Görüşler

İran’ın füze gücü ve Ortadoğu’da güç dengesi

İran’ın füze gücü ve Ortadoğu’da güç dengesi

Marmara Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü’nden Ersin Güngördü, Tahran’ın kritik hamleleri üzerinden Ortadoğu’ya ilişkin değerlendirmede bulunuyor.

ABD liderliğinde gerçekleşen “Yüzyılın Anlaşması” sözgelimi “Ortadoğu Barış Projesi” aktörleriden olan Suudi Arabistan, bugünlerde dünya gündemini hayli meşgul etmekte. Tuzdan arındırma ve elektrik enerjisi üretimi için ABD ile nükleer işbirliği talep eden Suudi Arabistan’ın nükleer destek arayışları, bölge reelpolitiği gereği; İran’ı bir hayli kızdırıyor. Öte yandan geçtiğimiz gün, Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (IAEA) Başkanı Yukiya Amano, nükleer faaliyetlerinin barışçıl olduğundan emin olmak maksadıyla ilk nükleer reaktör için yılın sonuna kadar Suudi Arabistan’dan nükleer koruma güvencesi vermesini  istedi.

TAHRAN’IN YENİ OYUNCAKLARI

İran Ulusal Güvenlik Konseyi sekreteri Ali Şamşani; geçtiğimiz ay Suudi Arabistan’ın tüm dünyayı olmasa da bölgeyi tehlikeli potansiyel bir krize sürükleyebilecek faaliyetler içerisinde olduğunu vurgulayarak konuya tepkisini dile getirmişti. İran Devrimi’nin 40. Yıl kutlamaları nedeniyle, şubat ayında gösteri alanında yeni füzelerini tanıtan İran, bu kez de sahneye bin 350 km menzilli seyir füzesi Huzeyfe’yi çıkarmıştı. 4 Şubat’ta ise, Avrupa Birliği İran’la ilgili ortak bir açıklama yaparak, rejimin füze geliştirmesinden duyulan ortak rahatsızlığı dile getirmişti. Füze Teknolojisi Kontrol Anlaşması’na (MTRC) taraf olmayan İran’ın Hatem el Enbiya Merkez Komutanı Gholam Ali Rashid ise, tepkiler karşısında, geliştirilen füze teknolojisinin, güç dengesi gereği, Suudi Arabistan gibi düşmanca güçleri dengelemek maksadı taşıdığını açıklamıştı. Tabii bu açıklamada, ya da menzil artırımı olacak müstakbel potansiyel füze üretim faaliyetlerinde Suudi yönetiminin nükleer arayışlarının payının aşikar olduğu görülüyor. Şubat ayında İran’ın ürettiğini açıkladığı 2.000 km (orta) menzilli “Deflüz” balistik füzesinden sonra ise, ABD’nin İsrail’e Yüksek İrtifa Bölge Hava Savunma (THAAD) adlı Amerikan balistik füze savunma sistemi  konuşlandırması tesadüf olmamalı.

Balistik füzelerle karşılaştırıldığında alçak irtifada, yörünge altında kalarak yol kateden karadan karaya seyir füzelerinin radarlar tarafından tespiti daha zordur. Ayrıca seyir füzeleri, fırlatılmadan önce hedefe yaklaşarak aradaki kilometre farkını azaltabilirler. Sumar füzesi’nin bir türevi olan Huzeyfe’nin boyu ise neredeyse Sumar’ın iki katı büyüklüğünde. İkisi de kamyondan fırlatılmak üzere tasarlansa da, bu füzeler teorik olarak deniz altı ve nakliye gemilerinden de fırlatılabilirler. Dolayısı ile bu füzelerin İran’a mürettebatlarının kendilerini tespit edilmeden taşıyacağı varsayılan bir senaryoda, ikinci veya hatta ilk vuruş kabiliyetini vermesi de muhtemel. Böylece 1000 km üzeri menzilli füzeler İran’ın Suudi Arabistan (Riyad ve füze savunma bölgeleri dahil) ve Kuzey İsrail içerisindeki daha derin hedefleri tehdit etmesini sağlayacak. Eğer İran, Irak ya da Hizbullah kanalı ile füzeleri Suriye’ye taşıdıysa, teorik olarak Suudi Arabistan’daki çok daha fazla hedefe ve İsrail’in tamamına ulaşabilir.  Dolayısıyla, Trump’ın Golan kararı zamanlaması gözden kaçmamalı. Tahran yönetiminin Suudi Arabistan’ın nükleer silah geliştirme kapasitesini artırdığını iddia etmesi, gelişmeleri yakından takip ettiğine işaret ediyor. Eğer böyle ise, Ortadoğu’yu, belki de dünyayı, nükleer silah ve füze kapasitelerinin yarıştığı, yeni,  riskli ve uzun vadeli bir proliferasyon süreci bekliyor olabilir.

TARİHTE GÜÇ İTTİFAKLARI

Uluslararası ilişkiler teorilerinden realizm, devletlerin güç kapasitelerini artırmaları gerektiğini, uluslar arası sistemin yapısının hiyerarşik olduğunu, devletlerin de insanlar gibi kötü yaradılışlı habis varlıklar olduğunu söylemektedir. Bu teori gereği, devletlerin kendilerinden başka dostları yoktur. Çünkü Thomas Hobbes’ın altını çizdiği gibi “insan insanın kurdu” ise, “devletler de devletlerin kurdudur”. Uluslararası örgütlerin idealist, iyimser hedeflerine güven olmaz. Devletler, gerektiği yerde ortak düşmana karşı “güç dengesi” oluşturmak için, birbirleri ile ittifak yapmalıdır. Tarihte de bunun sayısız örnekleri vardır. Peloponez Savaşı (MÖ 431-404) Yunan yarım adasında, Persler’e karşı oluşturulmuş Attik Delos Deniz Birliği üyeleri olan Sparta ve müttefiklerinin yine aynı organizasyonda yer alan ve kendi bölgelerinde güçlenen Atina’ya karşı açtığı, güç dengesi oluşturma teorisini en ilkel ve basit hali ile anlatan bir savaştır. Ortak düşmana karşı savaşan bu birlikler, kolektif tehdidin (Persler) ortadan kalkması ile birlikte birbirleri ile savaşmaya başlamışlardır. Hatta, bu savaş sonucunda, Atina medeniyetinin, 200 yıl geriye gittiğini söyleyen tarihçiler vardır. Kadeş Savaşı da, aynı sebepten ötürü çıkmıştır. Mısır firavunu Suriye’yi ele geçirmek isteyince, Anadolu’daki Hitit kralı tehlikeyi sezmiş ve güçlenmesini istemediği Mısır’a savaş açmıştır. Bu savaş sonunda da tarihteki ilk yazılı anlaşma olarak bildiğimiz (M.Ö 1274) Kadeş Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmanın bir sebebi de, Hititler ve Mısırlar kendi aralarında savaşırken, bu kez de ortada biten Asurlu’ların Ön Asya’da güçlenerek kendilerine yeni bir tehdit oluşturacaklarını düşünmeleridir..

Sosyal psikoloji alanında, tanınmış ünlü Türk bilim adamı Muzaffer Şerif’in “Robbers Cave Deneyi” de, Gerçekçi Çatışma Teorisi’ni açıklarken; aynı sonuca ulaşmıştır. Bir adadaki rakip oyuncular, yarışmalarla sürdürülen rekabet günlerinde birbirlerinden nefret ederken, ortak kullanılan su kaynağının bozulması gibi “kolektif bir sorun” rakip/düşmanları birleştirerek dost yapmıştır. Hatta, bu formatın bugün Survivor’ yarışmasına ilham verdiği de söylenmektedir…

‘TEHDİT DENGESİ TEORİSİ’

Güç dengesi, oluşturmanın farklı modelleri vardır. Örneğin güçsüz devlerin güçlü olanın peşine takıldığı bandwagoning bunlardan biridir. Mesela, Demokrat Parti’li yıllarda, Türkiye’nin Güney Kore’ye destek birlikleri göndererek NATO üyeliği elde etmeye çalışması, Kafkaslar’daki, Sovyet tehdidine karşı akıllıca  düşünülmüş bir bandwagoning (peşine takılma) stratejisidir…

The Origins of Alliances adlı kitabında 1955-1979 yılları arasında Ortadoğu’da kurulan savunmacı ittifaklardan hareketle “tehdit dengesi” kavramını literature kazandıran Walt, dönemin iki kutuplu küresel sisteminin Ortadoğu’ya olan etkisi ışığında devletlerin tehditlerle mücadele stratejilerine değinmiştir. Bu noktadan hareketle Walt, Ortadoğu da esasında, devletlerin “peşine takılma” (bandwagoning) stratejisinden ziyade dengeleme (balancing) stratejisi izlemeye meyilli olduğunu vurgulamaktadır. Yani Walt’a göre Ortadoğu’da “güç dengesi” ve  “peşine takılma stratejisi”nden ziyade, “tehdit dengesi” vardır. Bu bölge, tehditlere göre hareket eder….

ABD, geçen gün tarihinde ilk kez bir devletin resmi ordusu olan, İran Devrim Muhafızları Ordusu’nun, yabancı terör örgütleri listesine eklendiğini duyurdu. Tabii bu karara derhâl bölgedeki üç önemli devletten destek geldi. Bahreyn, Suudi Arabistan (Dış İşleri temsilcisi) ve İsrail  (Netanyahu)…

İran’ın her ne kadar uydu çalışmaları için ürettiğini duyurmasına rağmen, nükleer başlıkla desteklenebilir füze çalışmalarını sürdüreceğini ilan etmesi ve buna karşılık olarak ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı’nı (CENTCOM) terör örgütleri listesine alması bölgedeki tansiyona yoğunluk kattı. Eğer Waltz, teorisinde haklı ise, Suriye ve Yemen iç savaşlarında da İran ile tamamen farklı taraflarda yer alan Suudi Arabistan’ın ilerleyen günlerde dinî kimliklerinin ötesinde, İsrial ile ortak düşman İran’a karşı örtük ya da açık bir güvenlik ittifakına girmesi, oldukça olağan görünüyor...

Tabii İran’a düşen ise, müttefik arayışı…

YORUMLAR
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
Bunlar da İlginizi Çekebilir