Görüşler

‘Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehr etti hayatın tadını’

‘Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehr etti hayatın tadını’

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay “Fenerbahçe’deki Mimoza isimli havuzlu kır gazinosu dalyancı Rumlarının içip içip kafayı kırdıkları bir mekânmış. O dönemdeki sâhibinin de Manol olduğu söylenirdi” diyor.

70’li yılların sonlarında ve ‘80’li yılların başlarında Fenerbahçe’deki Mimoza isimli havuzlu kır gazinosunu anımsayan yaşlılarla hiç karşılaşmadım. Oysa, işgal yıllarında, semtin dalyancı Rumlarının içip içip kafayı kırdıkları bir mekânmış. O dönemdeki sâhibinin de Manol olduğu söylenirdi. Ondan sonraysa gazinoyu Yahudi Onnik denen biri işletmiş. Ama, adamın hem Yahudi hem de Onnik olması tuhaftır. Çünkü, Onnik ismi Ermenice’deki Hovhannes’in kısaltılmış şeklidir. Müfid Ekdal, karısı Yahudi olduğundan onun da Yahudi olarak bilindiğini söylemesine karşın, bu yorumu sıhhatli bulmuyorum. Bana kalırsa, cimriliğinden tutun da vurduğu kargaları ve martıları sarhoş müşterilerine piliç diye yutturmasına kadarki bütün marifetlerinin, algısal Yahudiliğe temas etmesi asıl nedendi.

Burundan Kalamış’a doğru daracık yoldan yüründüğünde, solda Belvü Otel ve Gazinosu bulunuyordu. Bizim neslin Orhan’a ve Köhne’ye takıldığı dönemde, İstanbul’un hayli sıkıntılı “Vatandaş Türkçe konuş!” yıllarında bile Belvü’de Rumca şarkıların çalındığını bilenler hayattaydılar. Müfid Ekdal da, tekneyle Kalamış Koyu’na gelip orada demlenmeye başlayan Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın, Belvü’den yükselen şarkıları duyunca, mekânı merak ettiğini ve hemen tekneyi otelin tahta iskelesine yanaştırttığını yazmıştı. Onun “Bir Fenerbahçe Vardı” isimli eserine göre, gazinonun azınlıktan müşterileri Gazi Mustafa Kemal Paşa’yı alkışlarla ve sevinç çığlıklarıyla karşılamışlar ve büyükçe bir masaya misafir etmişler. Paşa da onlara “Benden ne istersiniz?” diye sormuş. Müşteriler “Denizkızı Eftalya’yı isteriz Paşam!” yanıtını verince, tekneyi Eftalya’yı ve Sadi Bey’i alıp Fenerbahçe’ye getirmeleri için göndermiş. Nâzım Hikmet için yazılan bir uydurmaysa, Müfid Ekdal’daki söylentinin farklı bir şekli olarak sık sık karşımıza çıkmaktadır. Sözümona Gazi Mustafa Kemal Atatürk, “Gidin şu deli oğlanı bulup sofraya getirin!” demiş; Nâzım Hikmet ise kapısını çalanları, “Ben Denizkızı Eftalya değilim ki, gecenin bu saatinde Atatürk’ün huzuruna gideyim!” diye terslemiş. Baştan sona yalan. İşin aslını merak edenler Mehmed Kemal’den okumalıdır.

Çıngırlı’nın Bahçesi’nden Kalamış iskelesine inişteyse, ’54 sonrasında Esat Mahmut Karakurt’un üç katlı modern apartmanı dikkat çekerdi. Utarit İzgi’nin muhteşem tasarımı olan apartman, dikdörtgen ana yapıya dışarıdan yaslanan yarı açık merdiveniyle ve derin konsollu takma balkonlarıyla emsalsizdi. Uçkuru bozuk Esat Mahmut Bey’in yıllardır Sami Koray’ın romancı karısı Mebrure için amuda kalktığı dillerdeydi ama, kadın kocasını sonunda onunla yaldızlamaya karar verip kapısına dayandığındaysa, çarşaf soğutmayan çapkınımız nedense besmele görmüş şeytan olmuş. Esat Mahmut’un apartmanının alt tarafında Bali Ekeman’ın köşkü vardı. Huzur Çay Bahçesi kapandıktan sonra Orhan Varhoş orada kendi ismiyle restoran ve çay bahçesi açmıştı. ‘70’li yılların sonuna doğru Orhan çoğunluğu İstanbul Hukuk’tan olan solcu öğrencilerin mekânıydı.’80 başlarında da iskelenin dibindeki Saadet Hanım’ın müdavimlerince Köhne diye anılan çay ocağı dolup taştı. Hemen arkasındaki Todori’ninse artık eski tadı kalmamıştı. Oysa, on yıl kadar önce oradan yükselen “Mistico serto di luce e fior / Del mio pensiero tu sei regina / Tu di mia vita sei lo splendor / Il tuo bel cieola vorrei redarti” şeklindeki bir şarkı bütün Kalamış’ı ağlatırdı. Elbette kahramanımız İhsan Ünlüer’dir, rakısından iki yudum çekmiş, sonra da Verdi’nin “Aida” operasından döktürmek için denizin kendisine yakamoz rengi ışıklarla sinyal çakmasını beklemiştir. Doktorumuzun “Celeste Aida” aryasına düşkünlüğünün nedeniniyse kızından duymuştum. Meğerse kunduracı İsmail Usta’nın oğlu ’58 yılında ikinci kızı doğduğunda “Aida” operasında Radames’i oynuyormuş. Hasta yatağında Cerrahpaşa’nın koridorlarından gelen “Celeste Aida” aryasını duyan karısı Semiha Hanım ise, ufaklığa hangi ismin konduğunu şıppadak anlamış.

İhsan Ünlüer’in Todori’de demlendiği yıllarda bile karşı sırasındaki Vasil’in meyhânesi çoktan unutulmuştu. Oysa, bir zamanlar, Faik İskender Göksel, Zühtü Paşa’nın oğlu Zahit Oraloğlu, Çene Fuad Bey, Prens Ali Haydar Barşal ve Kemal Niyazi Seyhun her gece Vasil’e takılırlarmış. Faik İskender Bey ilk dükkânını 1902 yılında Kızıltoprak’ta Eczahâne-i Saadet ismiyle açmış, 1928 yılından sonraysa Moda’ya taşınarak, dükkânının ismini Eczahâne-i Faik İskender olarak değiştirmişti. Zahit Bey ve Çene Fuat Bey hem sıkı İttihatçıdırlar hem de sıkı Fenerbahçelidirler. Zahit Bey ’34 ile ’50 arasında Fenerbahçe Spor Kulübü’nün başkanlığını yapan Şükrü Saraçoğlu’nun da kayınpederidir. Kemal Niyazi Seyhun ise Fenerbahçe kürek takımındandı ve ilk yarışlardaki iki çiftede Münir Nureddin ile kürek çekmişti. Galatasaray’ın 253 sicil numaralı üyesi Prens Haydar’ın her gece Fenerlilerle birlikte Vasil’de demlenmesiyse takdire şayandır. Vasil, cadde ile iskele sokağının kesiştiği köşedeki bahçeli iki katlı ahşapta oturuyordu. Ahşabın bahçesi denize doğru meyilli olduğundan, Vasil, ilk katını meyhânesinin kışlık kısmı, deniz tarafındaki çınarlı, havuzlu ve kuyulu bahçesiniyse yazlık kısmı yapmıştır. Vasil’in, hıyar turşusu, çiroz salatası, patlıcan kızartması ve taratoru ile Todori’yi solladığı söylenirse de, Todori’nin havası hep farklı olmuştur. Mösyö Pari’nin sevimli köpeğinin Vasil’in ve Todori’nin bahçelerine dalıp, masalardan otlandığı günlerde, meyhâneci Vasil aslında çocukarından hayli dertliymiş. Doğuştan geri zekâlı ve hidrosefali olan oğlu Yani’nin, sürekli kaşınmasıyla, önüne çıkandan para istemesiyle, ciyak ciyak bağırmasıyla müşterileri rahatsız ettiği, kızlarınınsa Fenerbahçe’nin ve Kalamış’ın gençlerine etek indirdikleri yazılmıştır. Vasil daha sonra Sebastiyan Oteli’nin yanındaki ahşaba geçince, münevverden müşterileri masalarını hemen Todori’ye taşımış, meyhânecimiz de omzuna attığı peşkiriyle sinek avlamaya başlamıştır.
Vasil’in patlıcan kızartmasına karşın Todori’nin patlıcan turşusu meşhurmuş. Müfid Ekdal, “Turşu öyle bir özellik taşırdı ki, ağza atınca kaybolur, yemekle doyulmaz, müşteriler alıp evlerine götürürlerdi” diye yazıyor. Todori’nin ciğer tavasının lezzetini de başka yerlerde bulmak mümkün değilmiş. Bu nedenle akşamcıların pek çoğu Todori’de rakıya ciğer tavayı meze yapmak alışkanlığını edinmişler. Edebiyatımızda, Ahmed Rasim, Yahya Kemal, Feridun Fazıl, Zekeriya Sertel, Vâ-Nû ve İhsan Ünlüer, akla ilk gelen Todori sevenlerdir. Bugün, Cevat Çapan, Turhan Günay, Turgay Fişekçi, Besim Dalgıç ve Fatin Hazinedar ara sıra Todori’ye takılıyorlar ama, günümüzdeki mekânın, Todori’nin, Stavro’nun veya Sabri Efendi’nin dönemlerindeki meyhâneyle hiçbir benzerliği yoktur. Aslında, günümüzdeki Todori’yi, meyhâne değil de, içkili lokanta sınıfından bir mekân olarak etiketlemek en doğrusudur.

Todori Çarkas’ın oğlu Stavro’nun döneminde, meyhânenin belki de en şöhretli müdavimi, Selahattin Pınar’dır. Uzun yıllardır Seyyare Atifet Hanım ile evliydi ama, kalbi Afife Jale’de kalmıştı. Kuşdili’ndeki bir Hafız Burhan konseri sırasında Afife Jale ile tanışıp ona aşık olan Selahattin Pınar, sevdiği kadının bir morfinman olduğunu ve morfin bulmak için de bir eczacıyla yatıp kalktığını öğrenince yıkılmıştır. Panorama Gazinosu’nda görüp beğendiği on dokuzluk Seyyare Atıfet Hanım’da teselli arar ama, aklından ve kalbinden Afife’yi atmayı bir türlü beceremez. ’34 ile ’41 arasında morfin bağımlılığı nedeniyle üç defa Bakırköy’e girip çıkan Afife Jale, son nefesini de orada verir. Son Posta gazetesi 25 Temmuz 1941 günlü nüshasındaki habere “Sahneye ilk çıkan Türk kadınının cenazesinde yalnız beş kişi bulundu” başlığını atar. Onlardan biri Behzat Butak, diğeriyse Sait Köknar’dır. Bir fotoğrafta Sait’in oğlu Ergun da mezarlıkta görünüyor. Diğerleri kimlerdir, bilmiyorum. Afife Jale’nin Kazlıçeşme’de cellat mezarlarının bulunduğu kısma defnedildiği muhakkaksa da, Boğos Çalgıcıoğlu’nun gösterdiği yerden şüpheliyim. Bütün kayıtlar, Afife Jale’nin ölümünden sonra Selahattin Pınar’ın rakıya daha fazla düştüğü yönündedir. Yazsa, gündüzleri, Feyzi Aslangil, Necati Tokyay ve Selim Aru ile Caddebostanı’nda denize girer, geceleriyse yine onlarla Todori’de demlenirmiş. 6 Şubat 1960 gecesinde de Todori’de başı masaya düştüğünde Selim Aru yanındadır. Selahattin Pınar’ın Kürdîli hicazkâr makamından “Nereden sevdim o zalim kadını, bana zehr etti hayatın tadını” şarkısını Afife Jale için bestelediği söylenmesine karşın, asıl siz Sabite Tur Gülerman’ın Selahattin Pınar’ın mezarının başında okuduğu Evc ârâ makamından şarkıya dikkat edin: “Söndü yâdımda akisler gibi aşkın seheri / Duruyor gözlerinin kalbimin üstünde yeri”.

’80 başlarında Vasil’in meyhânesinin yerinde Hulusi Baba’nın kulübesi vardı. Bazen oradan Köhne’ye inen bir tanıdığını görürse “Hadiii Bakiiim!” diye seslenir, bazen de iskelenin dibindeki en arka masaya oturup, ayaklarının arasında sakladığı 35’lik rakısından gizlice çekerdi. Çoğu kişi Hulusi Baba’nın “Hadiii Bakiiim!” seslenişini “G.O.R.A.” filminde Garavel rolündeki Özkan Uğur’dan anımsayacaktır. Bir dönem Özkan Uğur’u, Mazhar Alanson ve Fuat Güner ile birlikte neredeyse hemen her gün Köhne’de görmek mümkündü. Onlardan Fuat Güner’in doğma büyüme Kalamışlı olduğu ve Hulusi Baba’ya muhabbeti biliniyor. Bu üç kafadar elinde serpmesiyle Ömer Hayyam’ın iskelesine yakın bir yerden kefala çıkan Kurtalan Ekspres’in ve Moğollar’ın Panço lakaplı bas gitaristi Mithat Danışan ile sohbet ederler miydi, hiç aklımda kalmamış. Ömer Hayyam denen balıkçı reislerinden Ömer Sandıkçı’yı ise ‘70’li yıllardan boynundaki kırmızı mendiliyle ve çıplak ayaklarıyla hayal meyal anımsıyorum. Ne kadar doğrudur, bilemiyorum, Sinan Cemgil’in Kalamış’taki arkadaşlarından olduğu söylenirdi. ’65 seçimlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne on beş milletvekili gönderen Türkiye İşçi Partisi’nin de Kadıköyü ilçe örgütünde çalışmış. Ama, bir yaz gecesi, sandalında uyurken bedenine onlarca mermi sıkıp katletmişler balıkçıyı. ’80 sonrasındaysa, Ataol Behramoğlu’nun “Ömer Reis Ağıdı” şiiriyle, artık bir “edebiyat kahramanı” olarak Kalamış’ta dolaşmaya başlamıştı Ömer Hayyam…

YORUMLAR (5)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
5 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir