Ruhi Bey, Ahmet Büke’nin ‘Salinger Yazıtları’nı böyle okudu

Ruhi Bey, Ahmet Büke’nin ‘Salinger Yazıtları’nı böyle okudu

Ahmet Büke sade, kompleksiz, slogan atmayan, metinlerinin diplerinde acı ve yoksulluk bulunan, buna rağmen hayata gülümseyerek bakabilen, değişik teknik arayışları içinde olan bir yazar. ‘Yüklük’ adlı öykü kitabında bunu çok daha iyi görebiliyorsunuz.

Yüklük’, Ahmet Büke’nin altıncı kitabı. Eserde öyküler iki ana bölüme ayrılmış; ilk bölüm “hâl”, ikinci bölüm ise “bakiye” başlığını taşıyor. İlk bölümdeki öykülerde tabiri caizse hâli tasvir ediyor Büke, diğerlerinde ise arta kalanları…

Metinlerini bağırmadan yazan bir öykücü Büke. Öykülerinin diplerinde derin ve kapkara acılar var oysa! Bu acılara rağmen okurun karşısında daima tevekkülle, gülümseyerek bakan bir anlatıcı var. Yer yer ironik bir bakış meselâ “Her Şeyin Teorisi”nde bu ironik bakış görülüyor.

Başta şunu söylemeliyim; “Bu Sene Her Şey İyi Olacak”, kitabın en iyi öyküsü bence. Hatta edebiyatımızdaki en güzel “iyilik” öykülerinden biri. Çünkü onca yoksulluğa, onca acıya rağmen, asil bir mutluluk, dipten gelen bir inanç/direnç kuşatmış öykü kahramanlarını. Sonra “yerlilik ve millilik” tartışmalarının politikadan edebiyata değin her şeyi kuşattığı bugünlerde, Büke’nin söz konusu öyküsü, asla bağırmadan, tabii olarak yerli olmayı başarıyor!.. Nasıl mı? Şöyle: Öyküde anne Habibe Hanım’ın “Kitabını koynuna al[ıp]” (s.17, Şerefnur Teyzelerdeki “mukabele”ye gitmesi… İşte ilk yerlilik ögesi bu: Mukabele ve kitap (Kur’an)… Bu iki küçük fırça darbesi, ailenin tüm özelliklerini, geleneksel kimliğini anlatmaya, öykünün atmosferini yerli kılmaya yetiyor. Acı demiştim! Diplerde, bağırmayan, asla slogana dönüşmeyen bir yoksulluk var! Libya’da işçi olan bir babanın evlatları, dolmuş şoförlüğü, babanın ölümü, askerde travma geçirmiş hasta bir abi, dolmuşa parasız binen, babası hapse düşmüş “karaşın bir parmak çocuk”, askerde bir çatışmada yaralanıp sakatlanmış bir delikanlı Nezih, asker arkadaşlığı, vefa… Bunlar da metnin dip yazıları, acı, keder ve tarifsiz hüzünler… Büke, bir dönemi, sokağı, yoksulluğu yansıtmış bu kısa öyküde. Büyük bir öyküyü -ki roman olabilecek bir öykü bu- beş sayfaya sığdırmış. Onca acıya rağmen; umutlarını asla yitirmiyor öykünün kahramanları. “Acı Bacı” Habibe Hanım; “Yeter ki her şey iyi olsun” deyip gülümsemesini eksik etmiyor yüzünden; tabiri caizse kederi kalbinde gizli, neşesi yüzüne vuruyor. Ağabey aynı umutla, “Biz Nezih’le karar verdik, bu sene ölmüyoruz” (s.20)  diyebiliyor.

Rahattır Büke, kompleksiz, bir şey ispat etme kaygısı yok, serazat!.. Ama sonraki “Süngerli Odalarda”, “tersten yazılmış” bir “işkence öyküsü”dür… Metne derin bir acı egemen. Yer yer bu acıyla bağırıyor yazar; bence önceki tavrını sürdürmeli, drama ve mesaja yüklenmemeli. Öykünün en ilginç yanı, sondan başa doğru dizilmesi; olay örgüsünü ters çevirmiş yazar. Cezaevinde işkenceye uğrayan bir çocuğu anlatıyor. “Adana Tutuşsun Ucundan” adlı öykü de benzer bir konuyu işliyor. Bu da acı ve isyanla yoğrulmuş bir işçi çocuğun öyküsü. “Kayayı Delen İncir”, ölüm döşeğindeki yoksul bir babanın sayıklamaları adeta. Yine yoksul ama mütevekkil, yüzlerinden gülümseme eksik olmayan aileler tasvir etmeye devam ediyor Büke. Bu öyküdeki aile de, ilkindeki gibi onca acıya rağmen tebessümle hayatlarını sürdürüyorlar. Öykünün şu son cümlelerinde o mütevazı Anadolu’yu, yerliliği buluyor okuyucu yine. Baba iyileşmiştir, oğluna belki de kız bakmaya gidecektir, oğlan işkillenir; “Elektrikçi İhsan ne iş?” diye sorar annesine. Baba güler, namaza durmadan önce oğlunun kafasına “tespih”le vurur hafifçe (s.32). Tespih ve namaz, satır arasında, vurgulanmaksızın geçen iki figür. İşte yerlilik bu, ama bağırmadan…

Söz konusu kitaptaki öykülerin çoğunda, bu bize özgü mütevazı, yoksul, geleneksel aile karşımıza çıkmaktadır. Dolayısıyla Büke’nin ‘Yüklük’teki öykülerinin çoğunda ana figür, “taşralı, geleneksel bir aile”dir. “Bakiye” bölümündeki öyküler ilk bölümdekilerden farklı. Bunlarda Büke, çeşitli yazar ve sanatkârlarla sohbet ediyor âdeta. Meselâ “Gevrek Değil de Boyoz Güzelmiş”te Bukowski’nin hayran olduğu Amerikalı yazar John Fante çıkıyor karşımıza. Üstelik bize özgü bir atmosfer içinde. Mesela Fante’ye İzmir’de Davar’ın yerinde nohutlu kuzu işkembesi ısmarlıyor (s.65) yazarın arkadaşı. “Dostumuz Yaşamasız, Kömürümüz Kara”da bu kez Vüsat Bener çıkıyor karşımıza, “Fazla Heveslenme Sen Buraya”da doğaya, denizcilere, balıkçılara olan tutkusuyla Sait Faik, “Can ve Mutlu Moskova Neden Bizdendir”de Platonov, “Tina Modotti Ha Muerto”da ünlü fotoğrafçı Modotti, “Hayatın Bütün Sokakları”nda Sevgi Soysal. Bu öykülerde Büke, bir “taşralı öykücü” olarak, kendisine akraba olan yazarlarla sohbet ediyor… Ama şunu da belirtmeliyim; bağırmasa, slogan atmasa da “devrimci” yazarlara akraba bu öykülerinde Büke.

Sade, kompleksiz, slogan atmayan, metinlerinin diplerinde acı ve yoksulluk bulunan, buna rağmen hayata gülümseyerek bakabilen, değişik teknik arayışları içinde olan bir yazar Ahmet Büke. Mustafa Çiftçi’nin İzmirli akrabası, deltalarda toplanan karaşın güruhtan…

Ben Ruhi Bey, “Salinger Yazıtları”nı böyle okudum, böyle anladım!..

18-06/13/ekran-resmi-2018-06-13-014859.png

Yüklük
Ahmet Büke
Can Yayınları
88 sayfa / 11.50 TL

 

Öne Çıkanlar
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Diğer Haberler
Son Dakika Haberleri
KARAR.COM’DAN