Görüşler

Başarısız devlet

Başarısız devlet

'Dindarca Öldürmek' kitabının yazarı Muhsin Altun "Kültürel mirasımız içinde zaferler kadar çöküşlerin, yenilgi ve başarısızlıkların da yeri olmalı, bunların hikâyesini genç kuşaklara aktarmalıyız" diyor.

DEVLETİN BAŞARISI

"Brookings Institution” ve “Center for Global Development” adlı düşünce kuruluşları, ABD hükümeti için yaptıkları ‘Gelişen Dünyada Devlet Zayıflık Endeksi’ (2018) başlıklı ortak çalışmada, Dünya Bankası’nın düşük gelir ila yüksek orta gelir düzeyleri arasında saydığı “gelişmekte olan” 141 devleti incelediler ve bunları “ekonomik, siyasal, güvenlik ve sosyal refah” ölçütlerine göre sıraladılar.

ABD ulusal güvenliği bağlamında öneriler geliştiren çalışma, bu devletlerin %92’sini “başarısız, zayıf ya da kırılgan” olarak değerlendirdi. Dahası, bu devletler 2011 yılı itibarıyla dünya nüfusunun %50.7’sini barındırmaktaydı.

Somali, Afganistan ve Demokratik Kongo Cumhuriyeti’nin “başarısız” kategorisinde ilk üçe yerleştiği listede, “zayıf” kategorisindeki Haiti 12. sırada yer alırken Polonya (135) ve Şili (139) listenin üst sıralarında yer almakla görece “başarılı” sayılmaktadır. Slovakya’nın 9.41 puanla (en başarılı) 141. sıraya yerleştiği listede, 25 ülke “kritik olarak en zayıf devletler” grubu altında toplanmıştır.

Kırılgan demokrasiler ya da otoriter rejimleri kapsayan “izlenmesi gereken devletler” (states to watch) kategorisinde de 25 devlet vardır. Bunlar, başarısız ve zayıf devletlerden genel olarak daha iyi performansa sahip olsalar da “devlet işlevinin dört temel alanı”ndan en az birinde çok düşük puanlar almışlardır.

El Salvador, Fas ve Moğolistan’ın ardından listeye 98. sıradan giren Türkiye, ekonomi ve güvenlik alanlarındaki düşük puanlardan dolayı izlenmesi gereken devletler arasındadır. Türkiye, belirli alanlardaki ciddi zayıflıkları nedeniyle genel bir kırılganlık sergileme potansiyeline sahip olmakla yakından izlenmelidir. Uzmanların ABD yönetimine tavsiyesi bu yönde.

Fund for Peace (FFP) tarafından geliştirilen ve her yıl Foreign Policy dergisinde yayınlanan ‘Kırılgan Devletler Endeksi’ ise devletleri göreli zayıflıklarına göre sıralamaktadır. Devletleri, maruz bulundukları sosyal, ekonomik ve siyasal baskılara mukavemetleri itibarıyla puanlayan endeks, “kaynaklar üzerinde rekabet, yağmacı ya da parçalı yönetim, yolsuzluk ya da siyasal grupların kronikleşmiş sorunları” temelinde geliştirilen analizlere dayanmaktadır.

178 devleti kapsayan 2020 yılı raporunda, Yemen, Somali, Güney Sudan ve Suriye “en kırılgan” (Very High Alert) ilk dört ülke olurken D. Kongo Cumhuriyeti, Orta Afrika Cumhuriyeti, Çad, Sudan ve Afganistan “Yüksek Alarm” (High Alert) seviyesindedir.

FFP endeksinde “Yükselen Uyarı” (Elevated Warning) kategorisindeki Türkiye, listeye 59. sıradan girmekle Lesotho, Tanzanya ve Nikaragua’dan daha kırılgan görünmektedir. Türkiye özellikle ekonomik uyum, kamu hizmetleri, demografik baskılar ve beyin göçü alanlarında aldığı düşük puanlardan dolayı yükselen uyarı düzeyinde değerlendirilmiştir. Puanlar, ülkelerin “dahili çatışma riskiyle baş etme kapasitesi” hakkında fikir vermektedir.

“Başarısız devlet” (failed state) kavramı, 11 Eylül saldırılarının ardından başta ABD olmak üzere çoğu Batılı devletin ulusal güvenlik stratejisine dahil edilmiştir. O günden beri devlet kapasitesinin belirlenmesine ve devletlerin güçlü, zayıf ve başarısız olarak sınıflandırılmasına dönük akademik çalışmalarda artış gözlenmektedir. Kavram, esas itibarıyla “başarısız” olduğu değerlendirilen devletlere yönelik bir müdahale mantığı sağlamaktadır.

Bir devletin gücünün veya zayıflığının, çeşitli yönetsel faaliyetlerdeki etkililiğinin, hızlı çözümler bulma kabiliyetinin ve meşruiyetinin bir işlevi olduğu varsayımı, başarısız devlet kavramının temelini oluşturur. Buna göre, bir devlet “(1) sürdürülebilir ve adil ekonomik büyümeye elverişli bir ortamı teşvik etme; (2) meşru, şeffaf ve sorumlu siyasi kurumlar oluşturma ve sürdürme; (3) halkı şiddetli çatışmalardan koruma ve ülke topraklarını kontrol etme, (4) temel insani ihtiyaçları karşılama” kapasite ve/veya iradesinden yoksun bulunduğunda başarısız sayılır. Literatürde, devletlerin nispi performansının genel olarak bu dört kritik alandaki başarılarına göre değerlendirilmesi görüşü hakimdir.

DEVLETİN BEKASI

Örnek kabilinden zikrettiğimiz analizlere bakılırsa, genellikle “geçmiş ümmetler”e özgü saydığımız çöküş çizgisine çok da uzak olmayabiliriz. Devletlerin hiç olmadığı kadar güçlü göründüğü günümüzde, dünya nüfusunun yarıdan fazlasının çöküş sürecinin belirli aşamalarındaki rejimler altında yaşıyor olması düşündürücüdür.

Başarısızlığın “çöküş” (collapse) terimiyle karşılandığı arkeoloji literatürü, çöküş sürecinin tayin edici öğesi olarak, devletleri ayakta tutmanın gittikçe artan maliyetini işaret etmektedir. Devlet katından kibirli ve buyurgan bir dille sadır olan taleplerin bilhassa emekçi kitleler üzerinde ciddi bir mali yük oluşturduğu sır değildir. Talepler üretken kapasitenin sınırlarını zorladığında, çoğu antik devlet için siyasal çözülme kaçınılmaz hale gelmiştir.

Artan taleplere karşı koyan halkların hikâyesi, ana akım tarih yazıcılığı tarafından ya görmezden gelinir ya da devletçi bir üslupla aktarılır. Keza, çöküşü çevresel ve iklimsel nedenlerle açıklayan geniş bir literatür mevcuttur. Buna karşın arkeolojik bulgular, geçmiş toplumların basitçe kontrolleri dışında kalan koşulların kurbanı olmadığını, her bir çöküş hikâyesinin altında az çok belirli bir siyasal tercihin yattığını ima etmektedir. Öyle ki bugün yaşadığımız toplumsal ve siyasal değişimler de ileride arkeologlara çöküş olarak görünebilecektir.

Üretici güçlerin büyük ölçüde emek ve toprakla sınırlı olduğu antik koşullarda üretken kapasitenin zorlanması, sabana koşulan öküzden kilerdeki erzaka kadar ev ekonomisinin temel öğelerinin bile vergiye tabi kılınması demektir. Çöküşü “ekonomi-politik” nedenlerle ilişkilendiren açıklamaların yapısal olarak diğerlerine üstünlüğünün nedeni budur. Dış güçler, içimizdeki hainler, tanrının gazabı vb. yorumlar, çöküşü açıklamak bakımından bilimsel değere sahip değildir. Trafik kazalarındaki artışı “trafik canavarı” ile açıklayamayız.

Modern devletin “beka” maliyetindeki istikrarlı artış, çoğu kez gelirlerin etkinlikten uzak kullanımıyla ilişkilidir. Bunun başlıca nedenlerinden biri “bürokraside artış” ise diğeri de rant arayışını destekleyen devasa “gurur projeleri”dir. Bürokraside artış derken, eskiden beri yapılagelen işleri yürütmek için gittikçe daha çok kuruma ve çalışana ihtiyaç duyulmasını kastediyoruz. Sonuç, kurumların çoğunun -ironik biçimde- bir diğer kurum için çalışıyor olmasıdır.

Yine de bu kurumlar, yolsuzluktan uzak, yetkinliği yüksek ve işlerini tutumlu ve verimli biçimde yönetmeye odaklanmıştır. Bilinçli bir verimsizlik ve yolsuzluk görülmez; kaynaklar iktidarın belirlediği amaçlar doğrultusunda “etkin” biçimde kullanılır.

Keza, iktidar yandaşı girişimciler ve yatırımcılar kaynak yönetimi konusunda genelde son derece yetkin ve verimli çalışan gruplardır; bilgi ve deneyimi yüksek hukukçular, muhasebeciler, finans sihirbazları, mafya liderleri ve halkla ilişkiler ordusuna sahiptirler.

DEVLETİN SONU

Beka odaklı yatırımların artan maliyetine karşılık liderlerin harcamalarda kısıntıya ya da tasarrufa gitme olasılığı çok düşüktür. Kamu harcamalarındaki artışın süreğen karakterine vurgu yapan Wagner Yasası’nın aynı zamanda “Mali İhtiyaçların Artışı Yasası” olarak ifade edilmesi bundandır.

En yaygın çözüm vergi artışıdır. Bunu imtiyazlı sınıfları kapsayan bir dizi istisna ve muafiyet takip eder. Ek vergi yükünün her defasında dar gelirli hane halkları üzerinde bırakılması, teknik terimle “verginin tabana yayılması”, uzun süreli iklimsel bir kriz ya da talihsiz bir hasat dönemiyle birleştiğinde siyasal çözülme için çoğu kez bir dirsek vuruşu yeterli olmuştur.

Vergilerdeki artışın orantılı bir gelir artışıyla sonuçlanmayışının başlıca nedeni, uzun vadede gelir kaynaklarının verimliliğinin düşmesidir. Bazı örneklerde, siyasal motivasyonlu aşırı sömürü gelir kaynaklarını azaltacak ölçüde çevresel tahribata yol açmış görünmektedir. Antropolog Norman Yoffee, emperyal ihtiyaçların Mezopotamya’nın bazı kesimlerinde çevresel açıdan yıkıcı etkilere yol açtığını saptamıştır.

Bu gibi saptamalar, ancak “gelecekteki üretim kapasitesini tahrip etme pahasına” karşılanabilecek talepler dayatan bir merkezi yönetimin varlığına işaret etmektedir. Kuşkusuz liderlerin ve yönetici elitin bunu fark etmemiş olması düşük bir olasılıktır. Muhtemelen geleceği feda etme pahasına anlık kârlarını azamileştirme hırsına yenik düşmüşler ya da onlara başka seçenek bırakmayan ihtiyaçlarına tabi olmuşlardı.

Antik liderlerin her ekonomik krize -faturayı halka ödetmek dışında öneri üretmeyen- mevcut strateji çerçevesinde yanıt vermesi, tebaa açısından “çarpmaya hazırlıklı olun!” komutundan farklı değildi. Üretken kapasiteyi zorlamak adına yapılabilecek bütün yanlışlar yapılmıştı. Başarısızlık siyasal koşullar üzerinden tescillendiğinde ise “başarılı” olanlara müdahale mantığı sağlanmış; dış güçler mitosu gerçek olmuştur.

SONUÇ

İş hayatında ya da siyasette “başarının sırrı” temalı kitaplar çoğumuzun ilgisini çeker. Son yirmi yılda yaşadığımız toplumsal değişim, Türkiye için aksi yönde bir okumanın daha öğretici olabileceğini düşündürüyor: Soframızdaki gittikçe küçülen porsiyonlar, bütün tasarrufların karizmatik otoriteye yatırılmasının uzun vadede azalan getirisini temsil etmektedir. Belki de “başarısızlığın sırrı” bu yatırımda gizlidir.

Kültürel mirasımız içinde zaferler kadar çöküşlerin, yenilgi ve başarısızlıkların da yeri olmalı; bunların hikâyesini genç kuşaklara aktarmalıyız. Böyle bir aktarım, toplumsal refahtan çok “ulvi” amaçlara yönelen siyasal projelerin çöküşe yazgılı doğasını anlamak bakımından yararlıdır.

Arkeolojinin gün yüzüne çıkardığı birçok çöküş hikâyesinin mesajı açıktır: Çöküş, bizi hoşnutsuzluk ve potansiyel olarak zararlı bölünmeler olasılığını en aza indiren adil ve kapsayıcı bir toplum inşa etmemiz için uyarmaktadır. Daha “sürdürülebilir” bir ekonomi için sadece doğal çevreyi korumak yetmez; aynı zamanda herkesin gönencini temin edecek bir siyasal ve sosyal uzlaşmayı da başarmamız gerekir.

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir