Görüşler

Özgür Ünlühisarcıklı yazdı: ‘Müslüman Yasağı’ ve tarihin doğru tarafı

Özgür Ünlühisarcıklı yazdı: ‘Müslüman Yasağı’ ve tarihin doğru tarafı

The German Marshall Funds Ankara Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı, ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘Müslüman Yasağı’nı ve Ankara-Washington ilişkilerini kaleme aldı.

ÖZGÜR ÜNLÜHİSARCIKLI

ABD’nin çiçeği burnunda Başkanı Donald Trump’ın kamuoyunda “Müslüman yasağı” olarak bilinen ve özünde nüfusunun çoğu Müslüman olan 7 ülkenin vatandaşlarının ABD’ye girişini bloke eden kararnamesine bütün dünyadan ve ABD kamuoyunun bir bölümünden tepkiler yağarken Türkiye’nin sessiz kalması dikkatlerden kaçmadı. Bu sessizliğin altında Türk hükümetinin Donald Trump’a yönelik beklentileri ve olumsuz bir başlangıç yapmaktan kaçınma çabası bulunmakta. İki lider dün gece bir telefon görüşmesi yaptı. Tarihi netleşmemiş olmakla birlikte önümüzdeki haftalarda gerçekleşmesi beklenen mini NATO zirvesinde ayaküstü de olsa görüşmeleri olası. Dolayısıyla Trump yönetiminin Türkiye’ye ve Türkiye’nin turnusol testi olarak gördüğü konulara yaklaşımına ilişkin ilk ipuçlarını yakında göreceğiz.

Bugünkü durumda Trump’ın seçim vaatleri konusunda ciddi olduğunu ve yakın çevresinden fazla bir itirazla karşılaşmayacağını düşünebiliriz.

Türk hükümeti ABD başkanlık seçimlerinden önce, pek de alışık olmadığımız bir şekilde, Hillary Clinton’a karşı Donald Trump’dan yana saf tutmuştu. Barack Obama’nın başkan seçilmesinin ardından hem ikili ilişkilerin atmosferi pozitife dönmüş hem de iki lider güçlü bir kimya yakalamışlardı. Öyle ki, Obama seçildikten sonra ilk ikili ziyaretini Türkiye’ye yaparak Türkiye’ye verdiği önemi vurgulamıştı. Gel zaman git zaman gerek Türkiye’de demokrasinin erozyona uğraması, gerekse iki ülkenin o dönem Arap Baharı olarak bilinen halk hareketlerine yaklaşımlarının farklılaşması ilişkilerin önce yavaş yavaş sonra hızla bozulmasına yol açmıştı.

ABD başkanlık seçimleri yaklaşırken Türkiye’de gerçekleşen başarısız darbe girişimi ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türk hükümeti açısından bardağı taşıran son damla olmuştu. Gerek ABD’nin darbe girişimine gösterdiği tepkinin Türkiye’nin beklediğinden çok daha geç ve zayıf olması gerekse darbe girişiminin tek şüphelisi Gülen Cemaatinin, ki Türkiye’de artık hem resmi olarak hem halk arasında Fetullah Gülen Terör Örgütü (FETÖ) olarak anılıyor, liderinin ABD’de yaşıyor olması Türkiye’de parmakların ABD’ye çevrilmesine yol açmıştı. Türk hükümetinin Fetullah Gülen’in Türkiye’ye iade talebine karşın ABD yönetiminin ABD yasaları çerçevesinde yargıyı işaret etmesi, gerilimi daha da artırmıştı.

ANKARA-WASHINGTON İLİŞKİLERİ

İki ülke arasındaki gerilimin bir diğer sebebi ise ABD’nin IŞİD’le mücadele kapsamında PYD’ye verdiği destekti. Türkiye’nin PYD’nin PKK ile sır olmayan organik ilişkisine dayanarak ABD’den bu örgüte desteğini kesmesini talep etmesine rağmen Obama yönetimi sahadaki realiteye işaret ederek Türkiye’nin bu konudaki beklentisini de karşılıksız bırakmıştı.

Sonuç olarak Ankara Obama yönetimini FETÖ ve PKK’ya destek vermekle suçluyor, üstüne üstlük FETÖ’nün de Hillary Clinton’ın kampanyasına mali destek sağladığını öne sürüyordu. ABD’de yapılan hemen hemen bütün anketler Clinton’ın seçileceğine işaret etmesine rağmen, Ankara ABD’nin FETÖ ve PYD konusundaki tutumlarını Türkiye’nin beklentileri doğrultusunda değiştirmesini beklediği Trump’a desteğini açıkça ilan etti.

Öte yandan Trump’ın kampanyasına yansıyan politika tercihlerinin bir bölümünün gerek Türkiye gerekse ABD-Türkiye ilişkileri bakımından olumsuz sonuçlar doğurabileceği de hayli yazıldı, çizildi, konuşuldu. Örneğin, Trump açıkça İslamofobik bir söylem kullandığı gibi bir yandan Müslümanların ABD’ye giriş çıkışlarını ve bu ülkede yaşamalarını zorlaştırmayı vaat ediyor, öte yandan terörle mücadeleyi oldukça geniş anlamda kullandığı radikal İslam’la savaşa indirgiyordu. Değil Suriye’de, Ortadoğu’nun tamamında tek önceliğinin IŞİD olduğunu öne sürüyordu. Amerikan Yahudi cemaatinin yarısının itirazına rağmen ABD’nin İsrail’deki Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşımayı vaat ediyordu. Öte yandan Türkiye’nin güvenlik mimarisinin belkemiği olan NATO’yu son kullanma tarihi geçmiş bir örgüt olarak nitelendiriyor, Kuzey Atlantik Antlaşması’nın bir NATO ülkesine saldıran bütün NATO ülkelerine saldırmış sayılır anlamına gelen beşinci maddesinin kredibilitesini sorgulatacak demeçler veriyordu. İran’la imzalanmış olan nükleer anlaşmayı iptal etmekten bahsederek Türkiye’nin sınırlarında yeni bir savaş riskini yeniden gündeme sokuyordu.

Bu endişelere karşı geliştirilen argümanlar üç maddede toplanabilir.
1) Trump’ın bunları uygulamaya niyeti yok, bunlar seçim vaatleriydi.
2) Trump’ın oluşturacağı yakın çalışma ekibi, Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi Parti grupları bu politikalara karşı çıkacaktır.
3) Güçler ayrılığı ve denge denetlemeye dayanan Amerikan siyasi sistemi Trump’ın bu politikaları uygulamasını engelleyecektir.

ORTAK DEĞERLERE AYKIRI UYGULAMA

Donald Trump, başkanlık yeminini etmesinin hemen ardından ABD’yi Trans-Pasifik Ticaret Anlaşması’ndan çekerek seçim vaatlerini uygulama konusunda ne kadar ciddi olduğunu gösterdi. Obama’nın getirdiği genel sağlık sigortasını rafa kaldırma, Meksika sınırına duvar örme gibi vaatlerini de yeniden vurguladı. Ne yakın çalışma arkadaşlarının ne de Senato ve Temsilciler Meclisi’ndeki Cumhuriyetçi grupların kayda değer bir itirazı olmadı. Şu ana kadarki gelişmeler ışığından Trump’ın seçim vaatlerini uygulama konusunda ciddi olduğunu ve yakın çevresinden de fazla bir itirazla karşılaşmayacağını düşünebiliriz.

Yazının hemen başında belirttiğimiz Müslüman yasağı da aslında seçim vaatlerinden birisiydi ve yeni başkan bu doğrultuda bir kararname yayımladığı zaman ABD’deki yeni iktidar çevrelerinden ciddi bir itiraz gelmedi. Öte yandan yasağa karşı çok ciddi bir toplumsal muhalefet rüzgarı estiği gibi güçler ayrılığına dayanan denge denetleme mekanizmaları da hızla devreye girdi, Amerikan yüksek yargısı kararı şimdilik engelledi. Bu süreçte her dinden ve ırktan Amerikalıların Müslümanlara yönelik ayrımcılığa karşı gösterdiği tepkinin gücü Amerikan siyasal sisteminin bağışıklık gücü konusunda ümit verdi. En azından şimdilik.

Her din ve ırktan Amerikalının Müslümanlara yönelik ayrımcılığa gösterdiği tepki ABD siyasal sisteminin bağışıklık gücü konusunda ümit verdi. 

Peki, Türkiye ne yapmalı? Aslında bu soruyu Amerika’nın bütün müttefikleri kendilerine soruyorlar ve kolay bir cevap da yok. Amerikan halkı bir tercih yaptı ve yeni bir başkanı göreve getirdi. Amerika’nın bütün müttefiklerine ve Türkiye’ye de düşen, bu tercihe saygı göstermek ve yeni Amerikan yönetimi ile ortak çıkarlara ve Türkiye’nin de organik parçası olduğu Transatlantik toplumunun ortak değerlerine dayanan yapıcı bir ilişki geliştirmek için çaba sarfetmektir. Ancak bu çaba, Müslüman yasağı gibi ortak değerlere açıkça aykırı bir uygulama karşısında sessiz kalmayı gerektirmez. Böyle bir sessizlik Türkiye’yi sadece Avrupalı müttefikler ve Ortadoğulu komşular nezdinde değil Amerikan toplumunun yarısı açısından da tarihin yanlış tarafında konumlandırır.

Gözden kaçmaması gereken bir başka nokta da ABD’deki son gelişmelerin adına ister güçler ayrılığı, ister denge denetleme, ister günlük dilde gaz-fren mekanizması deyin yürütme gücünü sınırlandırıcı mekanizmaların demokrasinin sürdürülebilirliği açısından ne kadar önemli olduğudur. Amerikan demokrasisinin ne ölçüde güçlü olduğunu önümüzdeki aylarda göreceğiz. Peki, ya kendi demokrasimiz?

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir