Görüşler

‘Saz seslerinin sahile aksettiği demler, âh o demler!’

‘Saz seslerinin sahile aksettiği demler, âh o demler!’

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay, Heybeli’nin Bizans İmparatorluğu döneminde bakır madenleri nedeniyle az da olsa yerleşik nüfusa sahip olduğunu anlatıyor.

Rum Halki ile Türk Heybeli’yi ayırmak gerekiyor. Orhan Türker’in de yazdığı gibi, Prens Adaları içinde en çabuk Türkleşeni Halki olmuştur. Bununla birlikte, Türkleşmesinden önce bile Rum Halki, yüzme mesâfesindeki Prinkipos’dan, Antigoni’den ve Proti’den kültürel anlamda hep farklı bir sayfiyeydi. Prinkipos Rumların ve Ermenilerin burjuva kaymak tabakası için revaçtaki bir sayfiye iken, Halki, hep orta sınıflardan aydınlarıyla ve sanatçılarıyla şöhret yapmıştır.

***

Heybeli’nin, Bizans İmparatorluğu döneminde, bakır madenleri ve manastırları nedeniyle az da olsa yerleşik bir nüfusa sâhip olduğu düşünülmektedir. Fetihten bir asır sonra bile Halki’nin nüfusu seksen bir kişiden ibâretti. 1641 yılında Halki’yi ziyâret eden Evliya Çelebi, “Ada halkının hepsi Rum reisleridir” kaydını düşmüştür. Halki’nin nüfusu 19’uncu yüzyılın başında sekiz yüz kişiye çıkar. 1867 yılındaysa, adada, 450 hâne Rum ve 27 hâne Türk bulunuyordu. Halki’nin Rum halkı, Sakız, Naksos, Andros, Girit, Midilli, Sifnos ve Folegandros adalarından gelmeydi. Bir de karşı kıyıdan Halki’ye sürgüne gönderilen Çingeler vardır. Halki’nin Epanomahala, Ambela ve Glifa bölgelerine yerleşen Çingeneler, Rumlarla yaptıkları evlilikler neticesinde birkaç nesil içinde Rumlaşmıştır. Çingene-Rum melez ırkından güzel ve erkekleri baştan çıkaran hafif yollu kadınların çıktığı, bu yüzden Halki adası Rumca tekerlemelere “Halki to putanaryo” şeklinde geçtiği yazılır.
6-7 Eylül olayları sırasında Heybeli’nin Rum nüfusunda kayda değer bir azalma olmazken, ‘64 ve ‘74 yıllarında Yunanistan’a büyük göçler kaydedilmiştir.

***

İstanbul Rumlarının en değerli şâirlerinden ve muharrirlerinden biri olan İlias Tantalidis, 1847 ile 1876 arasında Heybeliada’da ikamet etmiştir. Atina Üniversitesi Felsefe Okulu mezunudur. Fener doğumlu olan Tantalidis’in, 1845 yılında bir sabah uyandığında, gözlerinin görmediği gerçeğiyle karşılaştığı biliniyor. Kör olmasına rağmen, 1847 yılında Halki Ruhban Okulu’na Yunanca öğretmeni olarak atanır. 1860 yılında da Patrikhâne’nin “Megas Rito”’su seçilecektir. 1847 yılından sonra Heybeliada’dan hiç ayrılmayan Tantalidis’in mezarı Ruhban Okulu’nun iç bahçesindedir. “Ada” isimli şiirinde, “Tanrı’nın özenerek yarattığı bu Ada’da / Dünyaya ikinci defa geldim / Onun ismi efsuncu bir kadın gibi insanı büyüleyen Halki’dir / Yanından geçip de ona gelmeyen kördür!” der.

Hüseyin Rahmi ise vereme yakalanınca uzun yıllar her yaz Heybeliada’ya gelmiş ve önce Bahriye Hamamı Sokağı’nda kirada oturmuştur. Bu ev büyük bir bahçenin içindedir. Komşusu da Mehmet Ali Kâğıtçı’dır. Ancak Bahriye Hamamı Sokağı adanın merkezindeydi ve hayli gürültülüydü. Bu yüzden köşkünü “Şıpsevdi” romanından kazandığı altınlarla adanın en ıssız yerinde yaptırdığı söylenmiştir. Orada kuş seslerinden başka bir ses duymayacağını düşünmüştür ama, çok sevdiği kedilerini unutmuştur. Bu yüzden bir süre sonra kuşlar kaçmış, köşk kedilere kalmıştır. Kedi bu, kavga etmeden, bir şeyleri devirmeden durur mu! Bu da üstadımızın sinirlenmesine ve sık sık “Aliye Hanım, şu kediler deminden beri kavga edip duruyorlar, recâ ederim, onları susturuverin!” diye seslenmesine neden oluyormuş. Ölümünden sonra köşk, yeğeni Emine Muzaffer Safter’e kalır, ondan da ‘61 yılında Abdullah Tanrıkulu’ya intikâl etmiştir. ‘64 yılında İstanbul Vâliliği tarafından satın alınan köşk, Hüseyin Rahmi’nin ölümünden ancak elli altı yıl sonra müze olur. ‘61 yılından sonra köşke bir bekçi memur edilmesine karşın, eşyâlarının çalınması müzenin açılışına kadar bir türlü engellenememiştir.

***

Köşkün Adalar Belediyesi’ne teslimi sırasında evdeki eşyâların bir envanteri çıkarılmıştı. Bu envantere göre evde 241 parça eşya, çeşitli dillerde yazılmış 654 kitap, 110 cilt gazete koleksiyonu vardı. Ancak envanterdekilerin büyük bir kısmı kaybolmuştur. Bugün gazete koleksiyonun dışında matbû olarak sadece 350 Türkçe ve 304 Fransızca kitap duruyor. Kayıplar arasında Hüseyin Rahmi’nin piyanosu, bisikleti, kemanı, mandolini, kristal likör takımı, kırmızı çiniden Fransız malı üç adet sobası, 14 adet yağlı boya tablosu, 14 parça antika halısı ve antika silâhı da bulunuyor.

Son yıllarında Kadıköyü’nden Heybeli’ye geçen Ahmed Rasim de kedi sever edebiyatçılarımızdandır ama, onun kedi severliği Hüseyin Rahmi ile kıyaslanamaz. Hüseyin Rahmi, öyle böyle değil, çılgın bir kedicidir. Mikrop kapıp hastalanmak korkusuyla eldivensiz sokağa adım atmayan, hiç kimseyle tokalaşmayan, köşkündeki kapı kollarını bile entarisinin eteğiyle kavradıktan sonra çeviren Hüseyin Rahmi, sadece kedi gördüğünde hastalık korkusunu unutuyordu. Bir yakının bile ona kediler kadar yaklaşabildiğinin tanığı yoktur.

***

Hüseyin Rahmi kedilerini, kedileri de Hüseyin Rahmi’yi seviyorlardı. Kedileri arasında Sarı biraz ayrıcalıklıdır. Köşkün bahçesine bile çıkmaz, Hüseyin Rahmi’nin kucağındansa hiç inmezmiş. Hüseyin Rahmi’nin cenazesi köşkten ayrılırken yaşanan bir olaysa, herkesi ağlatmıştır: Sarı, köşkten dışarıya ilk o gün adım atar. O güne kadar çıkmaya korktuğu sokakta, köşke dönmesi için arkasından seslenilmesine karşın, cemaatin arkasından sâhibinin tabutuna baka baka uzun süre yürür. Hüseyin Rahmi’nin yakın dostu Hilmi Efendi kedinin hâline dayanamaz, gözyaşları içinde onu kaptığı gibi köşke götürüp bırakır. Sarı, o günden sonra, bütün neşesini kaybedecek, Hüseyin Rahmi’nin pek sevdiği eski koltuğun önünde, sadece sâhibiyle kavuşacağı zamanı beklemeye başlayacaktır.

***

Adanın yukarısında Hüseyin Rahmi, aşağısındaysa Ahmed Rasim vardır. Üstad yaşamının son günlerini bahçe içindeki kâgirinde geçiriyordu. Doksan iki metre karelik binâ tapuda Ahmed Rasim ismine kayıtlıyken, ‘46 yılında satılmıştır. Ahmed Rasim genellikle İskele civârındaki gazinolarda içiyordu. Bir zamanlar, vapurdan inince sağ tarafta, Débarcadère Gazinosu, Tsikaimis Gazinosu, Anastaki’nin Yeni Dünya Gazinosu, Nikolaidis’in Horozlu Gazinosu ve Papakalo’nun Central Gazinosu sıralanıyordu. Üstadımız İskele’deki meyhânelerin hemen hepsinde demlenmiştir. ‘32 yılında vefât edince, Nejat Gülen’in yazdığına göre, yerini oğlu Şeyda almıştır. Ancak, Şeyda babası gibi değildir, rakı bulamazsa kolonya, kolonya bulamazsa da boyalı ispirto içenlerdendi.

***

Ahmed Rasim’in, rakı masasını, edebiyat ve mûsikî mahfili olduğu müddetçe sevdiği muhakkaktır. Ahmet Şükrü Esmer’e, “Herkes beni çok rakı içer zanneder. Bu kanaatin yerleşmesinin nedeni yazılarımdır. Artık bunu tashih edecek değilim. Bir kütüphâne dolusu yazı kaleme aldım. Ama bunların tek satırını dahi içkinin tesiri altında bulunduğum sırada yazmış değilim,” demiştir. Üstadın cenâzesinden Nurettin Artam’ın aklında en fazla meyhâneci Mardik Efendi kalmıştır. Yazdığına göre, Mardik Efendi, tabutun arkasında, büyük sakalından göz yaşları damlaya damlaya yürümüş.

***

Heybeli’nin havasının mizahçı yetiştirmek gibi bir ayrıcalığı da olsa gerek. Onlardan biri Mehmet Nusret’tir. Bildiğimiz kadarıyla, Aziz Efendi, Salim Bey’den İkbal’i istiyor. Veriyorlar. Şebinkarahisar’ın Gölve karyesinden Abdülaziz ile Vona’nın Annaç köyünden İkbal denen Hanife ‘13 yılında Heybeliada’da evleniyorlar. İlk çocukları ölüyor. Sonra Mehmet Nusret doğuyor. Yıl, ‘15’tir. Çanakkale Savaşı’nın en kanlı günleri. Onun için doğan çocuğa Nusret ismini veriyorlar, Mehmet de dedesinin ismi. Bu Mehmet Nusret, Yeniçeşme’de, Bokludere’de, Cerrahpaşa’da, Langa’da, Şehremini’nde, Süleymaniye’de ve Heybeliada’da sefâlet içinde büyüyüp, dünyanın en büyük mizah yazarlarından Aziz Nesin olmuştur.

***

Yaşamı boyunca birkaç dostunun dışında kimseyle görüşmeyen Zeyyat Selimoğlu, ‘63 yılında kırk bir yaşındayken kendisinden on yaş küçük Muhterem Pekgöz ile evlenmişti. Muhterem Hanım eşinden boşanmış çocuklu bir duldu. Selimoğlu ailesi uzun yıllar boyunca yazları Heybeliada’da geçirir. Ancak, bir yaz, nedendir bilinmez, Muhterem Hanım adaya artık gitmek istemez. Karı koca arasındaki soğukluk da Heybeliada yüzünden başlar ve ‘78 yılında boşanmayla sonuçlanır. Zeyyat Selimoğlu, Muhterem Hanım’dan sonra bir daha evlenmemiştir ve vefâtına kadar da yaz mevsimlerini “Refah Şehitleri Caddesi, No.110” adresinde geçirmiştir. Onun “Bir Ada Soyunuyor” hikâyesi, ‘70’li yıllardaki Heybeliada’dan müthiş kesitler verdiğinden çok önemlidir.

Yedikule’deki Safa’yı hariç tutarsak, bana göre, koca İstanbul’da meyhânenin anlamına en yakın içkili lokantaların başında “Yalı Caddesi, No.23” adresindeki Mavi Restaurant gelir. Nigâr, Fikriye ve Faruk Çelik kardeşlerin işlettikleri Mavi Restaurant’ın enginar dolmasının, karidesli paçanga böreğinin, midye salmasının ve sakızlı sütlacının lezzetlerini hiçbir yerde bulmak mümkün değildir. Edebiyatçılardan seveniyse hayli fazladır. Bir dönem, Enis Batur, Orhan Pamuk ve Samih Rifat sıklıkla Mavi Restaurant’ta görülüyorlardı…

YORUMLAR (2)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
2 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir