Görüşler

İnanç ya da din ve bilim ayrımı

İnanç ya da din ve bilim ayrımı

Eski Yargıtay Birinci Başkanı ve Bilkent Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sami Selçuk, toplumda dinin bilime, bilimin de dine dönüşmesinin büyük bir tehlike olduğuna dikkat çekiyor.

Tarihte inanç alanıyla bilim ve felsefe alanlarının ayrılması, uzun dönemlerin sonucudur ve hiç de kolay olmamıştır. İnsanlık bu ayrımın yapılanmasının sonuçlarını en ileri ülkelerde bile toplumların kimi kesimlerinde yaşamayı günümüzde de sürdürmektedir.

Dolayısıyla her şeyden önce bu konu üzerinde eğilmek, inanç ile felsefe ve bilim alanlarının ayrımı üzerinde durmak gerekir. Husserl, Descartes’ın “cogito”sunu (düşünüyorum, öyleyse varım) “açık ve seçik algılama” (la clara et distincta perceptio) olarak ele almıştır. Her iki düşünür de yöntemsel kuşkuyla yola çıkmışlardır. Amaçları, en içten inanılan inanç temelli yargıları, kanıları, ideolojileri felsefe ve bilim alanından kazımak (tabula rasa), dışlamaktır. (1)

Ayraç içinde belirtelim ki, bu ayrım bağlamında yargılama hukukunun, özellikle yargılama etkinliğinin en önemli araçlarından biri olan kanıtlar konusundaki evrimi, metafizik bölgesinde kalan inanç alanından bilim alanına geçişle doğrudan ilgilidir. Zira yargılama etkinliği de buna göre içerik ve öz değiştirmiştir.

İkinci olarak da, toplumların, özellikle devletlerin suçları hangi kaygılarla, amaçlarla yargıladıkları, bu amaçların yargılama dizgesine nasıl yansıdıkları üzerinde durulurken yine bu ayrım karşımıza çıkmaktadır.

Akıl ve Aydınlanma çağlarına geçmeden önce insanlık, binlerce yıl karanlık çağlar yaşamıştır. “Yazı”nın bulunmasından önceki ilkel (primitif), yazının bulunmasından sonraki eskil (arkhaïque, arkaik), hatta çağcıl (modern) sayılabilecek dönemlerde bile kimi zaman özellikle bilimsel anlamda nedensellik bağlantısına (rapport, [lien, relation] de causalité, rapporto di causalità, illiyet rabıtası) çağımızdaki gibi yaklaşılmamış; daha doğrusu böyle bir kavram ve bu kavrama göre bir yaklaşım çoğu zaman söz konusu bile olmamıştır.

Gerçekten ilkel ve eskil dönemlerin insanı, doğa olaylarını, nedensellik (A. Kausalität, F. causalité, İn. causality, İ. causalità, İs, causalidad. Osmanlı Türkçesi (OT), illiyet) ilkesine göre değil, her varlıkta, her olguda bir ruh, can bulunduğunu ileri süren “canlıcılık” (animisme) anlayışına göre, bir başka deyişle doğa ötesi yaklaşımlarla açıklamıştır. Nitekim ilk insan, bir olay olduğu zaman, “bunun nedeni nedir?” sorusunu sormamış; yalnızca “bunu kim yaptı, bunun sorumlusu kim?” sorularını sormuştur. Oysa bir davranış ve bundan doğan bir sonuç (ve sorun) varsa, elbette yalnızca kör nitelikteki doğa yasalarını açıklayan “doğal nedensellik”le ilgili değildir. Başka etkenleri de gözetmek gerekir. Ancak ilkel dönemlerde bu sorunun yanıtı, doğa olaylarını bile doğa ötesi güçlerle açıklanarak verilmiştir. Dolayısıyla ortaya düzgü biçici (normatif) yorumlarla ele alınan “doğanın toplumsal-düzgüsel (sosyo-normatif) yorumu” çıkmıştır. İnsanlığın bu dönemlerinde kavram yerine simge, soyutluk yerine somutluk, tarih yerine söylence (mit), bilim yerine büyü vardır. (2)

Bilim dışı olan ve bilimsellik öncesinin yaşandığı bu çağda hem ilkel ve hem de eskil insan, sözgelimi, esen yeli, yağan ya da yağmayan yağmuru, yer sarsıntısını kimin yaptığı sorusunu sormuş; bunun yanıtını verirken sürekli bir özne (fail) aramış, doğan sonucu, Tanrı ya da onun buyruğundaki görünmeyen öznelere, örneğin, meleklere ya da şeytanlara bağlamıştır. Böylelikle ilkin çok tanrılı dinler doğmuş, daha sonra da insanlık, tek tanrılı dinlere yönelmiştir.

Bu dönemler, hiç kuşkusuz, inançların sömürüldüğü, Giordano Bruno’nun “Tanrı, istencini (irade) egemen kılmak için yeryüzündeki iyi insanları kullanır. Yeryüzündeki kötü insanlar ise, kendi istençlerini egemen kılmak için Tanrı’yı kullanırlar” dediği tarihin en karanlık dönemleridir.

Yukarıda değinilen, kimi zaman cansız varlıklarda bile ruh arayan “canlıcılık” anlayışının özü kısaca budur. Bu yüzden ilkel ve eskil insan, hukukta da geçen ve sorumlulukla ilgili “yüklenebilirlik” (isnat edilebilirlik) (3) sorununu, yüzyıllarca doğanın akıl dışı yorumuyla ve yöntemleriyle çözmüştür. Bu yaklaşım hiç kuşkusuz yazgıcılıktır (kadercilik, fatalizm). Oysa yazgı (alınyazısı) doğa yasasının karşıtıdır” (4)

Bunun en çarpıcı örneği, “süreç” felsefesinin kurucusu sayılan ünlü düşünür Herakleitos’un şu sözlerinde kolayca görülmektedir: “Eğer güneş kendisine buyrulan yolu izlemezse adaletin verdiği kararı yerine getirenler (Erinnyes 5), onu doğru yola sokacaklardır”.

Ayraç içinde belirtelim ki, bu türden akıl dışı yaklaşımlar, yirminci yüzyılın ikinci yarısına değin sürmüştür. Ortaçağda Aquina’lı Thomas, doğal, ebedi hukuka (lex aeterna) dayanan hukuku savunmuşsa da, Kilise bunu göreli ve değişken kılmıştır. Ortaçağın skolastik düşünürleri, I. Petrus “siz köleler, iyi kölelersiniz” deyişine yollama yaparak köleliği hukuksallaştırmış ve sömürüyü desteklemiş; ermiş Alfonso, 1787’de kısırlaştırılanların ilahileri çok daha iyi okudukları gerekçesiyle kısırlaştırmayı hukuksallaştırmıştır.

Fransız devriminden sonra Papa VI’ncı Pius, 1791 “Quod aliquantum” buyrultusunda “saçma özgürlük yalanı”nı lanetleyerek doğal hukuk ve İncil’e dayanan görüşleri savunmuştur. Aklın özgürlüğü bilimin özgürlüğüdür. Ancak 1864 Uanta Cura buyrultusu, bilimin ve felsefenin tanrıbilimle eşdeğer görülmesini buyurmuştur. 1885’te “İmmortale Dei” buyrultusunda Papa XIII’üncü Leo, kötülüklerin kaynağı saydığı düşünce özgürlüğünü ve ulusal egemenliği reddetmiş,

1888’de “Libertas Praestantissimum” buyrultusunda bunları kötülüklerin kaynağı olarak göstermiştir. 1965’te Vatikan Ruhaniler Meclisinde “Dignitatis humanae” öğretisinde görülen ve “Kopernik dönüşümü”ne değin paplık öğretileri, din ve vicdan özgürlüğüne karşı çıkmış, Papa VI’ncı Pius, aynı adla anılan buyrultusunda Papa XVI’ıncı Gergor’ın görüşlerine dayanarak bunun bir çılgınlık, kilisenin ruhu için yıkım olduğunu belirtmiştir.

Ancak yüz yıl geçtikten sonra bu özgürlük benimsenebilmiştir. “Papa’nın yanılmazlığı ilkesi”, 3 Eylül 2000 tarihinde XXIII’üncü Johannes Paul tarafından kutsanmış, temel insan hakları, demokrasi ve seçimlere katılma lanetlenmiştir. (6)

Bütün bunlar inanç ve bilim alanlarının tam anlamıyla günümüzde bile ayrılmamasından kaynaklanmaktadır.

Hiç kuşkusuz tarihte özellikle Tanrı’nın yargısı temelinde gelişen yargılamada dinsel kanıtlama (ordalie) yöntemlerine dayanılarak yargı kurmalar da, bu anlayışın ürünüdür. (7)

Bunun en çarpıcı sonuçları ise, “tanrısal kanıtlama” (8) yöntemleri ve “halkın sesi, hakkın sesidir” (9) uygulamaları ve on dokuzuncu yüzyıla değin hukuka uygunluğunu (meşruluğunu) sürdüren “düello”dur. (10)

Gerçekten tanrısal kanıtlama anlayışında ateşte elin yanması, düelloda ölüm ya da “kim yaptı, bunun sorumlusu kim?” sorusuna verilen şu yanıtlarda yatmaktadır: Tanrı suçlu olanı cezalandırmak istediği için, suçlunun eli yandı ya da Hak’kın sesi olan halk (jüri), suçu işleyeni belirledi.” (11)

Bu yöntemlerle suçu işleyeni, haksız olanı belirlemek, doğaüstü güçlerin, özellikle Tanrı’nın işi olarak görülmüş, akıl ve bilim dışı, yalnızca inanca dayanan bir nedensellik bağlantısıyla yetinilmiştir.

Dolayısıyla ilkel ve eskil toplumlarda doğa, bilim ve toplum, yalnızca düzgüsel (normal) olarak vardır ve düzgüsel olarak algılanmıştır. Böyle olduğu için de doğa bilimleri ilkel ve eskil toplumlarda gelişmemiştir. (12)

Demek, doğanın bilimsel algılanması, yani çağcıl doğa bilimi ve tek sözcükle bilimsellik, dolayısıyla uygarlık, doğanın sosyo-normatif yorumundan kurtulmanın ürünüdür.

Çünkü nedensellik sorunu, bir inanç sorunu değil, bir bilim sorunudur; yalnızca belli bir bilimsel düşünme ve uygarlık düzeyine ulaşan toplumlarda ortaya çıkmıştır, çıkmaktadır. Dolayısıyla nedensellik, doğanın çağcıl bilimidir; doğanın toplumsal ve ruhçu yorumundan kurtulmasının en çarpıcı kanıtıdır. İnsanlık, bunun için, en azından Yeniden Doğuş (Rönesans) dönemini beklemiş, Descartes’la birlikte akıl ve bir bakıma nedensellik çağına girmiştir.

Bu nedenlerle, uygar dünya, bilim alanıyla inanç alanını özenle birbirinden ayırabilenlerin dünyasıdır. Bilim alanı evrende yaşanan olaylar ve olgular arasında neden-sonuç ilişkilerini kurarak sorunları anlamaya ve çözmeye dayanan, sürekli “çürütülebilen” bir alandır. Dolayısıyla bu alandaki tartışma ve çürütme etkinliği, bir açıdan kamuya açıktır.

Sağlıklı bir toplumda herkes bu tartışma ve çürütme etkinliğine elbette katılabilir. Sürekli çürütmelerle gelişen bilimin başka türlü ilerlemesi de düşünülemez. Çünkü bilim, inak (dogma. nas) üretmez, üretemez. Tıpta dün zararlı sanılan nice yiyecek, Tıp bilimine göre günümüzde artık zararlı sayılmamaktadır. Dünkü sorulara bilimin yanıtı her gün değişebilmekte, sorgulama asla son bulmamaktadır.

Bilimin bilimselliği de bundan kaynaklanmaktadır. Buna karşılık inanç alanı “çürütülebilen” bir alan değildir. Bu yüzden inanç alanları bilimsel tartışmaların dışında kalan dokunulamaz alanlardır. Böyle olduğu için de herkese açık bir alan değildir, kişiseldir. (13)

Ahmet, meleklere inanır, ama meleklerin varlığını kanıtlayamaz. Mehmet, meleklere inanmaz, ama o da meleklerin yokluğunu kanıtlayamaz. Bu nedenle uygar dünya inanç alanında bilimsel tartışmayı dışlamış, bu alanı yalnızca saygı duyulması gerek bir alan olarak güvence altına almakla yetinmiştir. Bu yüzden Anayasa’ya göre “Herkes, … kanı (kanaat, inanç) özgürlüğüne sahiptir. Her ne neden ve amaçla olursa olsun olursa olsun kimse, … kanılarını açıklamaya zorlanamaz; …kanıları nedeniyle kınanamaz ya da suçlanamaz” (m. 25).

Özetle bir toplumda dinin bilime, bilimin de dine dönüşmesi büyük bir tehlikedir.

Kaynakça:

1- Husserl, ileten: Öktem, Niyazi, Fenomenoloji ve Hukuk, Ankara, 2012, s. 54.

2- Lévy-Strauss, Claude, (Tahsin Yücel), Yaban Düşünce, İstanbul, 1993, s. 25-57; Goody, Jack, (Koray Değirmenci), Yaban Aklın Evcilleştirilmesi, Ankara, 2001, s. 17.

3- L. imputatio, A. Zurechnung, F. ve İn. imputation, İ. imputazione, İs. imputación, OT, isnad.

4- Wittgenstein, (Doğan Şahiner), Kesinlik Üstüne, Kültür ve Değer, İstanbul, 2013, s. 196.

5- Yunan söylencesinde (Fransızca Érinnyes, Eski Yunanca Ἐρινύες / Erinúes) ya da kimi zaman “cehennem tanrıçaları” (Eski Yunanca χθόνιαι θεαί / khthóniai theaí) tanrısal hükmü yerine getirenlerdir. Trajedi Yazarı Eschyle’e göre, bunlar adaletin hükümlerini yerine getirerek Atina’yı tanrılar adına korumaktaydılar. Daha sonraları, ozan Euripide, bunları iyilikseverler (Fransızca Euménides, eski Yunanca Εὐμενίδες) olarak anmıştır. Daha sonraları yargıçların suçlular hakkında verdikleri ceza yargılarını yerine getiren bu görevlilere (infazcılar) Latincede “Furiæ” ya da “Diræ” (F. Furies) denmiştir. (Ayrıntılı bilgi için bkz. Commelin, Mytologie grecque et Romaine, Paris, 1948, s. 232-234 ; Fink, (Serpil Erfındık Yalçın), Antik Mitolojide Kim Kimdir ? İzmir, 2007, s. 137, 138).

6- Ayrıntılı bilgi için bkz. Rüthers, Bernd / Fischer, Christian / Birk, Axey, (Doğan / Aldudak / Eyman Aydın), Hukuk Teorisi, Ankara, 2020, n. 434-440.

7- Tarde, Gabriel, La philosophie pénale, Paris, 1890, s. 424 vd.

8- A. Tortur, F. ordalie, İn. ordeal, İ. ordalia, İs. ordalías.

9- Vox populi vox Dei.

10- Nitekim Montesquieu, on sekizinci yüzyılda bu yolla kanıt toplamanın gelişim sürecine uzun uzun değinmiş ve düellonun sağduyuya aykırı olduğunu belirtmiştir (De l’esprit des lois, œuvres complètes, Paris, 1964, 731-733, 735).

11- Laingui, Ordalies, Dictionnaire des sciences criminelles, Hazırlayanlar: Gérard Lopez-Stamatios Tzitzis, Paris, 2004, s. 671,672. Tam bu noktada yineleyelim ki, nedensellik, özünde bir doğa olgusudur. Nedensellik bağlantısı ile neden sonuç ilişkisi kurularak “olan” açıklanır. Demir parçası ısınınca genleşir, gibi. Böylece doğa bilimlerinde değişmez bir yasaya ulaşılmış olur. Dolayısıyla nedensellik ilkesinin bir evrimin ürünü olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden günümüzde, Yunanca “etm(k)en” anlamına gelen “aitia” sözcüğünden esinlenilerek türetilen “étiyologi”, “neden bilgisi”, “nedenbilim” adı altında bir bilim dalı ortaya çıkmıştır. Kısaca “nedensellik ilkesi” ya da “neden” (cause)-“sonuç” (effet) ilkesi” uygarlıkta ilerlemenin bir sonucudur. Dolayısıyla nedensellik bağlantısı terimi, artık sadece doğa bilimlerinde geçmemekte, özellikle insan davranışlarını inceleyen, ahlak, din, hukuk gibi kültür bilimlerinde de sürekli onaylanmayan davranışlarla bunların yaptırımları arasında nedensel bağlantılar kurulmakta, dolayısıyla ilke, temel ve düzenleyici bir işlev görmektedir. Elbette doğa bilimlerindeki nedensellik ile kültür bilimlerindeki nedensellik bağlantısı arasındaki niteliğe değil, niceliğe ilişkin başkalıklar vardır. Birincisinde nedensellik; ikincisinde yüklenebilirlik ve sorumluluk söz konusudur. Doğa bilimlerinde nedensellik “A olursa, B olur” der. Buna karşılık kültür bilimlerinde, bu arada hukuktaki yüklenebilirlik ilkesi, olanla değil “olması gereken”le ilgilidir ve özgür insana “şöyle davranmalısın”, eğer “öyle davranmazsan, şu sonuca katlanırsın” der. Doğadaki nedensellikte, nedenler ve sonuçlar zincirinin halkaları sonsuza değin sürüp gider. Buna karşılık, hukukta yüklenebilirlik, sadece iki halkadan oluşur. Yani iyilik ödülle, kötülük yaptırımla karşılanır. Bundan başka doğada nedensel zorunluluk ve belirlenimcilik vardır: “Isınan metal genleşir”. O kadar. Yüklenebilirlikte ise özgür istenç (irade) söz konusudur. Özgür insan, davranışını olması gerekene göre sergileyebilir. Bu takdirde bir yaptırımla karşılaşmaz. (Lalande, Vocabulaire technique et critique de la philosophie, PUF, Paris, 1980, s. 267. Ayrıntılı bilgi için bk. Kelsen, (Charles Eisenmann), Théorie pure du droit, Paris, 1962, s. 27 vd., 104-117, 124, 125; Kelsen, Hans (Olivier Beau/Fabrice Malkani), Théorie générale des normes, Paris, s. 2012, s. 10-14.

12- Ayrıntılı bilgi için bkz. Kelsen, (Charles Eisenmann), Théorie pure du droit, Paris, 1962, s. 27 vd., 104, 105; Kelsen, Théorie générale des normes, Paris, s. 2012, s. 10-14.

13- Bu yüzden çağımızın ünlü düşünürlerinden Michel Onfray, şunları söylemektedir: “Benim tanrıtanımazlığım, özel inanç, kamusal uğraşa dönüştüğü zaman ortaya çıkmaktadır.” (Traité de d’athéologie, Paris, 2018, s. 29).

YORUMLAR (46)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
46 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir