Görüşler

Balinanın karnında

Balinanın karnında

Ankara Enstitüsü Araştırma Direktörü Sosyolog Hatem Ete ‘Siyaset dondu mu? yazısının devamı niteliğindeki ikinci bölümde ‘ittifak siyaseti’ ve ‘siyasi alternatifin olmayışı’ dinamiklerinin siyaset üzerindeki etkisine değiniyor.

Dünkü yazıda Türkiye’deki mevcut durumu “siyasal donma” olarak adlandırarak, bunun en önemli sebeplerinden birinin kimlik siyasetinin ve temsil ilişkisinin dönüşümü olduğunu, ancak donma halinin sadece bu dinamikle açıklanamayacağını, daha doğru bir anlamlandırma faaliyeti için ittifak siyaseti ve siyasal alternatifsizlik gibi dinamiklerin de hesaba katılması gerektiğini vurgulamıştım.   

İTTİFAK SİYASETİ 

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin iktidarı yüzde 50+1 oya endekslemesi, ittifak denklemini siyasetin en vazgeçilmez dinamiğine dönüştürdü. İttifak siyaseti, iki şekilde, temsilin donmasını sağlayan bir işlev gördü. İlk olarak, siyasi partileri sahici siyasetten kopararak mühendisliğe sürükledi.  

Aslında ittifak süreci, siyasi partilerin sahici siyasetten uzaklaşmalarını zorunlu kılmıyor, ancak başka bir yazıda1 değerlendirdiğim üzere, siyasi partiler seçim ittifaklarını siyasi ittifaka dönüştürmeyi tercih ettikleri için ittifakı sürdürebilmek uğruna kendilerini siyasetsizliğe mahkûm etmiş durumdalar. Partiler, yeni seçmen kazanmaya yönelmek yerine mevcut tabanlarını korumayı ve belirli bir seçmen kümesine sahip siyasi partilerle ittifak kurmayı önceleyen bir strateji güdüyor.

Bugün, siyasi partileri karakterize eden unsur, nasıl bir Türkiye vizyonuna sahip oldukları veya iç ve dış politikadaki birçok önemli başlığa nasıl yaklaştıkları değil, hangi ittifak blokunda yer aldıkları veya hangi partilerle dirsek temasında olduklarıdır.  

İttifak siyasetinin ikinci yansıması, kutuplaşma iklimini tahkim ederek siyasi pozisyonları dondurmak oldu. Siyasi partilerin iki ittifak zemini üzerinde toplanması, siyasal çoğulluğu ve çeşitliliği yok ederek farklı siyasi partilerin dinamizmini ortadan kaldırdı.

Partilerin iki adreste toplanması seçmeni de iktidar-muhalefet eksenlerinde negatif kimliklenmeye sürükledi. İki kutuplu siyasi eksen, siyasi partilerin özgünlüğünü ortadan kaldırdığı ölçüde seçmenin tercih değişimini de yavaşlattı. Bıçak sırtı bir dengede ittifak eksenlerinin mücadelesi sertleştikçe, artan kutuplaşma düzeyine paralel olarak seçmenin tercihleri de kemikleşti.   

Bu çerçevede, muhalefetin iktidar karşısında birleşerek seçimleri kazanma umudunu yükselten seçim ittifakları, kutuplaşmayı tahkim ederek seçmen hareketliliğini dondurması dolayısıyla kazanma imkanını riske sokan bir işlev de görüyor. İttifak üzerinden güçlenen ve sürdürülen kutuplaşma kimlik siyasetini kalıcılaştırarak iktidar blokunun oy kaybetmesini ve muhalefet blokunun oy devşirmesini durduruyor/yavaşlatıyor.

İktidar performanstan kopararak korku ve beka siyasetine endekslediği temsil anlayışıyla yaşayacağı muhtemel seçmen kaybını, mevcut ittifak anlayışının tahkim ettiği kutuplaşma ve negatif kimliklenme sayesinde durduruyor. İki kutuplu siyasal denklem, seçmen hareketliliğini kısıtlıyor.  

Dolayısıyla, bugün Türkiye’de hâkim olan siyasetsizliği ve siyasal kilitlenmeyi besleyen ikinci dinamiğin mevcut ittifak anlayışı olduğu söylenebilir. İttifak dinamikleri dolayısıyla 2021 itibarıyla Türkiye’de siyaset toplumdan ve toplumun sahici gündeminden kopuk siyasi elitler arası bir mühendislik uğraşına dönüşmüş durumda.

İktidar da muhalefet de toplumun sahici sorunlarıyla ilgilenmek, günün sorunlarını gündeme getirmek veya çözüm üretmek yerine, enerji ve mesailerini, ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan seçimlere nasıl bir ittifak kompozisyonuyla katılacaklarına hasretmiş durumdalar. Siyasetsizlik, mühendislik ve seçkincilik kutuplaşma eksenlerini tahkim ederek seçmen statükosunu besliyor.  

ALTERNATİF YOKLUĞU 

Bu da bizi üçüncü dinamiğe getiriyor. Siyasetsizlik veya siyasal alternatif yokluğu. İktidar 15 Temmuz sonrasında yaptığı tercihler ve bu tercih neticesinde kısıldığı yüzde 50 kapanı dolayısıyla (MHP ile ittifakın da hareket kabiliyetini daraltması üzerinden) -istese de- siyaset üretemiyor. Böyle olunca da siyaset beklentisinin birinci adresi muhalefet oluyor. Muhalefet ise ittifak dinamiklerine yoğunlaşmaktan, mevcut siyasal statükoyu bozacak sahici bir siyasi alternatif üretemiyor.   

Muhalefetin -kurduğu ittifak denklemi üzerinden- iktidara alternatif hale gelmesi, alternatif bir siyasete sahip olduğu anlamına gelmiyor. Muhalefetin iktidarla mücadelesi temsil siyasetinin donmasıyla oluşan bu anomaliye alternatif oluşturmak yerine bu anomaliyi veri alan ve tahkim eden bir düzlemde işliyor. İttifak eksenine dayalı muhalefet stratejisi mevcut anomaliyi besliyor.

Muhalefet, seçmenin dikkatini çekecek yeni bir siyaset geliştirmek, seçmene bugünkünden farklı bir dünya önermek yerine, mevcut siyasi paradigmanın içinde seçimleri kazanmaya endeksli statükocu bir tutum sürdürüyor.   

Muhalefetin en önemli gerilimi/handikapı, yeni bir siyasetin gerekleri ile seçim aritmetiğinin baskısı arasında bir denge bulamamasıdır. Denge seçim ittifakının siyasi ittifaka dönüştürülmesi, seçim arifesinde konuşulacak ittifakın her gün yeniden tazelenmesi gereken bir akitleşmeye döndürülmesi ile bozuldu. Oysa muhalefetin bugünden ittifak içinde olmasını gerektiren bir durum yok.

24 Haziran seçimleri de güncel kamuoyu araştırmaları da İYİ Parti ve HDP’nin seçim barajı sorunu olmadığını gösteriyor. Siyasi partiler önümüzdeki seçimlerde de milletvekili seçimlerine ittifak çatısı altında girmeye mecbur değiller. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak bir adayı desteklemek için de bugünden siyasal farklılık ve özgünlüklerini törpüleyen bir angajmana girme zorunlulukları yok.  

Ancak, buna rağmen, muhalefet ittifak içinde olmayı en önemli siyasal öncelik olarak belirlemiş durumda. Bu anlayış, bir yandan muhalefet blokunu iktidarın operasyonel hamlelerine açık ve kırılgan kılarken, öte yandan muhalefeti siyasetsizliğe sürüklüyor.

İktidar HDP üzerinden İYİ Parti ve CHP’ye yüklenirken, muhalefet bütün enerjisini iktidarın hamlelerine karşı taktik geliştirmeye harcıyor; CHP İYİ Parti’yi kaybetmemek için HDP ile mesafelenme ihtiyacı duyarken, İYİ Parti milliyetçi tabanın hışmına uğramamak için akla karayı seçmek durumunda kalıyor.2 İttifak dengelerine zarar vermeme kaygısı, taban genişletmeye yönelik yaratıcı siyaset geliştirme bir yana muhalefet partilerinin mevcut tabanlarının beklentilerini karşılamasını bile engelliyor.  

Kısacası, seçim ittifakının siyasi ittifaka dönüştürülmesi, muhalefetin yeni siyasi söylemlere yönelmesini engelleyerek enerjisini ittifak dengelerini kollamaya hasretmesine yol açıyor. Muhalefet cephesindeki siyasetsizliğin en önemli nedenlerinden biri bu.  

Siyasetsizliğin ikinci nedeni, siyasi partilerin büyük oranda iktidarın çizdiği siyasi çerçeveyi aşacak, kuşatıcı bir yeni Türkiye vizyonu geliştirmekten yoksun olmasıdır. Seçmen, bugün, bir yandan korku ve beka siyasetiyle tahkim edilmiş kimlik siyasetinin, öte yandan iki kutuplu siyasal ittifak anlayışı üzerinden güçlenen negatif kimliklenmenin etkisi altındadır.

Üst üste bindirilmiş bu katmanlı zırhı aşacak, seçmeni sarsacak cesur, net, vizyoner bir siyaset anlayışına ihtiyaç var. Bu vizyon ortaya konulmadıkça, seçmen kendisini çevreleyen sınırların içinde kalmaya devam ediyor.  

Mevcut siyasi denklem, her siyasi partiye belli bir oy oranı garantisi sağladığı ölçüde, bütün siyasi partiler tarafından besleniyor. Siyasi partiler, kendi tabanları dışındaki toplumsal kesimlere seslenmek, oy potansiyelini arttıracak siyasal programlar geliştirmek yerine kimlik siyasetini ve kutuplaşmayı tahkim edecek gündelik polemiklere katılmayı tercih ediyorlar.  

İktidar ve muhalefetin -bütün şikayetlerine rağmen- razı oldukları ve besle(n)dikleri bu denklem, kimlik siyaseti ve kutuplaşma üzerinden don(durul)muş bir temsil ilişkisini tahkim ederek siyasal alanı sosyo-ekonomik dinamiklerin etkisinden arındırıyor. Sosyo-ekonomik dinamiklerin nüfuz edemediği bir temsil siyaseti, siyasal faaliyeti mühendislik hesaplarına, seçimleri de kimlik sayımına indirgiyor.  

ARAF’TA SİYASET 

Türkiye’de daha önce yaşanmayan bir tecrübeye tekabül ettiği için anomali olarak nitelendirdiğim mevcut siyasal durumu, literatürde referans verilen iktidarın medya üzerindeki baskısı, sosyal politikalar, siyasi baskı gibi dinamiklerin etkisini inkâr etmemekle beraber, kimlik siyasetindeki kırılmalar, ittifak siyaseti ve siyasal alternatif yokluğu ile açıklamanın daha doğru olduğunu düşünüyorum.  

Türkiye’nin insanı karamsarlığa sürükleyen mevcut hali, sorumluluğu ne tek başına iktidara ne de muhalefete yükleyerek üstesinden gelinemeyecek, karmaşık ve çok yönlü dinamiklerden beslenmektedir. Böyle olduğu için de mevcut sorunlar ne iktidarın arzu ettiği gibi muhalefetin zayıflaması (veya dönüşmesi) ne de muhalefetin hedeflediği gibi Erdoğan iktidarına son vermekle çözülebilir.

Siyaset mevcut anomaliyi sahici bir analize tabi tutup yapısal çözümlere yönelmediği müddetçe, iktidar değişimine endeksli noktasal politikalar mevcut anomaliyi derinleştirmekten öte bir işlev görmeyecektir. Cumhuriyetin yüzyılını geride bırakıp yeni bir yüzyıla hazırlandığımız bu kritik kavşakta sahici, ciddi, cesur bir muhasebeye ve bu muhasebeden beslenen kuşatıcı perspektiflere ihtiyaç var.   

“Balinanın Karnı” George Orwell tarafından umutsuzluk ve karamsarlığın sembolüne dönüştürülse de mitolojik ve dini anlatılarda sıkıntının geçiciliğini ve kurtuluşu temsil eder. Hz. Yunus, atıldığı denizde balina tarafından yutulur, balinanın karnında geçirdiği günlerde hatalarını görerek af diler ve günler sonra balina tarafından kıyıya bırakılarak kavmine geri döner.

Tevrat ve Kur’an’da yer aldığı bu haliyle, “balinanın karnı”, sıkıntının geçiciliğini sembolize etmenin yanısıra kurtuluş için muhasebe ve arayışın gereğine işaret eder. Balinanın karnı karanlığın, karamsarlığın metaforu değil, karanlıktan aydınlığa geçişin zorunlu ara durağıdır. Türkiye bugün bu ara durakta duruyor. Daha ne kadar süre balinanın karnında kalacağı da siyaset başta olmak üzere her birimizin çaba ve tercihleriyle belirlenecek. 

HATEM ETE KİMDİR?   

Lisans, yüksek lisans ve doktora öğrenimini ODTÜ Sosyoloji Bölümü’nde yapan Hatem Ete, 2007-2008’de doktora araştırma bursuyla Columbia Üniversitesi’nde bulundu. 2008-2014 arasında SETA’da Siyaset Araştırmaları Direktörlüğü, 2014-2017 arasında da Başbakan Başmüşavirliği yaptı. Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nde Öğretim Üyesi ve Ankara Enstitüsü’nde Araştırma Direktörü olarak görev yapmaktadır. 

240620200302384362235.jpg

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir