Görüşler

ABD-Türkiye ilişkilerinde Fırat’ın doğusuna operasyon bilmecesi: Fırsatlar ve zorluklar

ABD-Türkiye ilişkilerinde Fırat’ın doğusuna operasyon bilmecesi: Fırsatlar ve zorluklar

Al Sharq Forum editörlerinden Yasin Küçükkaya, Fırat’ın doğusuna olası bir operasyon çerçevesinde ABD-Türkiye ilişkilerini değerlendirdi.

YASİN KÜÇÜKKAYA

Türkiye’nin Suriye sahasındaki operasyonel sınırlarını, sahadaki iç dinamiklerden çok, ABD ve Rusya ile ilişkileri belirlemektedir. Şimdiye dek gözlenen, iki süper gücün tehdit algılarının ve buna bağlı olarak destekledikleri aktörlerin farklılaşmasının, her iki ülke ile olan ittifak anlayışına bağlı olarak Türkiye lehine fırsatlar sunduğu yönündedir. Kuzey Suriye hattının topografyası, barındırdığı savaşçıların sayısı, niteliği ve ne tür silahlarla donatıldığı, muhtemel bir operasyonun sahadaki toplumsal meşruiyet zemini, sahanın etnik kompozisyonu ve etno-dinsel gruplar arasındaki çıkar çatışmaları ise tali bir öneme sahiptir.  

Böylesi bir kavrayış, ilk bakışta sahanın kendine özgü siyasal-toplumsal örüntüsünün dikkate alınmayacağı ve dolayısıyla bunun dışardan bir okuma biçimi olacağı şeklinde algılanabilir. İç dinamikler; bölgeye dönük müdahalelerin kapsamını, stratejisini, süresini belirlemesi açısından tayin edici olmaktan çok dönüştürücüdür. Bu durum, uluslararası güç dengesi sisteminin tanıdığı iktidar alanının iç dinamikler üzerindeki özgül ağırlığını korumasından ileri gelmektedir.  

Dolayısıyla söz konusu mesele, sadece ulus devletleri yegâne kurucu aktörler olarak kabul eden realist uluslararası ilişkiler kuramı ışığında okunamayacağından sahanın iç dinamiklerini de göz önünde bulundurmak gerekir. Bölgedeki Kürt nüfusunun tümden namlu ile hizaya getirilmediği, genel itibariyle Demokratik Birlik Partisi’ne (PYD) bağlı olduğu bilinmektedir. Bununla birlikte, Tel Abyad ve Ras El Ayn’deki Sünni Arap nüfusu ile bölgenin önde gelen Sünni Arap aşiretlerinin ve Suriye Ulusal Kürt Konseyi’ne (ENKS) yakın muhalif Kürt aktörlerinin pozisyonu, start verilmesi halinde operasyonun seyrini belirleyecek niteliktedir. 

Gelinen noktada Kuzey Suriye’deki gelişmeler, sahadaki tüm devletleri pozisyonlarını yeniden gözden geçirmeye sevk etmektedir. İdlib operasyonunun ‘soğuk bir barışla’ ötelenmesi, Menbiç’te ABD ile devriye programı derken; Türkiye’nin operasyon kararı ve hemen akabinde Donald Trump’ın ABD askerlerinin Suriye’den çekilmesi yönündeki talimatı, yankıları uzun sürecek sarsıntılar yaratmıştır. Çekilmenin ardından ABD’nin Suriye’deki kuvvet konsantrasyonunu Irak’a kaydıracağı ve Suriye programını müttefiklerinin yardımıyla sürdüreceği (remote) beklenmektedir. Türkiye’nin de içerisinde olacağı Menbiç ve Fırat’ın doğusuna dönük olası bir müdahalenin/mutabakatın çerçevesi önemli fırsatlar sunmakla birlikte çeşitli güvenlik riskleri barındıran zorluklar da taşımaktadır.  

 Arka Plan   

Türkiye’nin Suriye sahasındaki güvenlik ihtiyaçları, zaman içerisinde karşı karşıya olduğu tehditleri tanımlamasını gerektirmiştir. Kuzey Suriye’deki gelişmelere bağlı olarak ülkedeki müzakere sürecinin fiilen rafa kaldırılmasının ardından, Suriye’deki PYD ve onun silahlı kanadı Halk Koruma Birlikleri (YPG), Ankara nezdinde bir güvenlik tehdidi olarak kabul edilmiştir. Bu durum, Türkiye’nin sert güç enstrümanlarına başvurmasını gerektirmiştir: 

İlk olarak 24 Ağustos 2016 tarihinde Fırat Kalkanı Harekâtı ile Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Özgür Suriye Ordusu (ÖSO), Fırat’ın batı yakasının başladığı Cerablus’ta kontrolü sağlamıştır. Akabinde Çobanbey, Azez ve Bab cebinde hakimiyetin kurulması ile YPG kontrolünün Afrin’e dek genişletilmesinin önüne geçilmiştir. 12 Ekim 2017’ye gelindiğinde, İran ve Rusya’nın da garantörü olduğu Astana Mutabakatı çerçevesinde Türkiye, ‘İdlib Gerginliği Azaltma Kontrol Gücü Faaliyetleri’ adıyla İdlib’in kuzeyine girmiştir. Bu hamleyle YPG’nin kontrolündeki Afrin tamamen kuşatılmış ve Akdeniz’e inme planları da akamete uğratılmıştır. Son kertede 20 Ocak 2018 tarihinde başlatılan ve toplamda 2 ay 4 gün süren Zeytin Dalı Harekâtı neticesinde Afrin ilçesinin tamamı YPG’lilerden arındırılmış ve Kuzeybatı Suriye’de (Tel Rıfat dışında) göreli bir hakimiyet alanı tesis edilmiştir. 

Türkiye’nin ABD ile ilişkileri açısından Fırat’ın batısındaki tek pürüz Menbiç özelindedir. Nitekim buraya dönük operasyon kararlığını her defasında dile getiren Ankara, nihayetinde kendisini ABD’nin öncülük ettiği bir devriye programının içerisinde bulmuştur. Bu süre zarfında, YPG’lilerin Menbiç kent merkezini terk ettiği ve kentin, kenti oluşturan etnik kompozisyonu kapsayacak bir idari organ tarafından yönetildiğinin dile getirilmesi fakat sahadaki gerçekliğin tersi istikamette seyretmesi, ABD ve Türkiye ilişkilerinde bir başka kriz alanı olarak kendisini göstermiştir. 12 Aralık 2018’de Cumhurbaşkanı Erdoğan, Menbiç’te izlenen devriye programının bir oyalamacadan bir ibaret olduğunu vurgulamış, hazırlıkların tamamlandığını ve çok yakın bir zamanda Menbiç de dâhil olmak üzere Fırat’ın kuzeydoğusuna dönük yeni bir operasyonun sinyalini vermiştir.  

19 Aralık 2018’a gelindiğinde ABD askerlerinin Suriye’den çekileceği şeklinde haberler yapılmış ve hemen akabinde ABD Başkanı Donald Trump, attığı bir tweetle bunu teyit etmiş, 24 Aralık 2018’de ise çekilmeye ilişkin kararname daha sonra istifa edecek olan ABD Savunma Bakanı James Mattis tarafından imzalanmıştır. Çekilme kararı, birkaç gün içinde başlatılması beklenen operasyonun bir süre ertelenmesine neden olmuştur. Dolayısıyla bu durum, sahadaki iç dinamikler ile bölgedeki güç dengesinin yeniden okunmasını gerekli kılmaktadır.  

 ABD’nin Kuzeydoğu Suriye’deki İttifak İkilemi 

Ankara’nın güvenlik kaygıları her geçen gün katlanırken ABD, geçmişte olduğunun aksine bu kez, desteklediği grupları Türkiye’yi ikna etmek için rehabilite etmek ya da Suriyelileştirmek yerine, Kürt siyasi gruplarını bir araya getirmeyi amaçlamıştır. 8 Aralık 2018 tarihinde eski Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey, Ankara’daki temaslarının ardından Irak Kürdistan Demokrat Partisi’ne (I-KDP) yakınlığıyla bilinen ENKS ile Gaziantep’te bir araya gelmiştir. Akabinde, adı Roj Peşmergeleri diye anılan silahlı birlikten 100 kişilik bir grup, ABD’nin nezaretinde Irak Kürdistanı’ndan Rimelan’a geçerek YPG’lilerle görüştürülmüştür. Jeffrey, Suriyeli Peşmergelerin Fırat’ın doğusundaki Irak Kürdistanı sınırında konuşlandığını ve bunun ABD ile Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) bilgisi dahilinde olduğunu teyit etmiştir. Bu durum, Roj Peşmergelerinin Türkiye sınırında konuşlanacağı şeklinde tartışmalara sebep olmuş ve söz konusu girişim YPG tarafından açık bir şekilde reddedilmiştir.  

Diğer bir girişim, ABD’nin Suriye’deki yükünü paylaştırmak için Körfez’deki ve Avrupalı ortaklarını Kuzeydoğu Suriye’deki süreçlere dahil etme siyasetidir. ABD yönetimi Körfez’deki ortaklarından mali sorumluluğun yanında sahadaki askeri yükü de omuzlamalarını istemektedir. Yakın bir zaman önce ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun Ortadoğu temaslarında ABD’li askerlerin yerine ikamesi için bir Arap gücü fikrinin masada olduğu belirtilmektedir. Bu gelişme bölgedeki rol ve liderlik açısından bölgesel güçler arasında çetin bir çekişmeye kapı aralamaktadır.  

ABD aynı zamanda Avrupa’daki ortaklarına da askeri, siyasi ve mali sorumluluklar yükleyerek olası gelişmelerin sonuçlarını paylaşmak istemektedir. Bu noktada Suriye üzerindeki tarihsel bakiyesinin yanında sahadaki kısıtlı askeri varlığı ile Fransa, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla daha hazır bir görüntü vermektedir.  

ABD’nin Suriye programını diğer Kürt gruplarının yanında Körfez’deki müttefikleri ve Avrupalı ortakları ile sürdüreceği gündemde iken Erdoğan, New York Times’ta kaleme aldığı yazıda, Türkiye’nin çekilme takvimine ve sahadaki etnik kompozisyona sadık kalarak bu görevi omuzlayacağını, ABD’nin Suriye’deki çıkarlarını yalnızca Türkiye’nin koruyabileceğini taahhüt ederek Kuzeydoğu Suriye’de oluşturulacak bir güvenli bölgeye işaret etmiştir.  

 Güvenli Bölge Meselesi 

Türkiye’nin 32 kilometre derinliğinde olması öngörülen güvenli bölge için evvela hem yerel hem de uluslararası bir meşruiyet zemini oluşturması gerekir. Yerel meşruiyet zemini için bir yandan sahadaki Arap aşiretleri ile iletişim kanallarının açık tutulması, diğer yandan sahanın Arap kompozisyonunun güvenli bölge meselesinde Türkiye’den yana taraf olmasının sağlanması gerekir. Bu noktada Türkiye, sahadaki önde gelen Sünni Arap aşiretleriyle tarihsel bağları olan Suudi Arabistan engeline takılabilir. Bir diğer husus bilhassa uluslararası meşruiyet açısından Kürtler noktasındadır. Türkiye, başından beri olası bir müdahalenin terör örgütlerine karşı olacağını ve bunun kesinlikle Kürtleri hedef almayacağını vurgulamaktadır. Amerikan yönetiminin çekilmeden evvel Kürtlerin güvenliğinin güvence altına alınması gerektiği yönündeki açıklamalarının tansiyonu yükseltmesi de bundan ileri gelmektedir. Türkiye’nin bu duruma açıklık getirmek için bilhassa Kürt yoğunluklu Afrin özelinde, kamusal alanda Kürtlerin idari yönetimdeki temsilinin yanında Kürtçe’nin kullanımının ve görünürlüğünün önünü açması gerekir. Sahada bunun nasıl bir karşılığı olacağı kestirilmese de Türkiye, Kürtler bağlamında resmi söylemi ile pratiğini ancak bu şekilde buluşturabilir.  

Yukarıda genel hatlarıyla ortaya konmaya çalışılan muhtemel senaryonun karşı karşıya olduğu iki husus vardır: Birincisi; sahadaki güçlerin böylesi bir programa razı gelmemesine bağlı olarak yaygın bir asimetrik savaş hâlinin baş gösterecek olmasıdır. Ancak ABD’nin planı sahadaki güçlerle Türkiye’nin karşı karşıya gelmemesini güvence altına alan bir formül dahilindedir. Diğeri, Türkiye’nin ABD nezaretindeki kapsamlı bir güvenli bölge programında yer almasına razı gelmemesine bağlı olarak Rusya’nın işleri yokuşa sürebilecek adımlar atmasıdır. Bu noktada Şam yönetimi ile Suriye Demokratik Meclisi (SDM) arasındaki görüşmeler neticesinde somut bir gelişme kaydedilebilir.  

ABD çekilirken, Türkiye’nin de içerisinde olduğu bir programı benimseyerek Kuzeydoğu Suriye’ye yeni bir soluk kazandırmak isteyebilir. Halihazırda NATO ittifakındaki bir çatlağı resmeden S-400’ler bahsi ve Moskova-Ankara hattının diri bir görüntü vermesi karşısında ABD, Türkiye’nin sahada olmasına imkân tanıyarak aynı zamanda ikili ilişkileri rayına sokmak isteyebilir. Ancak iki süper güç arasındaki makasın daralması -bilhassa her iki aktörün de sahadaki güçlerin güvence altına alınacağı konusunda anlaşmaya varması- Türkiye’nin daha incelikli bir politika benimsemesini gerektirebilir. 

İlgili Haberler
YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir