Görüşler

Luigi Nono: Müziğin felsefeyle yakın teması

Luigi Nono: Müziğin felsefeyle yakın teması

‘Tuhaf Günler Peşimizde’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, İtalyan besteci Luigi Nono’nun müziğinde gelenekle yeniliği başarıyla harmanladığını anlatıyor.

Yirminci yüzyıl avangard ve deneysel müziğinin önde gelen temsilcilerinden biri olan, yeniliklere öncülük eden İtalyan besteci Luigi Nono gelenekle bağlarını da korumuştu. Dinsel temalı müzikte, ilahilerde, yüksek ortaçağ vokal müziğinde ses ve anlam zenginliği buldu. Carlo Gasualdo’nun madrigallerin yapılarını titizlikle inceledi, Rönesans çoksesliliğine hayrandı.

Gelenekle yeniliğin birarada bulunduğu müziği ses katmanlarından oluşan karmaşık bir yapıya sahipti. Dramatik zıtlıklar, insan sesi bu müziği etkileyici kılan özellikler arasındaydı. Sürekli olarak yeni ses dünyaları keşfetmeye çalıştı. Müzik ve mekan ilişkisini radikal bir biçimde yeniden değerlendirdi. Özellikle filozof Massimo Cacciari ile işbirliği yaptığı çalışmalarında sesin mekânsallığı konusunda giriştiği araştırmalar, mekânı bir kompozisyon unsuru olarak kullanması kuşağının diğer yenilikçi bestecilerinden onu ayıran özellikler arasındaydı. Olumsuzlayıcı ve eleştirel bir düşünceyle müziğin parametrelerini sorguladı. İlginç olan bunu gelenekten güç alarak yapmasıydı.

İkinci büyük savaş sonrasında Avrupa’nın kültürel açıdan da onarılması gerekiyordu.1950’lerden itibaren Almanya’nın Darmstadt şehri her yıl Uluslararası Yeni Müzik Yaz Okulu adı altında düzenlenen etkinlerle savaş sonrası Avrupa’da müzikal yenilenmenin merkez üssü haline gelmişti. Yeni müzikal biçimler ve yeni kompozisyon teknikleri üzerinde duruluyordu. Stockhausen, Pierre Boulez, Bruno Maderna gibi Avrupa’nın diğer yenilikçi bestecileriyle birlikte Luigi Nono da buradaki kurslara katıldı, konferanslar ve seminerler verdi, 1960’a kadar da katılmayı sürdürdü. Darmstadt’da özellikle 1950’lerde Schönberg’in temelini attığı seriyalizm teşvik edildi. Schönberg Nazilerce dekadan olarak damgalanmıştı, savaş sonrası yenilenme girişimleri ise onun düşüncelerini temel alıyordu.
Tiyatro Nono’ya politik görüşlerini etkili biçimde ifade etme imkânı verdi. Bazı çalışmaları biçim olarak tiyatroya yakındı, tiyatronun birçok unsurunu kompozisyonlarına kattı. Politik düşüncelerine yakın oyun yazarı ve tiyatro yönetmenleriyle birlikte çalıştı. Radikal yazar Peter Weiss Frankfurt’da görülen ve Nürnberg davalarından sonra Nazi savaş suçlularının yargılandıkları en önemli dava olan Auschwitz davası duruşmalarını notlar alarak yakından izlemiş, Soruşturma adlı oyununu bu duruşmalardan yola çıkarak yazmıştı. Erwin Piscator 1965’te Soruşturma’yı sahnelerken dünyanın adaletsizliklerine, öfkeyle bakan, kızgınlıkla yaklaşan bir besteci olarak Nono’dan müzik yazmasını istedi. Nono teklifi kabul etti ve ölüm kamplarının dehşetini duyuran bir elektronik müzik çalışması yaptı. Müzik ve tiyatro ilişkisine farklı bir yaklaşım getirmişti. Müziği oyunda fon olmanın çok ötesine geçiyor, metnin bir unsuruna dönüşüyordu.

Alternatif tiyatro topluluklarıyla işbirliği yaptı. Bu topluluklardan biri Julian Beck ve Judith Malina’nın kurdukları, siyasi temaları işleyen, 1960’larda Amerika’yı terk ederek sanatsal etkinliklerini İtalya ve diğer Avrupa ülkelerinde sürdüren, performanslarından bazılarını sokaklarda gerçekleştiren Living Theatre’dı. Bu soy topluluklarla yaptığı işbirliği ona konser salonlarının kapalı dünyasının dışına çıkma imkânı da veriyordu.

Nono yukarıdan aşağıya dayatılan bürokratik sosyalizmi, Stalinist otoriterliği reddeden; Rosa Luxemburg’dan, Karl Korsch’dan etkiler taşıyan, dogmatik olmayan bir Marksistti. Ama onun müzik anlayışını, sanata bakışını en belirgin biçimde etkileyen Antonio Gramsci’ydi.
Nono yirminci yüzyılın en önemli Marksist düşünürlerinden biri olan, sivil toplum konusundaki çözümlemeleriyle çok tartışılan, 1960’lardan itibaren eleştirel estetik değerler yaratmada düşüncelerinden hayli yararlanılan Antonio Gramsci’nin özellikle kültürel hegemonya anlayışından etkilenmişti. Hapishane Defterleri‘nin yazarı yöneten sınıfların sadece politik, ekonomik alanlarda değil, kültürel alanda da üstünlük kurmaya çalıştığını, ‘kültürel hegemonya’ inşa etmeye çabaladığını ileri sürmüştü. Ona göre hegemonya şiddete başvurarak, zor yoluyla değil, yöneten sınıfa bağlı aydınlarca rıza imal edilerek, onay alınarak kurulur. Beri yandan ezilen sınıflar hegemonyaya karşı direnirler ve karşı hegemonya mücadelesi yürütürler. Nono kendini ezilen sınıfların ‘organik entelektüel’i, müziğini ise kültürel hegemonyaya direnen bir güç olarak görüyordu.

Müzik ve metin arasındaki ilişkiyi deneyci bir yaklaşımla ele aldı. Metni fonetik ve anlamsal zenginlikler içeren bir yapı olarak kavradı. Örneğin, Cesare Pavesa’nin üç şiiri üzerine kurulu La terra e la compagne başlıklı çalışmada İtalyan şairin dizelerini harflere, hecelere bölerek ayrıştırdı. Kelimelerin fonetik özelliklerini müzikal malzeme olarak kullandı. Sözcüklerin iletme, ifade etme ve yansıtma gücünü kristalize etti.

Felsefe onun müzik dilimi etkiledi, felsefe metinleri bestelerini zenginleştirdi. Geç dönem besteleri için ‘müzikal düşünce’ terimini kullandı. Bununla bir anlamda müziğinin sağlam felsefi ve edebi metinlerle, şiirle kurduğu sıkı bağları vurgulamak istiyordu. Özellikle geç dönem çalışmalarında müzikle metin arasında girift bir ilişki inşa etti. Hölderlin’in dünyasına nüfus etmeye çalıştığı Fragmente-Still ,Diotima bu soy bestelerinin ilki kabul edilebilir. Hölderlin özellikle Üçüncü Reich döneminde Alman ulusçuluğunun idolü olmuştu. Alman ulusunun yazgısını duyuran şair, bir tür kâhin kabul ediliyordu. 1939’da Hitler’in ellinci yaş günü kutlamalarında Hölderlin’in İlahiler’i okunmuştu. Ancak 1960’larda Avrupa sol kanat sanatçıları bir tür Hölderlin rönesansı başlattılar. Müzik alanında Nono da bunlar arasındaydı.

Nono’nun müziği eleştirel düşünceyle yüklüydü Eserlerindeki bu özellik filozof Massimo Cacciari ile yaptığı işbirliğinde çok daha belirginlik kazanıyordu. Nono gibi Venedikli olan ve iki dönem şehrin belediye başkanlığını da yapan Cacciari Nono’nun müziğini felsefi düşünce ve kavramlarla yaratmasına katkıda bulundu. Prometheus’da bu yaratıcı işbirliğini nihai sınırlarına taşıdılar. Eserin metni Cacciari’nin biraraya getirdiği felsefi ve edebi alıntılardan oluşuyordu.

Prometheus, Nono’nun yaşamının son on yılında yarattığı en önemli eseri. Üzerinde uzun yıllar çalıştığı bu devasa girişimi farklı bir tiyatro türü olarak düşünmüştü: Dinleme trajedisi (Tragedia Dell’ascolto). Esasında Nono ve Cacciari’nin birlikte geliştirdikleri bir kavram. Farklı bir dinleme deneyimini de ifade ediyordu.

‘Ascoltare’ (dinle) sözcüğü performans boyunca tekrarlanıyor, fakat bu emir kipinde söylenmiyordu. Bir buyruk, değil bir çağrıydı. Dinlemeyi meydan okuyucu ve nihayet özgürleştirici bir deneyime dönüştürmek için yapılan bir çağrı. Dünya prömiyeri 25 Eylül 1984’de Venedik’te San Lorenzo kilisesinde geleneksel sahnelemelerden farklı bir biçimde gerçekleştirilmiş; özel olarak tasarlanmış performans mekanında görsel efekt ve unsurlara olabildiğince az yer verilmiş, dinleme deneyimi görselliğin baskısından kurtarılmış, saflaştırılmıştı.

Nono yerleşik çalgıların yanısıra canlı elektronik müziğe ve bilgisayar teknolojisinden yararlanarak dönüştürülmüş seslere de yer verdi. Bu sesler başka bir dünyayı, ütopyayı, Ernst Bloch’un ifadesiyle ‘henüz değil’i temsil ediyordu.

Cacciari, Avrupa’yı “takımada” olarak düşünür. Ona göre Avrupa birbirinden farklı ama bir araya gelebilir uluslardan, devletlerden, oluşan bir adalar topluluğudur. Takımadada bir merkez, bir hiyerarşi mevcut değildir. Avrupa da eşit birimlerden oluşan bir siyasal ve kültürel alandır. Venedikli düşünür doğduğu ve belediye başkanlığını yaptığı şehri de “takımada “ olarak niteler. Nehir deltaları arasında kurulu olan şehir kanalların ve köprülerin birbirine bağladığı adalardan oluşur. Kanallar aynı zamanda adalar arasında ses taşıyıcılarıdırlar.
Cacciari, Prometheus’a libretto (metin) oluştururken de ada ve takımada nosyonlarına bağlı kalmıştı. Değişik metinlerden bölümler almış, bölümlerin her birini ada olarak düşünmüştü. Metinler arasında tematik yakınlık mevcuttu. Bunlar insanın tahakküme direnişini, zihinsel ve bedensel özgürlüğünü konu ediniyorlardı. Temalar da onları birleştiriyor, bir takımada gibi biraraya getiriyordu.

Cacciari, Aiskhylos’un Zincire Vurulmuş Prometheus tragedyasından da bir bölüm almıştı. Zalimliği ve acımasızlığı temsil eden Zeus’a meydan okuduğu için kayaya zincirleyerek cezalandırdığı kahraman Prometheus’un insanlığı özgürleştirme ideali insanlığın ilerleme mitosuna bağnazca bağlılığına dönüşme ihtimalini de taşır. Tarihte kaçınılmazlık ve zorunluluk anlayışına götürebilir Ayrıca Prometheus mitindeki ‘kurtarılmış insanlık’ anlayışı kurtarıcı beklentisine de yol açabilir.

Cacciari böylesi bir yanılgıya düşülmemesi için Aiskhylos’un tragedyasını Walter Benjamin’in tarih tezlerinden yaptığı alıntıyla dengeledi. Benjamin yirminci yüzyılın en önemli felsefi- siyasi metinleri sayılan “Tarih Kavramı Üzerine Tezler”inde tarihi basit bir ilerleme süreci olarak görmeyi reddetmişti; o zamanın akışının kesintiye uğramasını önemsiyordu. Cacciari, Prometheus’un metninde indirgemeci Marksist tarih anlayışınca da savunulan, çoğu zaman boş inanç niteliğini almış ve tarihte trajik sonuçlar doğurarak yanlışlanmış tarihin yasaları uyarınca kaçınılmaz ve karşı konulmaz ilerleme düşüncesini Benjamin’in tarih tezlerinden yola çıkarak sorguladı. Zaman tanrısının belirleyiciliğinden ve tahakkümünden özgürleşmiş bir zaman anlayışını, onun zaman ve zorunluluk ilişkisine dair denemelerinden oluşan kitabının başlığıyla söylersek ‘Kronos’suz zaman’ düşüncesini geliştirdi.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir