Dökülmek, dökmek neyin nesi?

Türkçede “d” sesinin ne yaptığını çözmek şimdiye kadarki tecrübelerime bakarak söylüyorum kolay değil. O kadar zorladı ki d sesi gelen kelimeler beni. “D” deyince tabii ilk değmek kelimesi geliyor olmalı hatırımıza. Değme eyleminin değmeyen bir manaya yönelmesi için ise yaptığımız işlem değmek köküne “l” eki getirmek. “L” sesini ek olarak getirdiğimizde kelimemiz “değil” oluyor. O artık değmeyen bir şeye dönüşüyor. Hüseyin Rahmi Göktaş’ın anlatımını hatırladığım kadarıyla yansıtmaya çalışarak ifade edeyim: Bu elimdeki nesne senin istediğin nesne midir, senin zihnindeki nesne midir? Diye sorup “Değil!” cevabını aldığımızda zihnindeki ile benim dediğim birbirine değmediği için ona “değil” diyoruz. Ama kelime köküne l sesini değil de n sesini getirsek değin demiş olacağız. Akşama değin, sabaha değin.. “N” sesi geldiğinde değme eyleminin gerçekleştiğini görebiliyor, fark edebiliyoruz.

Değme dilcileri toplasak bu konuları konuşsak hangimizin dediği hangimizinkine değer, bilmiyorum ama bu meseleleri mesele etmenin bir değeri olduğundan şüphem yok. Aslolan dilcilere değmesi değil, dile değmesi, manaya değmesi, kelimenin çözümüne değmesi.

***

Değin kelimesinin değilden farkını dile getirdik ama bir de değmek köküne ş sesini getirirsek kelime nasıl bir manayı kuşanır, buna değinelim. Değdirdiğimiz nesneleri birbiri ile değiştirdiğimizde bir tokuşma sesi çıka da bilir çıkmaya da bilir ama eskiler bu işi yapmaya değiş tokuş demişler, biz de değiştirirken muhtemelen değiştirdiklerimizin toklu olanlarını tokuşturuyoruzdur. Ötüken yoluna milletçe döküldüğümüz şu günlerde kafaları tokuşturacak mıyız, tokuşturmayacak mıyız, bunu zaman gösterecek; ülkücü stili ile tokuşturacak olduğumuzda değiş tokuşun sonucunda kafalarımız da değişecek ve hepimiz Türk milliyetçiliği denilerek anılan Türk ulusçusu isimleri rahmetle mi anacağız?

Tabii kelimelerle oynadığımı düşünmeyin lütfen; kelimelere değmeye çalışmaktan öte, kelimelere ellemeye, kelimeleri kavramaya çalışıyorum aslında. Kavramanın tam da kökses teorisine uygun bir şekilde bir avlama eylemi olduğunu düşünüyorum. Sadece sondaki ekleri kaldırmıyorum kelimenin köküne ulaşmak için, baştaki sessiz harfi de kaldırıyorum: Kavramak, kav ve av. Kavramak bizi güçlü kılar, bu cümlelerimi okurken yakınınızda kavrayabileceğiniz herhangi bir eşyayı iyice bir kavramaya yani tutmaya, sıkı tutmaya çalışın. Eğer iyi kavrarsanız o kavradığınız eşyaya hükmedeceksinizdir. Yani kavramak bizi güçlü kılar. Kavradığınız şeye hükmedersiniz. Benim derdim kelimeleri kavramak. Kelimelerin gücünü elde etme çabasındayım. Eşyaları nasıl elim ile kavrıyor isem kelimeleri de zihnimin elleri ile kavramaya çalışmamak elimde değil. Avlamak ile avucuna almak ve kavramak arasında bir ilişki var. Avuç ne olduğunda aya olur, elimizin ayası olur, elin ayası ile ayağın ayası arasında nasıl bir fark var; bunları düşünmeyi zihninize şöyle bir değdirdikten sonra aslında bu yazının başından beri bütün derdimizin dökmek, dökülmek kelimelerindeki “d” sesi kelimeye ne yapıyor, nasıl bir katkıda bulunuyor bunu görebilmek için başında “d” sesi bulunan kelimelerimizden ilk akla geleninin peşine düştük. Neden düşme kelimesi değil de değme kelimesi önce düşüyor zihnimize? Var bunların sebepleri elbet.

***

Dökmek ile döl ve döş arasında da bir ilişki, bir münasebet olmalı. Dölün dökülen bir nesne olduğunu düşünürken insanın döşünün neresi olduğunu yeni nesillerin bilmesinin gittikçe zorlaştığını hatırlıyorum. Yörükler mi bu kelimeleri iyi bilir, aralarındaki farkları güzel ayırdedebilir? Evet. Şehrin insanı unutuyor böyle incelikleri. Döl ile ölmek arasında nasıl bir ilişki var peki? Ya da var mı? Ben mi uyduruyorum yoksa böyle şeyleri? Ölmeye ve dirilmeye ne kadar yakındır bir döl?

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum