Görüşler

Sanal linçlerin ardında bıraktığı gerçek cesetler

Sanal linçlerin ardında bıraktığı gerçek cesetler

‘Türk Kitap Medeniyeti’ kitabının yazarı Alper Çeker “Eğer bir eylem suçsa, gerçekleştiği anda yargı sürecinin başlaması gerekir ama biz eylemin sosyal medyada yer almasını, eylemin gerçekleşmesi olarak kabul ediyoruz” diyor.

Dilimize İngilizce’den geçen “linç” sözcüğü, gerçekte sinemaseverlerin David Lynch’den aşina olduğu bir soyadı. Aslı “Lynch’in Hukuku” olan ama “Lynch Hukuku” biçiminde bir galat-ı meşhura dönen linç etme uygulamasının kökeni bir rivayete göre İrlanda’da 15. yüzyılda yaşamış James Fitzstephen Lynch’e kadar gidiyor. Galway belediye başkanı ve muhafızı olan bu şahıs, kendi oğlunu idam etmiş.

***

Rivayetler bir yana, linç hikâyesinin aslı şöyle: Amerika’daki yerleşimciler 18. yüzyılın ikinci yarısında vergi ödememek için Britanya İmparatorluğu’na karşı ayaklandıklarında, bu harekete katılmayan muhalifler ortaya çıktı. Virginia’da yaşayan Lynch ailesinden Charles Lynch; savaş sırasında mahkemelerin yetersiz kalması ve kanunsuzluğun artması üzerine, mensubu olduğu Quaker cemaatinin üyeleriyle birlikte, kendi yöntemleriyle adaleti sağlama kararı aldı. Cemaat üyeleri yakaladıkları muhalifleri ya da diğer başıbozukları Charles Lynch’in evine getirdiler ve cezalandırmaya başladılar. Charles Lynch’in infazları Amerika’nın diğer eyaletlerinde yasadışı ama adil bulundu ve Lynch Hukuku olarak uygulanmaya başladı. Bunlar; mahkeme kararına dayanmayan, yargısız infazlardı. Onları meşrulaştıran ise, toplum tarafından kabul görmeleriydi.1 Zaman içinde taraftarı olan tüm yargısız infazlara, bir metafor olarak “linç etmek” denildi. Yani linç etme kültürünün iki ana özelliği, yargısız olması ve taraftarlarının bulunmasıdır.

***

Türkiye’de karşıt gibi görünen gruplar aslında birbirinden beslenir. Örneğin birisi Mustafa Kemal Atatürk’e ya da onun temsil ettiği değerlere hakaret ettiğinde, Yılmaz Özdil hemen taksimetresinin düğmesine basar. Benzer bir biçimde muhafazakâr değerlere (II. Abdülhamid, Osmanlı, İslam vb.) hakaret edildiğinde Mustafa Armağan taksimetresini açar. Büyük paraların döndüğü bu sektörün devamı için Türkiye’de Kemalizmin ya da muhafazakârlığın eleştirisine izin verilmez ama bunlara hakaret etmek serbesttir hatta teşvik edilir.

***

Siyaset, dünya genelinde ahlaklı bir meslek değil. Örneğin ABD Başkanı Joe Biden Çin’den, eski Fransa Başbakanı Nicolas Sarkozy de Libya’dan para aldı. Türkiye’de bu işlerin Batı’dan farkı, kalibresinin düşük olması. Bizim siyasetçiler Kapalı Çarşı sarraflarından kol saati almaya kadar inebiliyor. Yukarıda sözünü ettiğim ideoloji meselesinde olduğu gibi, Türkiye’de siyasetin de eleştirisi, tahlili, yorumu yapılmıyor. İşler, birbirini besleyen karşılıklı hakaretlerle götürülüyor.

Yazılı ve görsel basınımızda hakaretin, iftiranın, insanların hedef gösterilmesinin tarihi eski. Geçmişte televizyon programlarında da birbirine küfür eden siyasetçiler seyrettik ama günümüzde hakaretlerin mecrası, internet. Aslında internet, insanlık için büyük bir fırsat. Nüfusun aşırı arttığı çağımızda internet sayesinde siyasette çoğulculuğu sağlayabilirdik. Ancak biz interneti farklı amaçlar için kullandık. Twitter’da her gün pek çok insan, tanımadıkları başka insanlara hakaret ediyor. Birçok siyasetçinin adını, kendilerine edilen ya da kendilerinin ettiği hakaretlerin gündem olmasıyla öğrendim, birkaç gün içinde de unuttum.

***

Twitter aracılığı ile yapılan hakaretler, yargısız infaz olma ve taraftar bulma özellikleri ile çağımızın linç kültürünü oluşturuyor. Twitter’ın Türkiye’deki kullanıcı sayısı 2019 yılı rakamlarına göre on milyonun altındaydı. Dünyadaki dijital verileri raporlayan We Are Social adlı şirket 2020’de bu rakamın on iki milyona yaklaştığını yazıyor. Elon Musk’ın satın alma girişimiyle, Twitter hesaplarının yüzde yirmisinin sahte olduğu ortaya çıktı.

Twitter aracılığı ile ettiğiniz bir hakarete, kullanıcıların yarısının katıldığını farz edelim; bu rakam Türkiye nüfusunun yaklaşık yüzde dört buçuğuna karşılık gelir. Bunun da yüzde yirmisi sahte hesap. Oysa insanlar Twitter’da taraftar bulan paylaşımların, ülkenin kahir ekseriyetinin kanaatini oluşturduğunu sanıyorlar ve bunun üzerinden, oluşturulan linç kültürüne bir meşruiyet sağlanmaya çalışılıyor. Buna karşılık Türkiye’nin yüzde doksanının Twitter’da olup bitenlerden haberi yok. Hakarete, müellifinin eğitimli (avukat, doktor vs.) olmasından da meşruiyet sağlayamayız. Hakaret edenin eğitimli olması, olsa olsa Türkiye’de eğitimin zavallılığını gösterir.

***

Hakaret ve dil oyunu; sözün bittiği, kişinin söyleyecek bir şeyinin olmadığı yerde devreye girer. Mustafa Balbay hapisten çıkıp TBMM’deki ilk konuşması için kürsüye geldiğinde, Ahmet Davutoğlu’nun soyadından –d harfini atınca geriye “avutoğlu”nun kaldığını söylemişti. Dil oyunları da hakaret kadar sığ olabiliyor. Meclisi takip etmediğim için dil oyunlarının siyasette hangi sıklıkla kullanıldığını bilmiyorum.

***

Kimseye haksızlık etmemek için linç kültürünün yalnızca siyasetçileri kapsamadığını, magazin ünlülerinden kendi halindeki insanlara kadar geniş bir yelpazeyi hedef aldığını söylemek gerek. Kimi zaman internette yapılan linçler gerçek hayatta intiharla sonuçlanabiliyor. Bilgisayarın başına geçtiğimizde, analog yerine dijital yani sıfırlardan ve birlerden oluşan sanal bir dünyanın karşısındayız. Bu dijitallik; yazıştığımız ya da hakkında yazdığımız, kablonun diğer ucundaki kişilerin gerçekliğini algılamamıza engel oluyor. İçinde bulunduğumuz arabanın hızını beynimiz algılayamaz çünkü insan beyninin evrimi henüz arabanın evrimini yakalayamadı. İnternette de suç işlemek bize suç gibi gelmiyor çünkü insanın evrimi teknolojinin hızına yetişemedi. Hâlâ daha birini öldürdüğümüzü idrak etmemiz için elimize bulaşan kanın kırmızı rengini görmemiz, sıcaklığını duymamız gerekiyor.

***

Türkiye’ye özel bir durum da ülkemizde ortaya çıkan sosyal medya hukuku. Gerçek hayatta yaşanmış eylemler aylar hatta yıllar sonra, sosyal medyada yer aldığı gerekçesiyle yargıya taşınıyor. Eğer bir eylem suçsa, gerçekleştiği anda yargı sürecinin başlaması gerekir ama biz eylemin sosyal medyada yer almasını, eylemin gerçekleşmesi olarak kabul ediyoruz. Bu da Platon’un mağara mecazını akla getiriyor. Mağarada zincirlenmiş insanlar, duvardaki gölgeleri insanların kendileri zannederler. Duydukları sesleri gölgelerin çıkardığını düşünürler. Çağdaş insan sosyal medya tarafından ayaklarından zincirlendi. İnternetteki gölgeleri insanların kendileri sanıyoruz. Siberpunk yazarlarının romanlarındaki öngörüler gerçek oldu. Sanal gerçeklik, gerçek hayatın yerini aldı. Edebiyat, yine haklı çıktı.

YORUMLAR (4)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
4 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir