Görüşler

Hermann Broch ve kitle

Hermann Broch ve kitle

Anarşik Armoni kitabının yazarı Halil Turhanlı “Broch’un kitle psikolojisi üzerine en önemli metni, ancak ölümünden sonra yayımlanan ve bugün Kitle Çılgınlığı Teorisi başlığıyla anılan karmaşık teorik çalışmasıdır” diyor.

Hannah Arendt’in “kendine rağmen şair”, “gönülsüz şair” sözleriyle andığı Hermann Broch çökmekte, çürümekte olan bir çağın Avrupa’sında yaşadığını düşünüyor ve bundan tarifsiz bir tedirginlik duyuyordu. Yaşamakta olduğu şehrin, Viyana’nın “ahlaki boşluğun başkenti” olduğunu belirtiyordu. Modern çağın insanı değildi. Bu çağın giderek zenginleşen sınıfı burjuvaziyi sevmediği biliniyor. Söz konusu sınıfın saflarında bulunmak istemediğinden babasından miras yoluyla intikal eden tekstil fabrikasını elden çıkarmıştı Ama onun asıl hedefi kitleler, kalabalıklardı.

1932’de yayımlanan romanı Uyurgezerler’de bir bakıma değerlerin kayboluşunu, iyi ve kötü, olumlu ve olumsuz yönleriyle eski değerler sisteminin çöküşünü işlemişti. Aynı temayı geçen yüzyılın bir başka büyük Avusturyalı yazarı, Robert Musil de ele aldı. Uyurgezerler ve Niteliksiz Adam arasındaki ortaklıklardan biri bu tematik yakınlıktır. İkisi de bir çağın içinde açılan boşluğu, değerlerin ve ilkelerin çöküşünü, yok oluşunu, bunun bireyler üzerindeki zihinsel ve ruhsal etkisini modern çağın en ciddi sorunu saymışlardır.

Broch ve Musil karanlık ve karmaşık zamanlara tanıklık ettiler. Yaşadıkları çağı anlayabilmek için yazdılar. Seçkin ve sofistike okurların yazarlarıydılar. Vasatın kültüre egemen olmaya başladığı bir dönemde bu tavırlarından ödün vermediler; ödünsüz tavırlarıyla da geçen yüzyıl Avrupa yüksek kültürünün doruğuna yerleştiler.

Broch 1938’de Avusturya’dan ayrıldı. Aslında son birkaç senedir ülkesini terk etmeyi düşünüyordu O yıl mart ayında Naziler onu Moskova’da yayımlanan bir dergiye abone olduğunu ileri sürerek gözaltına aldılar, on dokuz gün gözaltında tuttular. Bu olay ülkesini terk etme kararını kesinleştirdi. Bavuluna üzerinde çalışmakta olduğu Vergilius’un Ölümü’nün yazabildiği bölümlerinin, bazı kuramsal yazılarının taslak ve müsveddelerinin yanı sıra birkaç parça eşya koyarak önce İngiltere’ye gitti. Münih Antlaşması’nın imzalanmasından iki gün sonra Amerika’ya giden bir gemiye bindi. New York’da Columbia Üniversitesi yakınlarında küçük bir oda kiraladı; çoğunluğu mültecilerden oluşan bir çevrede maddi sıkıntılar içinde yaşadı. Vergilius’un Ölümü’nü yazmayı sürdürdü aynı zamanda kuramsal yazıları için hazırlık yapıyor, taslaklar çıkarıyor, bazı kurumlara sunacağı öneriler kaleme alıyordu. Şu da var: Amerika’daki göçmenlik yıllarında giderek edebiyatı yetersiz görmeye başladı çünkü Arendt’in de belirttiği gibi ona göre edebiyat “bağlayıcı hiçbir hüküm” dayatmıyordu, etik zorlayıcılıktan yoksundu. Matematik de dâhil birçok farklı disiplinden yararlanarak denemelere, kuramsal metinlere ağırlık verdi.

Göçmenlik yıllarında en çok modern çağın sonucu olarak ortaya çıkan kitleler, kitle psikolojisi, kitleyi oluşturan insanların davranışları, ilgisini çekti; çünkü kitlelerin çağında yaşıyorduk ve bu karanlık olduğu denli yıkıcı ve kıyıcı bir çağdı. Kitleler yıkıcı bir güç olarak harekete geçebiliyorlardı. Modern dünyada hayatı yok eden, totaliter rejimlere destek olan ve taban oluşturan bu güçlerin boyunduruğu altında yaşıyorduk. Onlara karşı direnebilmek için onları neyin ve nasıl harekete geçirdiğini anlamalıydık.

Amerika’ya vardığında ilk yaptığı işlerden biri Princeton İleri Araştırmalar Merkezi’ne kırk sayfalık bir öneri sunmak oldu. Kitle konusunda kapsamlı bilimsel araştırmalar yapacak bir enstitü kurulmasını teklif ediyordu. İki büyük savaş arasında Avrupa’da rasyonaliteyle bağlarını koparmış kitlelerin nasıl yıkıcı bir güce dönüşebileceğine tanık olmuş; bu gücün insanlığın yazgısını olumsuz yönde etkileyebileceğini, insanlığı felakete sürükleyebileceğini görmüştü. Üniversiteye sunduğu öneriyi böylesine tehlikeli bir gücün dizginlenebilmesi için öncelikle toplumbilimden klinik psikolojiye, pedagojiden kriminolojiye uzanan çok geniş ve çok farklı disiplinlerden yararlanarak incelenmesi ve anlaşılması gerektiği düşüncesiyle kaleme almıştı.

Kitleleri Batının kültürü ve geleceği açısından ciddi bir sorun arz eden bu ruh halinden kim kurtarabilirdi. Belki de doğru soru şuydu: Kitle felakete götüren yıkıcı bir güç olmaktan kurtulabilir miydi? Kuşkusuz, şairlerin, yazarların sanatçıların bu konuda etik sorumluluğu vardı. Broch, Birinci Büyük Savaş ertesinde oluşturulan uluslararası örgütlere, en başta da Milletler Cemiyeti’ne umut bağlıyordu. ; o kadar ki ona göre Milletler Cemiyeti uluslararası barışı korumanın yanı sıra demokrasinin küresel krizine de çözüm olacaktı. Ancak ikinci büyük savaşın patlak vermesiyle birlikte örgütün kuruluş amaçlarını bile gerçekleştirmekten uzak olduğu anlaşıldı.

Broch’a göre Avrupa Rönesans’tan beri kendini giderek daha yoğun biçimde duyuran bir kriz yaşıyordu. Ortaçağlar boyunca Avrupa’yı birleştiren dinsel, sosyal, kültürel ve varoluşsal değerler Rönesans’tan itibaren giderek çürümeye başlamıştı. Yirminci yüzyıla kadar uzanan krizin nedeni buydu: Birleştirici değerlerin çürümesi, değerlerin birleştiricilik gücünü kaybetmesi. Bu insanların çaresizlik içinde bocalamalarına, aşırılıklara savrulmalarına neden olmuştur

Broch açıkça ortaçağ Avrupa’sında evrensel yüksek değerler üzerine kurulu bir toplumsal düzen var sayıyor ve bunu korumaya değer buluyordu. Hristiyan ortaçağlarda haksızlığın, eşitsizliğin, adaletsizliğin vuku bulmadığını düşünüyordu. Onun düşüncesince ortaçağ bir merkez, paylaşılan değerler, ruhsal ve fiziksel güvenlik sunmuştu. Sekülerleşme bu yaşam biçiminin, düşünce ve değerler sisteminin bozulmasına, çözülüp dağılmasına neden oldu. Değerlerin çözülmesi bocalayan insanları yarattı, onların bir araya gelmesi ise kitleyi doğurdu.

On dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısından başlayarak kitle araştırma konusu yapıldı. Gustave Le Bon kitlenin insan duygu, düşünce ve davranışları, ruhsal yaşamı üzerindeki etkilerini ele aldı. Kitlenin içinde “kolektif bir ruh” oluştuğunu, bu nedenle tek başınayken farklı davranabilecek insanların bu ruh sayesinde topluca ve aynı tepkiyi verdiklerini ileri sürdü. Freud ise kitle psikolojisini içgüdüler ile açıklamaya çalıştı. İnsanı toplum içindeyken toplumun bir parçası olarak tepki verdiğini, kimi içgüdülerinin kitle ilişkisinden ve bağlantısından etkilendiğini, insanın bazı içgüdülerinin kitle içinde açığa çıktığını vurguladı.

Broch’un 1918’de kaleme aldığı “Sokak” başlıklı denemesi yığınlardan duyduğu tedirginliği dile getirdiği ilk metni olması bakımından da ilginçtir. Almanya’nın birinci büyük savaşta aldığı askeri yenilgi, Versay Andlaşması’yla getirilen ağır koşullar toplumsal huzursuzluğu arttırmış, sefalet iyiden iyiye yaygınlaşmış, ekonomik sistem çökmüştü. Kargaşa iki savaş arası döneme damgasını vurdu. Bazı şehirlerde ayaklanmalar baş gösterdi. Kiel ve Münih’de ayaklanan işçiler, savaş yenilgisinden merkezi otoriteyi sorumlu tutarak isyancılara katılan denizciler, subaylar konseyler kurdular, özerklik ilan ettiler. Spartakistler de başarısız bir ayaklanma girişiminde bulundular. Sokaklardaki kızgın kitleler, ateşe verilen kamu binaları Broch’u hayli tedirgin etmişti. “Sokak”ı bu olayların etkisi altında yazdı. Toplumsal düzen değişikliği talebinde bulunan politik kitleleri tehlikeli ve tedirgin edici buluyordu.

Broch’un kitle psikolojisi üzerine en önemli metni 1930’arda yazmaya başladığı, tamamlayamadığı ancak ölümünden sonra yayımlanan ve bugün Massenwahntheorie (Kitle Çılgınlığı Teorisi) başlığıyla anılan karmaşık teorik çalışmasıdır. Burada idealist bir değer felsefesi geliştirmiştir. Ona göre modern Avrupa toplumunu karakterize eden bir çözülmeydi. Bir zamanlar insanları birbirine bağlayan sosyal, dinsel, kültürel değerlerin ve bağlarının çözülmesi. Kitle toplumunda insanlar bu değerlerin bağlayıcılığı olmaksızın bir araya gelebiliyorlardı. Kitle toplumu söz konusu değerlerlesin bağlayıcılığından yoksun olduğu için esasında gerçek anlamda bir toplum değil, sadece bir kalabalıktı. Değerlerin çözülmesiyle köksüzlük ortaya çıkmıştı. Kitle buydu, değersiz ve köksüz kalabalık.

Modern dünyada değerlerin çöküşü, parçalanışı, anlamsız ve birbiriyle bağdaşmaz parçalara ayrışması birey açısından radikal bir güvencesizlik doğurmuş; güvencesizlik ise endişeye ve paniğe yol açmıştı. Broch hem 1918’de sosyalistlerin ayaklanmalarında hem 1930’larda kitlelerin Nasyonal Sosyalistler’e verdileri neredeyse koşulsuz destekte bu bireysel psikolojik durumun kolaylıkla kitleselleşebildiğini gördü. Asıl tehlikeli saydığı bu kitleselleşmeydi.

Kaynaklar:

Arendt, Hannah, “Hermann Broch “Karanlık Zamanlarda İnsanlar, çev. S.Yılmaz-İ.Ilgar, 139-186, İletişim Yayınları, 2022

Bartram, Graham (ed.), A Companion to the Works of Hermann Broch, Camden House, 2019

Lützeler, Paul Michael (ed.)Hermann Broch, Visionary in Exile, Camden House, 2003

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir