Görüşler

Prof. Dr. E. Fuat Keyman yazdı: Türkiye, Katar krizi ve ahlaki realizm

Prof. Dr. E. Fuat Keyman yazdı: Türkiye, Katar krizi ve ahlaki realizm

Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi ve İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü Prof. Dr. E. Fuat Keyman, Katar’a yönelik talepler bağlamında bölgede oluşan siyasi denklem içinde Türkiye’nin nasıl bir pozisyon alması gerektiğini değerlendiriyor.

PROF. DR. E. FUAT KEYMAN

Katar krizi, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin Katar’dan taleplerinin gösterdiği gibi giderek daha karmaşıklaşıyor. Geçen hafta, Karar’da yayımlanan yazımda,  bu durumun Katar krizine yol açan iki birbirleriyle bağlantılı unsurdan/amaçtan kaynakladığını vurgulamıştım:

Bir, Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin, daha doğrusu krallıklarının, Katar’ı kendilerinin tümüyle güvenlik ve çıkar eksenli Orta Doğu ve Kuzey Afrika’ya bakışlarını kabul etmeye zorlamak, dolayısıyla Katar’ı güçsüzleştirmek, edilgen kılmak, evcilleştirmek;

İki, Katar krizi yoluyla, öncelikle Orta Doğu’yu ve Kuzey Afrika’yı, kendi güç ve çıkarlarına bağlı; demokrasi, iyi yönetim ve değişimi dışlayan bir tarzda ve “güvenlik-ekonomi-enerji ekseni” temelinde şekillendirmeye çalışmak (Katar’daki Türkiye’nin askeri üssünün kapatılması talebi bu bağlamda okunmalı);

Ve, bu iki amacı başarmak için de,  İran’ı engellenmesi gereken tehdit olarak görürken DEAŞ, Hamas, Müslüman Kardeşlere de yok edilmesi, en azından güçleri minimize edilmesi gereken radikal İslamcı terör örgütleri olarak yaklaşan bir “güvenlik söylemi”ni dillendirmek.

Bu strateji ve söylemin yaşama geçirilmesi için de Suudi Arabistan liderliğinde Körfez ülkeleri, İsrail ve Mısır ile, Türkiye’yi de içine alan, “stratejik ittifak ekseni” kurmayı istemektedirler.  Suriye ve Irak’daki Kürt aktörler de bu ittifakın bir parçası olacak “seküler aktörler” olarak görülmektedirler. Amerika, Trump başkanlığında, bu strateji, söylem ve ittifakı desteklemektedir.

Türkiye’de, bu temelde, Katar krizine yaklaşmalı ve kendini ona göre yapılanmalıdır.

Mülteci krizine yaklaşımdaki ahlaki olanı ön plana çıkartırken, Fırat Kalkanı’nda askeri gücü ön plana çıkartmak Türk dış politikasını ‘Ahlaki Realizm’ olarak özgünleştiriyor.

Suriye krizine çözüm, en azından normale dönüş için gösterilen çaba olarak okunabilecek Astana Görüşmeleri, hatta Cenevre Süreci hala masadayken; dahası, Rakka’da ve Musul’da DEAŞ’a karşı savaş askeri boyutta kazanılırken Katar krizinin Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkeleri tarafından çıkartılması, Türkiye’nin ciddi olarak üzerinde düşünmesi gerektiği bir gelişmedir.   

Suriye krizi gibi Katar krizi de sadece bu ülkeler ile sınırlı değildir; bölgenin güç-çıkar-hegemonya temelinde yeniden şekillendirilme sürecinin parçaları olarak da görülmelidirler.  Nasıl Suriye bir iç savaş, bir insani kriz olduğu kadar, aynı zamanda büyük güçlerin bölgesel hegemonya için yaptıkları bir “vekalet savaşı”ysa Katar da aynı zamanda bölgesel hegemonya kurma sürecinde yaratılan bir “vekalet krizi”dir.

Son yıllarda giderek yakınlaşan ve derinleşen Türkiye-Katar ilişkileri, ve Türkiye’nin bölgedeki konumu ve stratejisi, Katar krizinin Türkiye için yarattığı risklerin ciddiyetini ortaya çıkartmaktadır.     

ANKARA’NIN TUTUMU

Geçen haftaki yazımda vurguladığım gibi, Türkiye’nin krizin çözümü için aldığı, uzlaşma taraftarı ve insani yardım devleti olarak hareket eden tutumu doğrudur ama, kabul edelim, Türkiye’nin krizin uzlaşma yoluyla çözümü için kapasitesi ve etkisi sınırlıdır. Katar’dan  Türkiye askeri üssünü kapatma kararını almasınının talep edilmesi bile Türkiye’nin çatışma çözümünü uzlaşma yoluyla çözme yaklaşımının Körfez ülkelerince kabul edilmediğini göstermektedir. Katar’a insani yardım yapmaya devam edilebilir fakat bugün geldiğimiz nokta göstermektedir ki Körfez krallıkları arasında oynana “taç oyunları”nda Türkiye’nin uzlaştırıcı arabulucu olması istenmemektedir.

Türkiye, dikkatini Katar krizinin bölgesel boyutuna vermelidir. Bu noktada altını çizerek vurgulayalım:

Ne “tümüyle güvenlik-ekonomi-enerji ekseninde bölgeye bakış”

Ne “İran’a çerçevelenmesi gereken tehdit olarak yaklaşmak”

Ne “Hamas ve Müslüman Kardeşlerin, DEAŞ ile bir tutulup radikal İslam şemsiyesi altında terör örgütü olarak görülmesi”

Ne de “Suudi Arabistan-İsrail-Mısır stratejik ittifakına İran ve radikal İslam’a karşı tampon ülke olarak katılmak” Türkiye’nin çıkarlarına, dış politika vizyonuna ve güvenliğine uygundur

Katar krizinin bölgesel boyutunun, Türkiye için güvenlik riski oluşturduğu gerçeğini görmeliyiz.

Bu duruma karşın, Türkiye, hegemonya temelinde bölgesel yeniden yapılanma süreci yaşanırken Katar krizinden gerekli dersleri çıkartıp bu sürece etki etme gücü ve kapasitesini doğru okumalı ve doğru stratejilere yönelmelidir.

Bölgede yaşanan savaşlara ve krizlere bağlı olarak, Türkiye, yumuşak ve sert güçleri birleştiren, hem ahlaki hem de realist bir dış politika vizyonu ile gerek Suriye ve Katar krizlerine gerekse de bölgenin bugünü ve geleceğine yaklaşmalıdır. 

Mülteci krizine yaklaşımdaki ahlaki olanı ön plana çıkartırken, Fırat Kalkanı Harekatı’nın özellikle başlangıc döneminde askeri gücü ön plana çıkartarak realizmi benimsemesi, bölge aktörleri içinde Türkiye’yi ve aktif dış politikasını “Ahlaki Realizm” olarak farklılaştırmakta ve özgünleştirmektedir.

Türkiye, Orta Doğu ve Kuzey Afrika bölgesine ve bölge ülkelerine bakarken, emperyalist ya da sömürgeci bir konum almamakta, insani ve ahlaki normları ön plana çıkartmakta, bölgede hegemonya yerine istikrar ve değişim istemektedir.

Bu duruş 2002-2010 döneminde inandırıcıyken ve bu dönemde bölgeyle Türkiye bu yönde ilişkiye girmişken, bugünse, bölgenin savaşlar ve krizler yoluyla içine girdiği türbülansdan ülkemiz ciddi güvenlik riskleri almaktadır. 

O zaman yanıtlanması gereken soru şudur: Bugün, Türkiye, bölgeyle ilişkilerinde ahlaki realizmi uygulamaya sokarken ne yapmalıdır ki başarılı olsun?

Bu bağlamda, maddeler halinde sıralayarak bu etraflıca tartışmamız gereken soruya yanıt vererek bitireyim:

Bir, ülke içi istikrarsızlıklara, kutuplaşmaya ve içe kapanmaya son verecek, diğer değişle “orta demokrasi tuzağı”ndan çıkacak demokratik reform ve yeni anayasa sürecini başlatmak,

İki, “orta gelir tuzağı”ndan çıkacak ve ekonomik büyümeyi sürdürebilir kılacak ekonomik reformu, çevre, doğa, insani gelişme ile dengeli götürme çabasına girmek,

DEAŞ’a karşı askeri savaş kazanılırken Katar krizinin Riyad liderliğindeki Körfez ülkeleri tarafından çıkartılması Türkiye’nin üzerinde düşünmesi gereken bir gelişme.

Üç; devleti, asker-sivil ilişkilerini ve yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını, darbe ve darbe girişimlerine karşı koruyacak olan “laiklik ve liyakat ilkeleri” temelinde yeniden yapılamak,

Dört, teröre karşı sıfır tolerans politikası uygulanırken, eşit vatandaşlık temelinde devlet-toplumsal kimlikler-bireyler ilişkisini düzenleyecek reform sürecini başlatmak;

Beş, AB ile tam üyelik müzakere sürecini yeniden canlandıracak adımları atmak,

Altı, teröre karşı mücadele ederken, bölgenin, özellikle Irak ve Suriye’nin geleceğinde önemli konuma gelen Kürt aktörlerle işbirliği vizyonu ve stratejisi geliştirmek,

Yedi, bölge ve dünya siyasetine bakışta “ahlaki duruş ve insani yardım devleti olmayı” ön plana çıkartırken, devlet ve ülke güvenliği alanındaki “güvenlik kapasitesi”ni de güçlendirmek,  dolayısıyla “Ahlaki Realist” olarak hareket etmek,ve bu duruşu ülke içi demokratik reform ve birlikte yaşama çabalarıyla güçlendirmek.

Türkiye ahlaki realizmi güçlü ve inandırıcı bir tarzda uygulamaya sokabilir mi? Bugünkü kutuplaşmış Türkiye’de bu mümkün mü?

Evet yanıtı zor ama imkansız değil...

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir