birlikte Sevahili, Somali, Hauza ve Wolof gibi Afrika dillerinin üniversite veya araştırma merkezlerinde öğrenilemiyor olması büyük eksikliktir. İster devlet desteğinde ister girişimciler eliyle olsun, Afrika’ya açılmak daha önce bu işi yapan ülkelerin Afrika’ya açılım tarihini bilmek ve bugün Afrika’da rekabet edenlerin oyunu nasıl oynadıklarını tahkik etmekle mümkündür.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir