Görüşler

'Doğuluca başkalaşım'la 'Af böceği'ne dönüştürülen koşullu salıverme

'Doğuluca başkalaşım'la 'Af böceği'ne dönüştürülen koşullu salıverme

Eski Yargıtay Birinci Başkanı Prof. Dr. Sami Selçuk, Hrand Dink'in katili Ogün Samast'ın tahliyesi üzerinden değerlendirmelerde bulunuyor.

Sanırım, yıl 2006’ydı. Paris’te dingin, alçak gönüllü orta yaşlı adam, hemen ayağa kalkarak elimi öpmüştü. Şaşırmıştım. O adam, Hrant Dink’ti. Öpmesinin nedeni ise, hiçbir öğesi oluşmayan ““Türklüğü aşağılama suçu” nedeniyle hüküm giydiği Eski TCY’nin 301 inci maddesinde tanımlanan suçla ilgili uzman (CYY, m. 67/6, 68/3) olarak “hukuksal görüş” bildirmemdi.

Evet, o davada en çok üzüldüğüm, yadırgadığım nokta, duruşma ve hüküm yargıcının, Atatürk’ün “asil kan” sözünü biyolojik anlamda algılamasıydı. O yargıcımız acaba en azından lisede öğrenim görürken “eğretileme” (istiare, métaphore, metafora, metáfora, metaphor) diye bir edebiyat kavramını hiç duymamış mıydı? Utanmış, böyle bir kararın AİHM’nin önüne taşınmasına gönlüm hiç razı olmamıştı. Sonuçta Dink’in cezası ertelenmişti. Ertelenmişti ertelemesine, ama ölümü ertelenmemiş, 19 Ocak 2007’de “bebekten katil yaratan karanlık”ın uğursuz ürünü 17 yaşındaki O. S. tarafından “tasarlanarak” öldürülmüştü.

Birkaç gün önce insan öldürme ve yasak silah taşıma suçlarından toplam 22 yıl 10 ay hapis cezası alan o hükümlü, koşullu olarak salıverildi. Kimileri de, bilinçli, bilinçsiz kıymeti kopardı. Oysa 2004/5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Önlemlerinin Yerine Getirilmesi Hakkında Yasa’nın 107’nci maddesine ve 14.4.2020 tarihli 7242 saylı Yasa’yla yapılan değişikliğe göre, cezasının yarısını çeken hemen her hükümlü benim ülkemde salıveriliyordu. O. S. için de elbette geçerliydi, bu. Özünde asıl sorulması gereken soru şuydu: Bu uygulama doğru mudur? Gerçekten O. S., bilimsel ölçütlere göre “iyi hal (durum)” sergilediği için mi cezaevinden çıkartılmıştır? Türk uygulamasını bilenler için bu soruya “evet” denilmesi çok güçtür. Geliniz, şimdi bu soruna eğilelim. İnceleme konusu koşullu salıverme kurumu, aşağıda görüleceği gibi, çektirilmesi sırasında özgürlüğü bağlayıcı “ceza yaptırımının bireyselleştirilmesi” ve “hükümlünün iyileştirilmesi amaç”larıyla başvurulan yöntemlerden biridir. Yeter ki, bu kurum, özüne ve varoluş nedenine ilişkin ilkelere uyularak yerine getirilsin.

KURUMUN TARİHÇESİ

Sömürgecilerin kimileyin işgücünü sağlamak ya da cezaevlerindeki hükümlü sayısını azaltmak için başvurdukları koşullu salıverme kurumu, ilkin on dokuzuncu yüzyılın başlarında İngiltere’ye, daha sonraları Kara Avrupa’sına, bu arada suçbilimin ve adli sicilin öncülerinden olan yargıç A. B. de Marsangy (1802-1894) tarafından 1847’de Fransız hukukuna aktarılmış, 1885’te de bu ülkede yasalaşmıştır. Ülkemize ise bu kurum, ilkin İtalya’dan aldığımız 1926/765 sayılı Türk Ceza Yasası’yla girmiş (m. 16), daha sonraları 1965/647 sayılı Cezanın Yerine Getirilmesi (m. 19) ve son olarak da 2004/5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Önlemlerinin Yerine Getirilmesi Hakkında Yasayla (m. 107) yeniden düzenlenmiştir.

KURUMUN VAR OLUŞ NEDENİ VE AMACI

Suç işleyen kişinin eylemini gerçekleştirirken ağırlığı ve cezanın genel önleme amacı değil, özel önleme amacı gözetilerek uygulanan koşullu salıvermenin var oluş nedenleri şunlardır: “İkiyüzlülük” (hypocrisie) sergilemeye gerek duymaksızın gerçekten içtenlikle uslanıp iyileşen hükümlünün topluma katılmasının özendirilmesini; hükümlüye cezaevinin anahtarını vererek, kendisine güven duymasını, toplumsal yaşama özgürce sorunsuz olarak geçmesini ve cezaevinde disiplini; dolayısıyla yukarıda değinildiği üzere, hem cezanın bireyselleştirilmesini ve hem de hükümlünün iyileştirilmesini sağlamak. Bu neden-sonuç ilişkileri üzerine kurulu ve bu yüzden de yaptırımın çektirilmesi sırasında bireyselleştirilmesinde ve hükümlünün iyileştirilmesinde çok önemli ve sağlıklı bir kurum olan koşullu salıvermenin, var oluş gerekçesi doğrultusunda kendisinden beklenen işlevleri çoğu kez yerine getirdiğine de tanık olunmuştur. Hükümlü açısından ele alındığında, bu kurumun, var oluş nedenlerine ve yukarıda açıklanan amaçlarına uygun biçimde uygulandığı zaman, hem “cezanın bireyselleştirilmesi”ni ve hem de hükümlüye, Marc Ancel’in deyişiyle, “sorumluluk eğitimi bilinci”ni de kazandırdığı, bunun sonucu olarak onu iyileşmiş, hukuka saygılı, tehlikesiz, uyumlu, ikiyüzlü değil, tam tersine arı duru bilinçle içten ve uyumlu bir birey olarak topluma döndürdüğü deneyimlerle belirlenmiştir. Böylelikle hükümlü, hem ödüllendirilmekte ve hem de topluma kazandırılmaktadır. Kurumun varlık nedeni ve işlevleri işte bunlardır. Kurumun bu işlevleri yerine getirebilmesi için ise, uygulamanın da elbette çok ciddi, özenli ve duyarlı olması gerekir. Bu bir. Yasa’daki koşullar gerçekleştiğinde hükümlünün bu kurumdan yararlanması, ona tanınan vazgeçilemez bir haktır. Bu da iki.Ancak asla unutulmamalıdır ki, yukarıdaki amaçlardan yalnızca birinden bile sapıldığı takdirde koşullu salıverme kurumu, hükümlüye de, hukuka da, topluma da ihanet eder ve zarar verir.

ÜLKEMİZDE DURUM

Ülkemizde ömür boyu hapis cezalarında Yasa’nın belirlediği süreler, süreli hapiste ise hükümlülük süresinin yarısı cezaevinde geçirilince ve yukarıdaki koşulların gerçekleştiği sonucuna ulaşılınca, kısaca hükümlünün özellikle ikiyüzlü olmayıp iyileştiğine, toplumla bütünleşeceğine inanılınca, onun koşullu olarak salıverilmesi öngörülmüştür (2004/5275 Tarih ve Sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanın [Ceza ve Güvenlik Önlemlerinin Yerine Getirilmesi Hakkında Yasa, [GÖHY], m. 107/2). Şimdi şu soruyu soralım ve yanıtlayalım: Peki, bu kurum, ülkemizde yukarıda sergilenen bu özgül amaçları doğrultusunda uygulanıyor mu? Dünyaca ünlü ceza infaz hukukçusu Lopez Rey’in kotardığı 647 sayılı Yasa’ya göre, aslında en az altı ay hapis hükümlülerine uygulanacak olan bu kurum, bir milletvekilinin yersiz, bilgisiz ve bilinçsizce sunduğu bir önerisinin TBMM’de, deneme süresini alt üst edeceği düşünülmeden ve sonuçları gözetilmeden benimsenmesi üzerine, 3. ve özellikle 8. maddelere gönderme yapan koşullu salıvermeye ilişkin 19. maddenin 7. fıkrası karşısında, zorunlu olarak yörüngesinden saptırılmış, bu kurum üç gün ceza alanlara dahi, bir af yasası gibi uygulanmaya başlanmıştır.

1971’de “KURUMLAR BATILI, UYGULAMA DOĞULU” başlığıyla Akşam gazetesinden yayımlanan bir yazımda bir çarpıklığa değinmiştim. Değinmiştim değinmesine, ama her zaman olduğu gibi, o gün bugündür, aradan 52 yıl geçmesine karşın, yazarı çok, okuru az olan ülkemizde hiç kimse sesimi duymadı! İşte bu çarpıklık, bu aymazlık, günümüzde de sürmektedir; yasaları yapanların ve uygulayanların söz konusu kuruma etik dışı yaklaşımları hiç, ama hiç değişmemiştir. Bugün Batıdan alınan “koşullu salıverme,” batılı kurumların bizim elimizde ne denli bilgisizce, doğuluca kılığa büründüğünü, amaçlarından saptırılıp yozlaştırıldığını gösteren en çarpıcı, en düşündürücü ve en üzücü örneklerinden biridir. Gerçekten 1960’larda bizdeki uygulama şöyleydi: Çoğu ilkokul mezunu bile olmayan gardiyanlar, nasıl beceriyorlarsa, sözüm ona hükümlüyü bütün yönleriyle gözlemler ve koşullu salıvermeyi hak ettiği yolunda bir belge düzenlerler, hiç toplanmayan kurul üyeleri de bu belgeyi imzalar, mahkeme de buna dayanarak koşullu salıvermeye karar verirdi. Güler misiniz, ağlar mısınız? Ortada ne uzman var, ne gözlem, ne de bir kurulun oturup sorunu enine boyuna tartışması! Sanırım üç gün, beş gün hapse hükümlü birine, gözlem sonucu “iyi hal” belgesi verecek psikolog, psikiyatrlar da, bugüne değin yeryüzünde görülmemiştir. Bildiğimce bugün de durum değişmemiştir. Dünyanın hiçbir ülkesinde böylesine yozlaştırıcı ve bilimsel açıdan kınanası bir uygulama yoktur. Olamaz da. Sözgelimi, 1960’lı yıllarda Fransa’da yasaya göre en az dört aya hükümlüler bu kurumdan yararlanmaktaydılar. Mükerrirler için süre altı aydı. Uygulamada ise, ancak 7-8 aya hükümlüler bundan yararlanabiliyorlardı. Zira hükümlülerin iç dünyası, özellikle “ikiyüzlü” davranıp davranmadıkları, her hafta, ruhbilimciler, psikiyatrlar ve inandıkları dinin (papaz, haham, imam vb.) yetkililerince yakından gözlenmekte, onların verdikleri raporları cezaevindeki ilgili kurul incelemekte, daha sonra da bunlar belli tarihlerde toplanan birçok kuruldan geçerek Adalet Bakanının onayına sunulmakta; ancak bu süre içinde çoğu hükümlü onaydan önce cezasını çekip bitirmekte ve uygulamada üç hükümlüden ancak biri bu kurumdan yararlanabilmekteydi.

Görüyor musunuz ciddi uygulamanın ne ve nasıl olduğunu? Evet, Batı’da koşullu salıverme uygulamasında en çok dikkat edilen nokta, iyileştirilerek topluma döndürülecek olan hükümlünün ikiyüzlülük (hypocrisie, mürailik) maskesiyle görevlileri ve gözlemcileri aldatıp aldatmadığı sorunudur. Çünkü ikiyüzlülük, kurnazlık Brutusçuluk, Batı ahlakında çok iğrenç görülen ve kurumun varlık nedeniyle çelişen tiksinç bir ahlaksızlıktır. Bu yüzden Doğuda saray soytarıları ve dalkavukları, kısaca kurnaz ikiyüzlüler; Batıda ise, düello ve, Başkan Eisenhower (1890-1969) döneminde görüldüğü üzere, kişilikli, ödün vermez eleştirmenler vardır. Kanımca her şeyden önce bu kurumun deneme süresi bizde bugün de yetersizdir, kısadır ve de gülünçtür. Bu nedenle Fransa’da, koşullu salıvermede en az hükümlülük süresinin Türkiye’de 1968’de üç günden başladığını öğrenen ve bu kurumla ilgili olarak Adalet Bakanlığında görevli Fransız infaz yargıcının yüzüme nasıl şaşkınlıkla baktığını, sözleriyle beni yaraladığını, ülkemle nasıl düpedüz alay ettiğini o gün bugündür hiç unutamamışımdır: “Demek, Türkiye’de hükümlünün iç dünyasını bir çırpıda kavrayan olağan dışı yetenekli ruhbilimciler var!?” Fransız meslektaşıma ruhbilimcilerin bu konuda cezaevlerinde hiç görev almadıklarını haliyle söylemedim. Söyleseydim kim bilir neler düşünür, neler derdi!? Ancak bu bilim dışı ve kendisini kandıran, Batı hukukunu özellikle yargılama ve duruşmalarda doğuluca uygulama dolayısıyla utancımdan yüzüm elbette çok kızarmıştı. Dahası bizdeki uygulama, bu kurumun varoluş nedenine ters düşen bir sonucun doğmasına da yol açmıştır: İkiyüzlülük. Yani Doğunun başa çıkamadığı hastalık, ahlaksızlık. Çünkü ülkemizde cezaevini yönetenler için koşulu salıverme kurumu, itiraf edelim ki, belalı hükümlülerden bir an önce kurtulmanın yolu olarak görülmektedir. Bu yüzden hükümlüler de, ikiyüzlü kandırmacalarla görevlileri ve gözlemcileri aldatmanın yollarını kolayca bulmuşlar; sonuçta kurum, amaçlarını gerçekleştirmek şöyle dursun, toplumla bütünleşme yeterliliği olmayanların, yeniden suç işlemeye aday ikiyüzlülerin başvurdukları bir araca dönüşmüştür.

Bu örnek, aslında binlerce yıldan bu yana binlerce beyinlerden süzülüp gelen ve hukukun üstünlüğünü sağlamak için üzerine titrememiz gereken birçok batılı kavram ve kurumun Türkiye’de nasıl yozlaştırılıp hoyratça amaçlarından saptırıldıklarını ortaya koyan en çarpıcı örneklerden yalnızca biridir. İşin en kötü, en acı yanı da, çoğunluğun, bu hukuk dışı duruşları ve uygulamaları, günümüzde bile hukuk sanmasıdır. Nitekim dünyanın yetiştirdiği en zarif ve en büyük suç hukukçulardan “Yeni Toplumsal Savunma Akımı”nın öncüsü olan Marc Ancel, sık sık dile getirdiğim gibi, bu konuda 43 yıl önce şu tanıyı koymuştu: “Zanardelli Yasası, Türk uygulamasında önemli yozlaşmalara uğramıştır.” (Marc Ancel, Intérét et nécessité nouvelle de la recherche pénaliste comparative, Mélanges en l’honneur du Doyen Pierre Bouzat, Paris, 1980, s. 10). Cezanın çektirilmesi amacının “sorumluluk eğitimi”yle hükümlüde toplumsal sorumluluk bilincinin geliştirilmesi olduğunu yıllarca savunan bu ünlü düşünür, koşullu salıverme uygulamamızın bu durumunu bilseydi, kim bilir neler derdi!?

'GİZLİ AF' BÖCEĞİNE DÖNÜŞME

Birileri ne kendilerini aldatsın ne de başkalarını! Koşullu salıverme kurumunun başına sadece yukarıdaki çarpıklıklar gelmemiştir. Kafka’nın Gregor Samsa’sı nasıl böceğe dönüşüp başkalaşıma (metamorfoz) uğramışsa, ülkemizde de cezaevlerinde hükümlü sayısını azaltmak için, ne zaman yasal yolla af çıkarma konusunda yasama organında sıkıntıya düşülmüşse, iktidarlar tarafından kırk yıldan beri TBMM’de anayasal nitelikli çoğunluktan kaçınmanın peçelenmesi olarak doğuluca bir yaklaşım ve tutumla “koşullu salıverme”ye başvurulmuş, bu kurum başkalaşıma uğratılarak bir tür “gizli af”fa dönüştürülmüştür. Bir başka anlatımla bu güzel ve üzerine titrenmesi gereken nadide kurum, yalnızca yozlaştırılmamış, “hile-i şeriye”nin (fraude à la loi, frode alla legge, fraude a la ley) çocuklarınca kendini kandırmanın da bir aracı olmuş; cezaevinde kalma süresi indirilmek suretiyle de bir af kurumuna dönüştürülmüştür. Özetle başkalaşıma uğrayan kurum, “koşullu salıverme;” dönüştüğü böcek ise, “af”tır. Nitekim aynı “yetkiyi kötüye kullanma” (kötüye değil, yetkiyi kötüye kullanma, abus d’autorité, abuso di autorità, abuso de autoridad), aynı hile-i şeriye sık sık gündeme gelmektedir. Kirli zihnin ürünü bu durum ise, elbette hem acı, hem kınanası, hem de ağırbaşlı devlete, TBMM’ye güveni sarsıcı ve utandırıcı bir durumdur. Efendiler, lütfen bu türden yakışıksız, ciddilikten uzak, çürük yollara başvurmayın! Yasa ya da hukuk diye diye yalnızca yasayı değil, hukuku da dolanıp aşmayın! Hükümlüleri ikiyüzlü davranışa kışkırtmaya lütfen son verin! Çünkü yasamanın ve yargılamanın temel görevi budur. Tersi tutum, yöntem ve duruş, yirmi birinci yüzyıl Türkiye’sine yakışmamaktadır. Lütfen bundan vazgeçiniz.

AF ARINMANIN GEREĞİDİR

Gelelim, af kurumuna. 2010 yılından bu yana, bilindiği gibi, ülkemiz olağan dışı günler yaşamıştır. Toplum da, hukuk da, yargılama da, kimileyin çaresiz ve yorgundur, kimileyin de bunalım içindedir. Af kurumu ise, elbette hukuk dünyasında zaman zaman zorunludur. Çünkü arınıp temizlenmenin biricik çaresidir. Yeter ki, af yasaları, siyasal ve ideolojik ölçütlerden uzak, hukukun temellerine ve ilkelerine uyularak yapılsın. Son söz: Lütfen KOŞULLU SALIVERME adı altında ve kirli dürtülerle aflar çıkarmaktan vazgeçelim.

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir