Görüşler

‘Altılı Masa’nın tarım siyaseti’ne giriş

‘Altılı Masa’nın tarım siyaseti’ne giriş

Ziraat Yüksek Mühendisi Cumali Ünaldı, Millet İttifakı’nın tarım politikalarına dönük değerlendirmede bulunuyor.

Deprem bir milat oldu, yaşayanlar için. Bundan sonra da olayları anlama ve yorumlamada, önemli bir nokta olmaya devam edecek.

Deprem konusunda, şimdiye kadar yazılanları, söylenenleri, uyarıları fazla önemsemedik. Kulağımızın üstüne yattık. Onbir ilde büyük bir depremin olması; insanların evlerinin yıkılması, canlarının, eşyalarının, birikimlerinin enkaz altında kalması, hasılı düzenlerinin bozulması, saat 04:17’de sokağa fırladıkları gecelik kıyafetleri, çıplak ayakları ve çaresizlikleriyle baş başa kalmaları, depremzedelere ve birinci dereceden yakınlarına, zihin diriliği sağladı ve meseleyi kavramalarını kolaylaştırdı.

Asıl önemli olan, bu ülkeyi yönetenler veya yönetmeye aday olanlarda, aynı diriliği, derinliği, bakış ve çözüm keskinliğini yarattı mı?

Bir doğal afetin önemini dikkate almak demek, olay olduktan sonra enkazı kaldırmak değil. Ölüleri usulünce gömmek de değil. Kalanları çadırlara yerleştirmek, sıcak çorba içirmek hiç değil.

Ya nedir?

Adı Türkiye olan ülkeyi doğru planlamak, kentleri ve kırsal alanı doğru düzenlemek, tekniği ve bilimi öncü kılarak, yapılacak şeyleri bilime uygun yapmak demektir.

Şöyle bir söz duyuyorsunuz:

“Ey inananlar! Yapmayacağınız şeyi niçin söylüyorsunuz?

Yapmayacağınız şeyi söylemeniz, Allah’a göre büyük bir iğrençliktir.”

Bu sözün güçlü anlamıyla çarpılmanız gerekir normal olarak. Hayır çarpılmıyorsunuz, Türkiye’de siyaset yapan biriyseniz, gülüp geçebiliyorsunuz.

Neden mi? Alın siyasi partilerin programlarını, iktidara gelenlerin uygulamalarına da bakın, aradaki muazzam farkı görerek, bu mazlum ve mağdur milletin neden çekiç ile örs arasında kaldığını anlayın.

Elbette ki, oy verenlerin de şöyle bir sorumluluğu olmalı: “Arkadaş, bu söylediklerini nasıl, ne kadar zamanda, hangi kaynakları kullanarak yapacaksın! Bu bir. İkincisi de, eğer yapamazsan; ne zaman, neyi başaramazsan istifa edeceksin?”
Yani iktidardakine de, muhalefettekine de, halka da gerekli olan tek şey var: Akletmek, fikretmek…

Bir konuyu daha belirteyim, bu ülkenin gerçekten akîl insanlarının; yol göstericilerin, şairlerin, sanatçıların, aydın diye tabir edilen seçkinlerin, gazetecilerin; peşine takıldıkları siyasî partiye göre değil, akıl ve bilime göre, samimi bir yürekle önderlik etmeleri gerekir.
Türkiye’de bu kişilerin sorumsuzluğunun, geçmişte bu ülkeyi nice badirelere taşıdığını, hep birlikte gördük. Yazık, çok yazık!
2- Orta yolda olmamız, yol haritamızda yazılı.
O halde orta yol nedir?

Orta yol, bilimin öncülüğünde hayatı ve doğayı, değişkenliği ve sürekli gelişme özelliğiyle, tanıyıp anlamak ve doğayla sağlıklı bir ilişki kurabilmektir.

Ama eğer yanlışsa, kötü sonuçlar vermişse, kesinlikle mevcudu sürdürmek değildir.
Soruna neden olan yöntemlerle, sorunu çözmeye çalışmak değildir.

Sadece uç veren sorunu çözmeye çalışmak hiç değildir.

Sorunu en aza indirecek, hatta belli bir süre sonra tamamen ortadan kaldıracak stratejiyi, sorun ortaya çıkmadan uygulayıp sonuç almak demektir. Orta yol budur.

Tarım, bizim ülkemizde sorun değil, bir sorunlar yumağıdır. Nedenlerini bilip, uzandığı bütün alanları da iyi görmek gerekir. Özellikle yönetenler/ ve yönetmeye talip olanların, bu konuda mükemmel ajandalarının bulunması gerekir.

Ortaçağ tarihçisi Georges Duby, Ortaçağ Avrupa’sının gelişimini, MS 1000 yılından sonra “tarımsal başarı”ya bağlamaktadır. Her türden gelişmenin harekete geçmesini, “tahıl üretimindeki artış”la açıklamaktadır.

Türkiye’de tarımı, kökü, gövdesi ve dallarıyla bir bütün olarak algıladığımızda, onu düzgün bir şekilde yapmanın, nasıl sonuçlar doğuracağını, gelecekte tarih kaydedecektir. Bu sonucu alabilmek için, tarımı, bütüncül bir çerçeve içinde görmek gerekir. Bütüncül çerçeveden, içinde bulundurması gerekenleri ihtiva eden, birlikte olmamaları gerekenlerden arındırılmış bir yapı anlaşılmalıdır. Yüzyıllardan beri süregelen tarım düzeninin, bu ülkeyi ve insanımızı ileri götürmediği, aksine, benzerlerine göre geri bıraktığı bir gerçektir. Sorun oluşturan yöntem, bu düzensizlik olduğuna göre, tarımı yeni baştan sağlıklı bir biçimde yeniden organize etmek gerekmektedir.

Bu, zoru başarmak olacaktır. Bir yenilik, bir devrim olacaktır. Ama aynı zamanda bu ülkenin geleceğini kurtaracak bir başlangıç da olacaktır.

Buna ancak geleceğe iyi bir Türkiye bırakma azminde olanlar cesaret edebilir. Statükoyu sürdürmek isteyenler, bu kararlılığı gösteremez.

Deprem bize çok şey öğretti.

Görüldü ki, bilime uymadan kentler planlar, evler yaparsak, bir sarsıntı on bir ilimizi yerle bir edip, on binlerce insanımızı yok edebilmektedir. Kalanlar için de, acınası bir gerçekle yüz yüze getirmektedir; korkunç bir çaresizlik. İnsanlık, tüm birikimiyle enkaz haline dönüşmektedir.

Bilime göre ev yapar, şehir planlarsak, gelecekte olabilecek şiddetli depremlere rağmen, bu acı sonucu yaşamayabiliriz.

Tarıma gelince…

Vaktiyle, tarım konusunda yol göstermek üzere bir yabancı uzman getirilmiş. Anadolu’yu dolaşmış, göreceğini görmüş, raporunu sunmuş. Son gün, onuruna, tüm yetkililerin de katılacağı bir yemek vermişler. Adettendir, konuktan bir konuşma yapmasını istemişler. O da demiş ki: “Ben sizleri çok sevdim, iyi insanlarsınız. Tarihinizi de inceledim. Orta Asya’da çölleşme olmuş, Anadolu’ya gelmişsiniz. Aynı yanlış uygulamaları Anadolu’da da sürdürüyorsunuz. Buradan nereye gideceksiniz?”

Soru bu.

Seçime girecek tüm partilere; hem seçmen, hem de kamuoyu oluşturabilenler, bu soruyu sormalıdır. Herkesin üzerindeki sorumluluk budur.
Yoksa ne olur?

Kısa bir sürede üzerindeki bitki örtüsünü kaybetmiş, fakir ve verimsiz bir toprak kalır. Kirli ve yetersiz bir su ve beslenemeyen, yoksul insanlar kalır.

Tıpkı, bu depremde olduğu gibi çaresiz insanlar, ne yapacağını bilmeyen yöneticiler ve bir nice birikimin enkazı kalır. Gelecek duygusunun yok olması, umudun tükenmesi, zamanın kararması kalır.

Devlet devletliğini kaybeder, millet milletliğini, insan insanlığını…
Doğa da doğallığını.

3- Bunu kim düzeltecek?

Millet mi?

Evet, millet.

Siyaseti, siyasi partileri, bu sorunun önemine, kavranmasına, çözüm üretilmesine zorunlu kılarak. İşte bunun için de, aynen yaşadığımız ve maddi manevi onarılmaz yaralar açan depremin sonuçları gibi, o çaresizlik yaşanmadan tedbir alınmasını sağlamak. Bu, halkımızın görevidir. Halkla bu bilinci paylaşacak paydaşlar ise, ülkenin aydın öncüleri.
Bundan yıllar önce, bir şiir toplantısında, konuşmalar, “Şiir siyasetin öncülü olmalıdır, ardılı değil.” ve “Küfürle bir ülke yönetilebilir ama adaletsizlik ve zulümle, asla!” sözleri etrafında gelişmişti. O gün, bu yargıya itiraz edenler bile, bu gün, Türkiye’nin geldiği noktayı üzülerek görmüş olmalıdır. Şiir gelecektir çünkü, oysa siyaset, bazen şimdi bile değildir. Büyük bir illüzyon, bir yanılsamadır, özellikle de bizim ülkemizde; bir sürekli yokluk, bir simsiyah sonsuzluk, bir zifiri boşluktur.

Bu ülkenin geleceğinden endişe eden akıllı insanların, tedbirler üzerinde düşünmeleri, fikir geliştirmeleri gerekir ki, sağlıklı çözümler, toplumun düşünen kesimleri tarafından geniş bir alanda savunulsun.

Bunun, akıllı insanlarca kabulünün üzerine sanatçıları katın ve aydın olmanın gereklerini de ekleyin, geniş bir şemsiye açılacaktır Türkiye’nin sorunlarını çözebilme yeterliliği için.
Peki, bu nasıl olmalıdır?

Önce “tarım” algımızı değiştirmeliyiz. Çünkü, koşulların değişmesi tedbirlerin de değiştirilmesini gerektirir. Tarım artık buğday ekip, buğday biçmek değildir. Neredeyse tüm yaşamı kavrayan bir gerçekliktir.

Bitkisel ve hayvansal üretim yaparken insan ve çevresiyle bir bütünlük söz konusudur. Orman ve balıkçılık da öyle. Toprağı işleme teknikleri, yapay gübre ve tarımsal ilaç konusu, kimyasallar; havayı, suyu ve toprağı kirletir, en can alıcı noktalardır. Tarımı, doğrudan doğruya çevre ile ilişkilendirir, belirleyicidir. Diğer yandan gıda sürekliliği ve hijyeni, sağlığın en önemli bileşenidir. Sağlık da, ilaç ve insan kalitesiyle, önemli bir ekonomik olgudur. Ayrıca gıda temini, bir ulusal güvenlik sorunu olarak da çok önceliklidir, yaşamsaldır. Böylesine iç içe geçmiş, biri diğerinden doğan ve bir başkasını doğuran bir doğurgan yapı. İşte tarım bu; etki alanı tüm disiplinleri kapsayan bir bilim.
İki konu daha var.

Birincisi, Türkiye 26 yağış havzasından oluşur. Yani bütün Türkiye, 26 irili ufaklı kabın yan yana gelmesinden oluşmuştur ve bütün yağışı bu çanaklar toplar, kendilerine göre de bir mikroklima oluşturmuşlardır. Bu nedenle, bu 26 yapı kendi içerisinde mutlaka bağımsız olarak planlanmalı, ancak büyük resimle, yani “Türkiye Tarım Politikası” ile de yüzde yüz uyumlu olmalıdır.

Kullanılabilir su miktarı, kişi başına 1346 metreküp/yıl’dır. %74 tarımsal sulama, %13 içme-kullanma, %13 de sanayide tüketilmektedir. Yani, Türkiye için en yaşamsal olan gelecekte susuz kalma problemi, ancak tarımsal teknikler ve tedbirlerle çözülebilir.

Türkiye’nin toprak ve su konusuna değinmeyen tüm tarım yazıları, projeleri ve politikaları eksiktir, kusurludur ve işe yaramazdır. Deprem konusu kadar önemli Türkiye’nin toprak erozyonu/aşınımı/kaybı vardır ve bu su problemi ile at başı gitmektedir. Bu ülkenin, hareket halindeki fay tabakaları gibi erozyon konusu var. Dünya toprak kaybının 1/50’i bizim topraklarımızdadır. Tüm Avrupa kıtasında 350 milyon ton/yıl olan aşınım kaybı, bizde 1.2 milyar ton/yıl’dır. Bu ne demektir? Binlerce yılda oluşan bir milim kalınlıktaki toprağımız, bir yılda akıp gitmektedir. Neden? Çünkü, bizim topoğrafyamız yüksektir. Ortalama yükseltimiz 1141 metredir ve çoğu çıplaktır. Kesinlikle, bu konunun çözülmesi gerekir. Topoğrafyayı değiştiremeyeceğimize göre, bunun tek çaresi, meyilli 4.sınıf/7.sınıf arası topraklarımızda mutlaka tekniğine göre teraslama yapıp, kalıcı bitki, yani ağaç yetiştirmeyi düşünmeliyiz (agroforestry).

Bu sorunu oluşturan kafa, bunu çam ormanı ile, belki bin yıllık bir süreçte, yeniden yakılacak bir yapı ile telafi etme düşüncesindedir. Oysa, soruna gerçek çözümü getirecek devrimci düşünce, meyve ormanlarıyla sorunu çözecektir.

Doğru olan budur.
Teknik olan budur.
Bilimsel olan budur.

İnsan ve tabiatın oluş içeriğine uygun olan da budur.

Bütün bunları yapacak olan, bütünlüğü sağlanmış bir Tarım Bakanlığı’dır. Bitkisel/hayvansal üretim, ormancılık, balıkçılık, gıda ve gıdaya dayalı sağlık ile çevre, mutlaka bu bakanlığın içinde olmalı. 26 yağış havzası ise genel politika içerisinde, kendi özeli doğrultusunda planlanmalıdır.

Ya partilere bakanlık vermek için parçalayacaksınız, ya da Türkiye’ye ve bu mazlûm/mağdur milletin geleceğine merhamet edip bütünleştireceksiniz.

4- Deprem bir milat oldu, yaşayanlar için.

Geleceğe ait bütün projeler, en başta, bu milletin hayatını en çok etkileyecek siyasi projeler, yeniden gözden geçirilmeli; çürük ve enkaz olabilecekler, şimdiden çöpe atılmalıdır.
Bu, günahsız insanların, kitlesel ölümüne vesile olmasından daha iyidir.
Söz budur ve gerisi ayrıntıdır.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir