Avrupa’da milyonlarca Müslümanın yaşadığı ülkelerde son yıllarda İslami simgelere, camilere ve bireylere yönelik saldırılar artış gösteriyor. Uzmanlara göre bu saldırılar, bireysel nefret eylemlerinin ötesine geçerek sistematik bir problem halini alıyor.
Müslüman karşıtlığının artması, yalnızca toplumsal barış ve demokratik değerlere zarar vermekle kalmıyor; aynı zamanda siyasi söylemlerin giderek daha fazla kutuplaştırıcı bir zeminde şekillenmesine yol açıyor.
“MÜSLÜMANLAR MAĞDUR OLDUKLARI HALDE SORUMLU GÖSTERİLİYOR”
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Din Sosyolojisi Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İhsan Çapcıoğlu, Avrupa’daki İslamofobiye ilişkin değerlendirmesinde, 2000’li yıllardan itibaren Müslüman karşıtlığının siyasi, hukuki, tarihsel ve toplumsal birçok nedene dayandığını ifade etti.
Çapcıoğlu, özellikle Fransa’nın bu alanda öne çıktığını vurgulayarak şu değerlendirmeyi yaptı:
“İslamofobi deyince akla Avrupa ülkeleri geliyor. Bu ülkelerde de Fransa başı çekiyor. Fransa malum laikliğin beşiği ve dünyaya bu anlayışı transfer eden bir ülke. Fransa özelinde bu anlayışı tek bir sebebe bağlamak mümkün değil. Fransa’da hukuki zeminin var ama ayrılıkçılıkla mücadele gibi bir takım yasalar İslam’ı potansiyel bir risk faktörü, bir tehdit olarak gündeme getiriyor.”
Medyada İslam’la ilgili gündemlerin bilinçli şekilde yayıldığını belirten Çapcıoğlu, Müslümanların tekil olaylarla genelleştirilerek olumsuz şekilde sunulduğunu aktardı:
“Müslümanlar hep terör yanlısı, geri kalmış, radikalize olmuş gruplar şeklinde servis ediliyor. Gündemde bu şekilde yer alarak hoşgörüsüzlüğü, ayrımcılığı ve düşmanca tutumları tetikliyor. Diğer taraftan kültürel kimlik boyutu ve ulusal bütünlük kaygıları da var. Örneğin Fransa’da göçmenlerin çoğunun Müslüman olması, onların da benzer etiketlerle damgalanmasını maalesef beraberinde getiriyor. Fransa’nın geleneksel değerleriyle bu yeni gelenlerin, göçmenlerin değerleri arasında bir çatışma olduğu sürekli, sıkça medyada işlenen bir konu.”
Çapcıoğlu, ekonomik ve sosyal eşitsizliklerin de Müslümanlarla ilişkilendirildiğini belirtti:
“Ekonomik ve sosyal eşitsizlik boyutu da var. Dünya krizi geride kalmış olsa da bu Müslümanlarla ilişkilendiriliyor. Bir günah keçisi arayışına gidiliyor. En kolay buldukları da Müslümanlar oluyor. Müslümanlar yoksullukla, işsizlikle, birtakım altyapısal sorunlarla, kültürel sorunlarla, temsil sorunlarıyla burada da gündeme getiriliyor ve böyle bir algı gittikçe daha güçlü bir şekilde servis ediliyor. Mağdur Müslümanlar olduğu halde, masum Müslümanlar olduğu halde sorumlu bir şekilde Müslümanlar olarak algılanıyor.”
PSİKOLOJİK VE TOPLUMSAL ETKİLER DERİNLEŞİYOR
Çapcıoğlu, aşırı sağın yükselişiyle yayılan Müslüman karşıtlığının bireyler üzerinde ağır psikolojik etkiler yarattığını söyledi:
“Bu fikirlerle birlikte yabancı düşmanlığı, Müslüman düşmanlığı vakaları art arda geliyor. Bunun duygusal ve psikolojik etkileri var. Müslümanlar üzerinde suçlu bir kimlik oluşturulmaya çalışılıyor. Bu yargılamalar neticesinde stres bozukluğu, travma, yalnızlaşma ve yabancılaşma özellikle yeni nesilde artıyor. Bir taraftan öfke yükseliyor, bir taraftan sosyal ve kültürel dışlanma aidiyet sorunlarını, aynı zamanda iş bulma problemlerini beraberinde getiriyor.”
Güvenlikçi politikaların özgürlükçü yaklaşımların önüne geçtiğini belirten Çapcıoğlu, bunun sosyal uyum ve demokratik değerler açısından ciddi kayıplara yol açtığını ifade etti:
“Aynı zamanda ekonomik kayıplar burada yine bir genel sebep olarak hep söyleniyor, ifade ediliyor. Müslümanlar hukuka ve demokrasiye yönelik bir tehdit olarak algılanıyor. Bu durum o ülkelerde sosyal anlamda huzurun sağlanması, ekonomik gelişmişliğin, sosyokültürel entegrasyonun, bütünleşmenin, toplumsal anlamda birliğin sağlanmasında da ciddi bir kayba neden oluyor.”
“MÜSLÜMANLAR AVRUPA’YA YABANCI OLARAK BAKMAMALI”
Prof. Dr. Çapcıoğlu, Avrupa’da yaşayan Müslümanların aidiyet duygusuna da değindi:
“Müslümanlar artık Avrupa’ya yabancı olarak bakmamalı. Orası bugün Müslümanların belli bir sayıya ulaştığı bir coğrafya. Ev sahibi ülke vatandaşı gibi hissetmeleri en doğal ve aslında tercihe şayan olanı. Ancak bu tür politikalar, bir türlü kendilerini o coğrafyaya ait hissedememelerini beraberinde getiriyor. Bir Müslüman kimliği oluşturmalıyız. Buna odaklanmalı. Ben bunun yeni nesilde bir ölçüde başarılabildiğini ya da başarılabileceğini düşünüyorum doğrusu.”
