İç sesimiz bize doğruyu söylüyor

Mikdat Karaalioğlu

Halil İnalcık, Devlet-i Aliyye kitabının dördüncü cildinde, bazı yerli ve yabancı gözlemcilerin 16. yüzyılın sonlarında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan toplumsal ve ekonomik sorunların, imparatorluğun çözülüşüne yol açabileceğini düşündüğünü yazar. (S.23 : On altıncı yüzyılın son on yılı ile birlikte….. bu değişiklikler öyle şiddetliydi ki… yerli ve yabancı çoğu çağdaş gözlemci bunlardan etkilenerek, imparatorluğun yakında çökeceğini ön gördüler.) İnalcık’a göre sorunlar tespit edilmiştir de çözüm önerileri kapsayıcı değildir. Çünkü çözüm önerilerinin ana hattını Osmanlının ihtişamlı dönemlerindeki değerlere dönüşün sağlayacağı görüşü hakimdir. Bu görüş Osmanlı yıkılana kadar yüzlerce yıl daha devam edecektir.

O yüzyıllardaki siyasi hafıza sadece Osmanlı’nın doğusundaki Pers ve Hindistan medeniyetleri ile kıyas yapma imkanına sahipti. Oysa Osmanlı’nın yaşadığı coğrafyada, artık koşulları Avrupa’nın belirlemeye başladığı yeni bir dönemece girilmişti. Amerika’nın keşfi ile Avrupa’ya gelen yüksek miktardaki gümüş kısa vadede ekonomi orta ve uzun vadede siyasi ve toplumsal hayatı değiştirecek bir araç oldu. Bu değişimin bugün anladığımız şekilde kavranabilmesi elbete 16. ve 17. yüzyıllarda mümkün değildi.

Osmanlı’nın reformlara başladığı kabul edilen 18. yüzyılda koşulların okunmasıyla değil zorlamasıyla yapılan, yapılmak zorunda olan reformlara şahit oluyoruz. Bu reformlar aynı zamanda sahip oldukları siyasi ve ekonomik gücü kaçırmamak için direnen ve çoğu kez başarılı olan ayan, ulema, bürokrat vs. tarihi olarak da okunabilir. Bu tarihlerde siyasi söylem de değişim ve statükoyu koruma arasındaki kavganın doğurduğu hamasetle şekillenmeye başlıyor. Bugün kendimizi tanımlarken kullandığımız siyasi görüşlerin arkasında özellikle 19. yüzyılda yaşanan iktidar kavgalarıyla ortaya çıkan argümanların olduğunu bir çok tarihçi dile getiriyor.

Yüzyıllara yayılan bu süreçte varlığını değiştirmeyen yegane şey statükoyu koruma konusunda geliştirdiğimiz olağanüstü refleksler oldu. Değişimin öncüleri aslında başarıya ancak toplumsal bir dönüşümle ulaşılabileceğini biliyordu. İyi niyetli girişimler, değişimin “şimdi“ mümkün olmayacağının anlaşılmasıyla hep akamete uğradı. Değişim rüzgarlarını yakalayarak elde edilen iktidar, değişimin varlıklarını tehdit edeceğini düşünen yandaş ve muhaliflerin direnişi ile bilinçli ya da bilinçsiz olarak statükoyu koruma mücadelesine dönüştü. Islahat, Tanzimat, Meşrutiyet ve Cumhuriyet tarihi üç aşağı bu beş yukarı bu modeli doğrulayan örneklerle dolu.

Adeta jenerasyonlar üstü bir siyasi konsensüs oluştu. Mutlaka gerçekleşmesi gereken yapısal reformlar hep gelecek nesillere aktarılıyor. Yüzleşmek zorunda olunan sorunlar o denli yoğun, feragat etmek zorunda olduğumuz zihinsel ön kabullerimiz o kadar fazla ki kimse bu cabayı göstermeye cesaret edemiyor. Dış etkenlere olduğundan fazla anlam yüklenerek, tetikte bekleyen düşmana karşı statükoyu korumak en faziletli görev olarak kabul ediliyor.

***

Aslında bireysel psikolojide de rahatlıkla gözlemlenebilecek arızalı bir davranış biçimini yüzyıllardır nesilden nesile aktarıyoruz. Son araştırmalara göre insan bilinci, bir düşünceyi ifade etmek için saniyede en fazla 8 enformasyonu algılayabiliyor. Oysa bilinçaltımız saniyede 80 bin enformasyonu biz farkında olmadan işleyebiliyor. Bilinçaltımız bu işlemi bilincimizden 10 bin kat daha hızlı bir şeklide yapıyor. Gerçek potansiyelimizin çok altında sınırlı bir veri işleme kapasitesiyle günlük sorunları çözmeye çalışıyoruz.

Psikolojik rahatsızlıkların pek çoğu aslında bilinçaltı kapasitemizle rahat çözülebilecek travma, kızgınlık, bezginlik, korku nefret vs. gibi duygu ve düşünceleri sınırlı bilinç kapasitemizle hızlı ve yanlış olarak irdelemeye çalışmamızdan kaynaklanıyor. Hatta bu duygular aynı nedenle zihnimizde oluşuyor. Peki bilinçaltımızdan nasıl istifade edebiliriz? Konunun uzmanları bize iç sesimize kulak vermemizi tavsiye ediyor.

Psikolojik sorun olarak nitelendirilen bir çok rahatsızlık gerçekte bilinçaltımızın bize yaptığı bir uyarı. Bilincimizin sınırlı kapasitesiyle aldığı yanlış kararlara karşı iç sesimiz bize sürekli uyarılarda bulunuyor. Yanlış davranışlarımızı sürdürmekte ısrar edince de bilinçaltı korku, depresyon, panik atak vs gibi daha yoğun sinyaller gönderiyor. Bir çok insanın dehşet olarak yaşadığı bu sinyaller aslında bilinçaltımızın bize yaptığı gayet iyi niyetli ve sevimli uyarılar. Süreci tanımlayamayan, profesyonel destek almayan bir çok insan ömürleri boyunca bu rahatsızlıklarla birlikte yaşamak zorunda kalıyor. Oysa doğru bir terapi uygulandığında yukarıda sözü edilen rahatsızlıkların çoğu rahatlıkla tedavi edilebiliyor.

Toplumsal psikolojimiz de bu minvalde ilerliyor. Sorunların çıkış nedenlerini kavrayıp çözmek yerine çözüme hiç bir katkısı olmayacak sendromalarla uğraşıp duruyoruz. Tarihin bize krizler, darbeler savaşlar, siyasi gerilimler aracılığı ile verdiği sinyalleri bazen farkında olmadan fakat sıkça da bilinçli olarak görmezden gelip artık alışkanlık haline gelen hastalık ve hüzünlerimizle birlikte yaşamımızı sürdürüyoruz. Oysa iç sesimize kulak verebiliriz. Bazıları buna vicdan da diyor.

Yorum Yap
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.