Görüşler

Richard Hofstadter ve başka bir liberalizm

Richard Hofstadter ve başka bir liberalizm

‘Katiliniz Şehirlerde Dolaşıyor’ kitabının yazarı Halil Turhanlı, tarihçi Richard Hofstadter için ‘Sosyal Darwinizm’in doğal ayıklama düşüncesinin liberalizmin ‘bırakınız yapsınlar’ anlayışıyla örtüştüğünü ileri sürüyordu’ diyor.

Tarihçi ve kamu entelektüeli Richard Hofstadter, Doğu Avrupalı Yahudi bir babanın, Alman asıllı Protestan bir annenin oğlu olarak 1916’da göçmenler şehri Buffalo’da dünyaya geldi. Amerikan yüzyılı olarak adlandırılacak dönemin başlangıcı sayılırdı. New York dünya başkenti olmaya doğru ilerliyordu. Aynı zamanda bütün dünya açısından büyük ve sarsıcı ekonomik, sosyal, kültürel gerilimlerin dönemi başlıyordu.

Hofstadter, Büyük Bunalım yıllarında Buffalo Üniversitesi’nde öğrenciydi. Üniversitede tanıştığı ve ilk evliliğini yapacağı felsefe öğrencisi, Litvanya asıllı bir Yahudi ailesinin kızı Felice Swados’un (romancı, eleştirmen Harvey Swados’un kız kardeşi) etkisi ve yüreklendirmesiyle Marksist gençlerden oluşan radikal sol bir çevreye dâhil oldu. ; ama bu çevreyle hiçbir zaman tam olarak kaynaşamadı. Entelektüel özerkliğin değerini biliyor, örgütlü politik mücadelenin içinde yer almanın entelektüel özerklik açısından ciddi bir tehdit oluşturacağını düşünüyordu. Radikal soldan uzaklaştı, ancak hiçbir zaman bir soğuk savaş liberali olmadı, anti-komünizm üzerinden akademik kariyer inşa etmedi. Tam aksine, demokratik değerlerin kararlı bir savunucusu olarak yaşadı. 1950’leri, McCarthy dönemini Amerikan politik kültüründe köklü bir gelenek olan anti-entelektüalizmin, taşralılığın çok belirginlik kazandığı bir dönem olarak gördü ve eleştirdi.

Hofstadter’in tarihe olan ilgisi bugünle olan ilişkisinden kaynaklanıyordu. Yaşadığı zamanı anlayabilmek için tarih çalıştı, tarihi araştırdı. Soğuk savaş histerisi, McCarthy döneminin panik ve paranoyası onu politik davranışları psikolojik açıdan da değerlendirmeye yöneltti. Adorno ve Horkheimer’in “otoriter kişilik” incelemeleri yürüttükleri dönemdi. Bu nedenle ve bu anlamda Frankfurt Okulu’na bir yakınlığından söz edilebilir.

Yayımlanan ilk kitabı Social Darwinism in American Thought (Amerikan Düşüncesinde Sosyal Darwinizm) başlığını taşır. Bu aslında onun iki yıl içinde, 1940-42 arasında yazdığı doktora tezidir. Kitap olarak da iki yıl sonra, 1944’de yayımlandı. 1930’lardaki ağır ekonomik bunalımın toplumdaki eşitsizlikleri daha da keskinleştirmesi, sosyal gerilimleri yoğunlaştırması onu bu konuyu ele almaya yöneltti.

Gerçekten, Büyük Bunalım kapitalizm ile demokrasi arasındaki çelişkiye de açıklık kazandırmıştı. On dokuzuncu yüzyıl sonlarından 1930’lara değin cumhuriyetçi erdemlerden söz eden retorik ( retoriğin ne denli aldatıcı olabileceği konusunda Kenneth Burke’ün tezlerini hatırlayalım) itici gücünü laissez faire ilkesinden alan kapitalizmin sert, keskin çelişkilerini demokratik değerlerle olan çatışmasını gizlemişti. Ama artık bu çelişki üstü örtülemeyecek biçimde gün ışığına çıkmıştı. Hofstadter vahşi ve dizginsiz kapitalizmin sosyal Darwinizm’e varan uygulamalarını bunlara alternatif olarak gördüğü Yeni Anlaşma (New Deal) politikalarıyla kıyasladı.

Sosyal Darwinizm İngiliz doğa bilimci Charles Darwin’in 1859 yılında yayımlanan Türlerin Kökeni kitabında ortaya attığı çok tartışmalı biyolojik evrim kuramının topluma, insanlar arası ilişkilere uyarlanmasıdır. Darwin canlıların uzun bir evrim sürecinden geçerek türleştiklerini, bu süreç boyunca türlerin kendi içinde şiddetli bir kuvvetli ve zayıf mücadelesi yaşandığını ileri sürüyordu. Sözünü ettiği mücadele türlerin soyu tükenmediği müddetçe olağanca yoğunluğuyla devam edecekti.

Darwin’in biyolojik evrim kuramı ve doğal ayıklama düşüncesi biyolojiden sosyal bilimlere, doğadan topluma sıçradı. Onun Galapagos Adaları’ndaki gözlem ve bulguları önce sanayileşmekte olan İngiliz toplumuna uygulandı,

İngiliz doğa bilimcinin evrim kuramı seküler ve bilimsel bir dünya görüşünün sonucu sayılarak övgüyle karşılandı ve kabul gördü. Marx bu kuramı teolojiye karşı, materyalist, bilimsel nitelikte bularak yüceltti. İngiltere geç on dokuzuncu yüzyılın en gelişmiş ekonomi sayılıyordu. Marx’ın pek sevdiği ve sık kullandığı bir ifadeyle “ üretici güçlerin en ziyade geliştiği toplum’du. Ne ki bu gelişme kadın erkek, yetişkin çocuk her yaştan binlerce insanın insanlık dışı koşullarda çalışmaları sayesinde gerçekleşmişti. Darwin’in katışıksız bilimselliğin ürünü sayılan çalışması geç on dokuzuncu yüzyıl toplumlarına, özellikle ve öncelikle sanayileşmekte olan İngiltere’ye uyarlandığında sömürüye, eşitsizliğe, adaletsizliğe de bilimsel bir temel ve gerekçe kazandırıyordu. Sosyal Darwinizm’in uygulama alanı geç on dokuzuncu yüzyıl İngiltere’siyle sınırlı kalmadı. Uluslar ve ırklar arasında üstünlük mücadelesi olarak da kavrandı; savaşların, ırkçılığın, toplu kıyımların ve öjeninin “bilimsel “ gerekçesini oluşturdu.

Sosyal Darwinizm rekabet ve mücadeleyi mutlaklaştırıyor, birey için bunları hayata yön veren biricik ilke haline getiriyor, böylelikle dayanışmayı, yardımlaşmayı bütünüyle dışlıyordu. İnsanı toplumun bir unsuru, bir parçası olarak görmüyordu. Daha doğrusu toplumu tanımıyordu. Sosyal Darwinizm’i 1970’lerin İngiltere’sinde uygulayan Margaret Thatcher’ın o ünlü “ toplum yoktur” sözü bunun en belirgin kanıtıdır.

Hofstadter sosyal Darwinizm’in doğal ayıklama düşüncesinin ve “ güçlü olan hayatta alır” ilkesinin liberalizmin laissez faire (bırakınız yapsınlar) anlayışıyla örtüştüğünü, bu ilkeyi bütünlediğini ve tamamladığını ileri sürüyordu. Esasında bu tezi ilk öne süren Hofstadter değildi; ancak o söz konusu tezleri Yeni Anlaşma politikalarıyla kıyaslayarak eleştiriyor, daha doğrusu Yeni Anlaşma politikalarının bunlara alternatif olabileceğini ileri sürüyordu.

Hofstadter’e göre Amerika’da “hayatta kalmacı” (survivalist) okulun önde gelen temsilcisi William Graham Sumner doğal ayıklama düşüncesini Protestan etiği ve klasik ekonomi öğretisi ile kaynaştırmıştı. Bu kaynaşma sayesinde sosyal Darwincilik ekonomik alanda uygulanabilir ve savunulabilir olmuştu. Burada dikkat çekici olan şu: Marx, Darwin’in öğretisinin teolojiden bir kopuş olduğunu ileri sürüyordu. Oysa Amerikalı tarihçi, Sumner’ın düşüncelerinde görüldüğü üzere Protestan etiğiyle doğal ayıklama tezlerinin pekâlâ uyuşabildiğini, hatta içiçe geçtiğini vurguluyor. Esasen ilahiyatçı olan Sumner için “serbest piyasanın istismarlarını vaaz eden büyük Püriten vaiz” , “Protestan idealinin tutumlu insanı” nitelemelerini kullanıyor.

Demokrasi başkalarıyla birlikte var olma, bir arada bulunmadır. Toplumda da tıpkı doğada olduğu gibi sürekli bir ölüm-kalım mücadelesini öngören sosyal Darwinizm ve laissez faire ilkesinin sosyal Darwinizm’e varacak biçimde uygulanması, dayanışmayı bütünüyle dışlar; böylelikle başkalarıyla birlikte var olmaya, dolayısıyla demokratik bir hayata imkân tanımaz. Yeni Anlaşma politikaları yoksulların ekonomik durumunu iyileştirmenin yanısıra toplumu demokratikleştirmeyi de amaçlıyordu. Bu amacın gerçekleşebilmesi ise sosyal Darwinizm’e son verilmesine bağlıydı.

1890’lardan itibaren başlayan büyük şehirlere doğru yeni bir göç dalgası ırksal ve etnik farklılıklar temelinde çatışmaların da keskinleşmesini sonucunu doğurmuştu. Büyük Bunalım döneminde WASP ( Beyaz Anglosakson Protestan Amerikalılar ) ile büyük şehirlere iç ve dış göç dalgalarıyla gelen siyahlar, değişik etnik topluluklar arasındaki gerginlik çok daha belirgin biçim aldı. Sosyal Darwinizm’den beslenen laissez faire ilkesi yürürlükte olduğu müddetçe birlikte yaşamı imkânsız kılan ve demokrasi açısından ciddi bir tehdit oluşturan bu sorunun üstesinden gelmek mümkün değildi. Bir başka ifadeyle Roosevelt reformları sadece Amerikan toplumundaki dezavantajlı kesimlerin ekonomik durumlarını kalıcı biçimde düzeltmeyi amaçlamıyordu; demokratik bir toplumun ve hayatın önündeki engelleri kaldırmayı da hedefliyordu. Bu hedefin gerçekleştirebilmenin koşulu ise laissez faire ilkesinin askıya alınması ve toplumda dayanışmanın egemen hale getirilmesiydi.

Yeni Anlaşma politikalarının hiç de hoşnut olmayanlar da vardı, kuşkusuz. Kapitalizmden en ziyade kar sağlayanlar bu politikaların ekonominin doğal işleyişine yapılmış tehlikeli bir müdahale olduğunu ileri sürüyorlardı.

Hofstadter soğuk savaş döneminin bazı uygulamalarını, en başta da Senatör McCarthy’nin başlattığı cadı avını Yeni Anlaşma’ya tepki olarak gördü. Ona göre 1950’ler bir bakıma rövanş ve hınç politikalarının yürürlüğe konulduğu dönemdi. Amerikan Aleyhtarı Faaliyetleri İzleme Komitesi önündeki sorgulamalar, kara listeler, sadakat yeminleri, abartı, yalan yoluyla kuşku yayma, komplo teorileri, politikaya ve gündelik hayata hâkim olan paranoya… Bütün bunlar aynı zamanda Yeni Anlaşma karşıtı uygulamalardı.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir