Görüşler

Göktuğ Sönmez yazdı: Bölgede değişen dinamikler ve terörün araçsallığı

Göktuğ Sönmez yazdı: Bölgede değişen dinamikler ve terörün araçsallığı

ORSAM Araştırmacısı Göktuğ Sönmez, Türkiye’nin içinde bulunduğu terör sarmalını ve bölgesel gelişmeleri kaleme aldı.

Türkiye, önce İstanbul Beşiktaş’ta ve daha sonra Kayseri’deki hain saldırılar sonrasında yaşadığı acıyı henüz atlatmamışken Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Andrey Karlov’a düzenlenen suikastla beraber terörün farklı bir yüzüyle karşı karşıya kalmıştır. Faili diğerlerine nazaran farklı gözüken bu saldırıya ve oldukça kısa sürede cereyan eden terör saldırılarına bakıldığında tüm bu tablonun analizinin de mücadelesinin de yine çoklu ve bütüncül ancak her bir terör yapılanmasına göre farklılık arz edecek şekilde yapılandırılması gerekmektedir.

Uçak krizi sonrasında ilişkilerin oldukça gergin seyrettiği Rusya ile 15 Temmuz sonrasında hızlı bir yakınlaşma sağlanmış ve bu yakınlaşma Türkiye’nin Suriye’de Fırat Kalkanı operasyonuyla somutlaşan fiziki varlığının da önünü açmıştı. Aynı dönemde darbe girişimi ile Batı ve ABD’nin adının sıkça birlikte anılması, PYD konusunda Türkiye’nin Batılı müttefiklerinden beklediği tutumu görememesi ve Rusya ile bu yakınlaşmanın sağlanması Türkiye içerisindeki Atlantikçi-Avrasyacı çekişmesine farklı bir boyut kazandırmış, Avrasyacı kanadın Cumhuriyet tarihinde karşısına çıkan en önemli fırsat pencerelerinden biri doğmuştur. AB ile ilişkilerdeki gerilim ve darbe girişimi sonrası yükselen anti-Amerikancı söylem de bu iklime önemli bir katkı yapmaktadır. Buna ilaveten Suriye politikasında aktif müdahil olma iradesinin ortaya konması, Halep’te yaşanan insani dram konusunda Türkiye’nin öncü rol alması ve bunu Rusya ve akabinde İran’la temaslar üzerinden pekiştirme çabasına gitmesi de uluslararası toplumun Türkiye’nin Suriye’deki hamlelerine daha fazla ilgi göstermesine neden olmuştur.

AVRASYACI-ATLANTİKÇİ TARTIŞMASI

Şu anki sahadaki gerçekler Suriye meselesinde Rusya, İran ve Türkiye’nin masaya ağırlığını koyduğu ve Batı’nın bu süreçte dışarıda kaldığı görüntüsü vermektedir. Buna Trump’ın başkanlığına giden seçim süreci ve kabinesine bakıldığında Rusya ile kurulması muhtemel yakın ilişki de eklendiğinde Rusya’nın bölgede etkinliğini ciddi anlamda artırdığını ve kısa vadede bunun süreceğini öngörmek zor değildir. Bu da Baltıklar ve Doğu Avrupa’daki Rus askeri gücünün konumlanmasıyla ve ülke seçimlerindeki sonuçlara dair gelişmelerle beraber okunduğunda Rusya’nın NATO müttefikleri karşısında bir diğer cephede de önemli kazanımlar elde etmesi anlamına gelmektedir. Bu dönüşümden her çevrenin aynı oranda olumlu sinyaller algıladığını öne sürmek mümkün değildir. Türkiye’nin el-Bab’a yönelik askeri hamlesi ve Suriye’de PYD koridorunu imkânsız kılan askeri ilerleyişi de bu resme eklendiğinde terör saldırılarının arkasında yatan motivasyonları görmek mümkündür. Zira terörün siyasi hedefleri arasında hükümetlerin konumunu sarsmak ve ülkeleri farklı dış politik seçimlere itmek gibi temel gayeler olduğu bilinmektedir. El-Kaide’nin Irak Savaşı sürecinde İspanya ve İngiltere’de bu amaçlarla saldırılar yapılması için direktifler yayımladığı ve takip eden Madrid ve Londra saldırılarıyla halkın hükümet değişimi istemesine sebep olmayı ve bu ülkelerin Irak politikasını etkilemeyi amaçladığını hatırlamak gerekmektedir. Saldırı sonrası IŞİD’in Rusya’nın farklı ülkelerdeki diplomatik misyonlarının konumlarını online olarak paylaşması ve dolayısıyla benzer saldırıları teşvik etmesi ve Türkiye’de farklı yüzlerle sahne alan terör eylemleri bu bağlamda dikkatle ele alınmalıdır.

Ortaya çıkan bu genel resme, gerilim ve yakınlaşma dinamiklerindeki değişimlere karşın Türkiye’nin Atlantikçi-Avrasyacı gibi bir tartışma üzerinden herhangi bir yöne gerekli rasyonel analiz yapılmadan kontrolsüz biçimde yaklaşmasının tehlikelerini görmek için tarihte orta ölçekte ya da bölgesel olarak nitelenebilecek güçlerin denge politikası izledikleri dönemler ile bir kampa tamamen katıldıkları dönemlere dair karşılaştırmaları göz önünde bulundurmak gerekmektedir. Elbette bu noktada 2. Dünya Savaşı’nda Stalin’in Türkiye’ye yönelik agresif tutumunun Türkiye’nin NATO kampına daha fazla yaklaşmasında önemli rolü olması örneğinden hareketle Batılı müttefiklerinin de Türkiye ile ilişkilerinde takındıkları tutumu gözden geçirerek Türkiye’yi bir seçime zorlamamaları gerekmektedir.

ANKARA-MOSKOVA İLİŞKİLERİ

Rus Büyükelçisi’ne düzenlenen suikastın ardından hem Rusya hem Türkiye tarafından gelen itidal çağrıları ve Türkiye-Rusya-İran toplantısının ertelenmemiş olması oldukça önemlidir. Rusya ve Türkiye, her ne kadar Suriye politikaları ayrışsa ve Rusya’nın tutumu insani açıdan haklı biçimde tepki toplasa da, masaya oturmalarının ve ikili ilişkileri güçlü biçimde sürdürmenin öneminin farkında görünmektedir. İki ülke enerji, turizm ve gıda ticareti bağlamında geniş hacimli ekonomik ilişkilerinin ve bölgedeki siyasetin dizaynı noktasındaki temasın feda edilemez olduğu noktasında mutabıktır. Bu mutabakatın ve Suriye ile Irak üzerinde Türkiye ve İran arasında yaşanan düşük yoğunluklu gerginliğin üçlü görüşmelere nasıl yansıyacağı henüz cevaplanmayı bekleyen bir sorudur. Şu an için Türkiye, hem Fırat Kalkanı operasyonu kapsamında IŞİD ve PYD ile verdiği mücadele hem Suriyeli mültecilere ev sahipliği yapması hem de Halep konusunda duyarlı tutumuyla dünyaya terörle mücadele ve insani siyaset yapımı açısından ders verir nitelikte bir yol izlemektedir. Bunun ötesindeki gelişmelerin ise bölgesel ve muhtemelen küresel bir konsensüs oluşmaksızın, taraflar uzlaşmacı bir tutum izlemeksizin elde edilmesi zor görünmektedir. Bu da hem Moskova’da hem Astana’da yapılacak toplantılar sonrası daha net biçimde resmini görebileceğimiz bir süreç olacaktır. Halihazırda Suriye hiçbir gücün tek başına kontrol edemediği ancak hiçbir gücün de sahadan tamamen çekilmeyi kabullenmediği ve henüz hangi taraftan olursa olsun sahadaki silahlı güçlerin son kurşunlarını da sıkmadığı bir kaos ortamı arz etmektedir. Hem bölgesel güçlerin hem de şu an masada somut olarak olmayan diğer tarafların, bu süreci takip edecek olan Suriye’nin yeniden inşası sürecinde de işbirliği yapmalarının gerekeceğini gözden kaçırmadan konumlanmaları, hem Suriye halkı hem de bölgesel ve küresel dinamikler için elzemdir.

Türkiye 10 gün içerisinde yaşadığı üç sansasyonel saldırı ve öncesindeki terör eylemleri göz önünde bulundurulduğunda pek çok devletin kısa vadede dahi sürdürmesi mümkün olmayan bir mücadeleyi hem içeride farklı terör örgütleriyle hem de sınır ötesinde bu terör örgütlerinin uzantılarıyla vermektedir. Bu askeri boyuta ciddi bir diplomatik trafiğin de eşlik ettiği düşünülürse ülkenin omuzladığı sıradışı yük açıktır. İşte bu noktada, her fırsatta terörle mücadelenin tek bir ülkenin omuzlarına bırakılamayacağı söylemini benimseyen uluslararası toplumun yalnız IŞİD’le değil etnik ve ideolojik referanslı tüm terör örgütlerine –yükselen aşırı sağ terörü ve İslamofobik radikalleşme sürecini de kapsayacak biçimde- karşı konumlarını gözden geçirmeleri gerekmektedir.

BÜTÜNCÜL VE KÜRESEL MÜCADELE

Türkiye sınır kontrolleri, seyahat yasakları, bilgi paylaşımı vb. konularda IŞİD’le mücadeleye oldukça etkin katkı sağlarken hem müttefiklerinden hem de uluslararası toplumdan Türkiye’nin içeride muhatap olduğu ideolojik, etnik ve dini referanslı terör örgütleri karşısında aynı tutumu gördüğünü söylemek mümkün değildir. Şu unutulmamalıdır ki terör örgütlerinin sağladığı finansal kaynaklar, yasadışı yollardan sağlanması dolayısıyla geçişkenlik arz etmekte; bunların siber suçlar yoluyla kişisel bilgilere erişim, saldırı planlama, propaganda faaliyetleri ve stratejik kurumlara saldırı gibi kullandığı yöntemler diğer örgütlere öğretici örnekler teşkil etmekte ve izledikleri askeri metotlar farklı coğrafyalarda kolaylıkla taklit edilmektedir. Bu gerçek önümüzdeyken herhangi bir terör örgütüne himaye sağlamanın uzun vadede ahlaki olmaması ön kabulüyle beraber akılcı da olmadığının altı çizilmelidir. Terörle bütüncül ve küresel bir mücadele samimi biçimde verilmediği takdirde hiçbir şehrin tam anlamıyla güvenli olması mümkün olmayacaktır, zira terörün sınır aşan mahiyeti dolayısıyla konvansiyonel tampon bölge konseptini önemli ölçüde sorgulanır kıldığı; geçmişteki Paris, Brüksel gibi saldırılara bakmaya gerek dahi olmaksızın Berlin’de ve tam da Rus Büyükelçisi’nin öldürüldüğü gün yapılan saldırıyla gözler önüne serilmiştir.

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir