Görüşler

Seçimler, teferruat ve normalleşen kriz

Seçimler, teferruat  ve normalleşen kriz

Özgür Eğitim-Sen Genel Başkanı Abdulbaki Değer, 28 Mayıs'ta gerçekleştirilecek Cumhurbaşkanlığı seçimlerine ilişkin değerlendirmede bulunuyor.

Seçimlerin ardından yapılan her yorumun talihsizliği kaçınılmaz şekilde biraz da geç kalmış bir yorum olmasıdır. Hüküm verilmiştir, olay gerçekleşmiştir zira. Olan olduktan sonra üzerine konuşmanın, onu şerh etmenin, açıklamanın sevimsizliği açıktır. Bu biraz doğası gereği böyledir çünkü Hegel’in de belirttiği gibi Minerva’nın Baykuşu ancak gün batarken uçabilir. Kabaca, tüm karmaşası ve çelişkileriyle yaşam akıp gitmekte, sayısız olay birbirini takip etmekte ardından tüm bunlara dair düşünceler, fikirler ortaya çıkmakta. O yüzden Hegel varlıkların olgunluk çağında ancak reelin karşısında idealin boy gösterebildiğini belirtmekte. O yüzden felsefenin soluk rengi solgun zemine vurduğu zaman hayatın tezahürü ihtiyarlık günlerini tamamlıyor demekte.

Yaşadığımızı konuşmaktan, tartışmaktan, değerlendirmekten vazgeçemeyiz yine de. Gerçekliği görmek, değerlendirmek, anlamaya çalışmak ve daha iyi bir gelecek için anlamlı bir deneyime dönüştürmek olmazsa olmaz. Genel anlamda öngörüler ile gerçeklik arasındaki mesafenin açıldığı bir süreçteyiz. Temennilerin analizlerin insicamını bozduğu gerçeği önümüzde. Her okumanın içinde kaçınılmaz şekilde temennilerin işin içinde olduğunu, en azından sosyal alan için, biliyoruz. Ancak anlamlı, makul olan; temennilerin gerçekliği çarpıtmasına, gerçekliği görmemizi engelleyen bir perdeye dönüşmesine fırsat vermemektir. Gerçekliği görememek ile gerçekliğe karartma uygulamaya çalışmak, onu bilinçli bir şekilde başka türlü göstermeye çalışmak arasında ince bir çizgi var. Her okumanın, gerçeklikle her temasın temennilerle bağlantılı olması kaçınılmaz olsa da bunun gerçekliği çarpıtmayla, onu temennilerimize uygun bir forma sokmakla ilintisi olmadığı açık. İnsanın tür olarak kendi temennilerini karşılayacak şekilde bir ilişki tesis etmesi çok karşılaşılmayan bir durum değil. Özellikle de hayatla kurduğumuz ilişkinin sertleştiği anlarda bunu daha çok gözlemliyoruz. Çünkü temennilerimize mesafe koymak, soğukkanlı olmak gittikçe zorlaşıyor. Bağlantılı bir diğer husus ise gerçekliği çarpıtmaya çalışmanın kararlarını değiştirmeye çalıştığımız kesimleri etkileme niyetimizle ilintili olmasıdır. Öyle olmadığını bildiğimiz halde öyleymiş gibi davranırız ki insanları etkileyebilelim, yönlendirebilelim. Öngörüler ile gerçeklik arasındaki açılan mesafeye ilişkin bu notu düştükten sonra ortaya çıkan tabloya bakmakta yarar var.

SONUÇLAR NİÇİN BÖYLE ÇIKTI?

Ortaya çıkan sonucu değişik dinamiklerle açıklamaya yönelik girişimler var. Muhtemelen dile gelen pekçok açıklamanın karşılık geldiği gerçeklik de vardır. Benim dikkat çekmek istediğim özellikle iki husus var. Birbiriyle bağlantılı olan bu hususlardan birincisi olağandışılık, olağanüstülük diğeri de tam bunun üzerine oturan milliyetçilik. Olağandışılık krize, tehdide, güvenlik açığına göndermede bulunuyor. Ancak bunu basit bir gönderme olarak değerlendiremeyiz. Olağandışılık ancak kendisini mümkün kılacak somut gerçeklere dayandırılıyorsa, söylem bu gerçikliği kullanarak üretiliyorsa anlamlıdır. O halde burayı biraz daha detaylandırmamız gerekiyor. Ak Parti hükümetlerinin yaklaşık birinci on yılının iyimserliğini, özgüvenli açılımlarını paradigmatik anlamda dönüştüren bağlamı göz önünde bulundurmalıyız bu noktada. Kuzey Afrika’da başlayan “Arap Baharı” bilindiği üzere domino etkisiyle güney sınırlarımıza kadar dayanmış, bölgeyi bütün halinde istikrarsızlaştırıştı. Suriye’deki alt-üst oluş hala devam ediyor ve Türkiye için mülteci akını, YPG, IŞİD gibi pek çok başlık temelinde güvenlik krizi oluşturuyor. Seçimlerle işbaşına gelen Muhammed Mursi'nin Mısır'da darbeye maruz kalması ve bu darbenin küresel sistem tarafından kabul görmesi. Aynı sürece denk gelen Gezi olayları, 17-25 Aralık hadiseleri, FETÖ paralel yapılanması, Hendek olayları, 15 Temmuz darbe kalkışması, Trump'ın seçilmesiyle ivmelenen uluslararası kuralsızlık, Covid salgını, Ukrayna savaşı gibi hadiseler bu olağandışılığın ulusal ve küresel başlıkları. Tüm bunlar belirli merkezlerden belirli amaçları gerçekleştirmek üzere yapılan planlı hadiseler olarak sunuluyor.

MİLLİYETÇİLİK NİYE YÜKSELİYOR?

Bu sunum hem toplumsal hafızanın genetiğiyle başarılı bir etkileşime sokulabildiği hem de buradan hareketle toplumu tutan/toplumca tutulan politik söyleme dayanak yapılabildiği için olağandışılığın, olağanüstülüğün üstüne oturan milliyetçilik geniş bir yayılım imkânı buluyor. Burada toplumun belirli kesimlerinin gittikçe milliyetçileşmesinden, milliyetçiliğin etkisine girmesinden daha önemli ve hayati olan husus iklimin, dilin ve siyasetin milliyetçileşmesidir. İktidar ve muhalefeti içeren şekilde millliyetçiliğin genelleşmesi esasında bu dile, bu dilin temel önermeleri olan olağanüstülüğe, tehdide, dolayısıyla istikrara, güce ve güvenlik ihtiyacına dayanan söylemin meşruiyetine alan açıyor. Bu alan tanzimi kabul edildiğinde olağanüstülük pekiştiriliyor, dozajı yükselen milliyetçilik meşrulaştırılıyor. Bu düzlem de Cumhur İttifakından daha avantajlı çıkabileceğini düşünmek en basit ifadeyle fazla iyimser olmaktır. Erdoğan'ın ve ittifakının en büyük başarısı mücadeleyi istedikleri zemine ve dile sıkıştırabilmiş olmalarıdır. Milliyetçilik esasında aciliyete, olağanüstülüğe, hayati olana ilişkindir. Öncelikler hiyerarşisi oluşturup gerisini önemsizleştirmedir. Tam da bu yüzden söz konusu vatansa gerisi teferruat olabiliyor.

İKİ SIRA DIŞI AKTÖR: BAHÇELİ VE ERDOĞAN

Yazının sınırlılıklarını da dikkate alarak iki hususun daha altını çizmekte yarar var. Bunlardan birisi çok belirtilmese de Devlet Bahçeli diğeri de şüphesiz Erdoğan faktörüdür. Devlet Bahçeli Türkiye siyasetinin kritik anlarında çarpıcı müdahalelerde bulunarak bu siyasetin seyrine yön vermekte belirleyici bir rol oynadı, oynuyor. 2002’deki erken seçim, 2007’deki kritik Cumhurbaşkanlığı seçiminde meclisteki oturumlara katılacaklarını açıklaması önemli kararlar. Asıl önemli karar ise Erdoğan’ın bile neredeyse vazgeçtiği Başkanlık sistemi önerisiydi. Bu öneri sadece Türkiye’yi sistem değişikliğine götürmedi aynı zamanda bugün de devam eden Ak Parti-MHP fiili koalisyonunu oluşturdu. Bu koalisyon Millet İttifakında gördüğümüz üzere belirli konular üzerindeki uzlaşmaya dayanan konjonktürel bir birliktelikten ziyade çerçevesini Bahçeli’nin stratejik müdahalelerle çizdiği Ak Parti’nin ve tabanının bir tarz-ı siyaset doğrultusunda yönlendirilmesi, dönüştürülmesi oluşturuyor. Milliyetçililğin yükselişi analizlerini sadece MHP, İyi Parti, Zafer Partisi, Sinan Oğan’ın oylarına bağlamak meseleyi çok yüzeysel ve sınırlı görmek ve Bahçeli’nin etkisini dikkate almamaktır. Milliyetçileşen AK Parti’nin yanında Millet İttifakı da dozajı yüksek bir milliyetçilikle malul haldedir dahası tüm bunların ötesinde Türkiye’de siyaset, siyasetin dili milliyetçileşmiş, milliyetçi bir ruh tarafından bloke edilmiştir. Tabi ki tüm bu sürecin Erdoğan gibi çok önemli bir politik aktör olmadan gerçekleşebileceğini düşünmek akla ziyandır. Erdoğan’ın yüksek karizmasıyla mobilize ettiği tabanı, yaralı şuuraltına yönelik kritik dokunuşlarla (yerli milli vurguları, İHA-SİHA, TOGG gibi) milliyetçileştirdi, devletçileştirdi. Bu dönüşümün taşıyıcılığını Erdoğan başarıyla yapıyor. Çünkü temsil ettiği sosyal-kültürel taban açısından handikap olsa da kendi varlığını-başarısını bir davaya, bir amaca dönüştürebilmiş durumda. Bunun üzerine bina edilen bağımlılaştırma siyaseti üzerinden hem sivil toplum yapıları hem de uygulanan sosyo-ekonomik politikalarla da destekli şekilde toplumun geniş kesimleri ile duygu ve inançla yoğrulan organik bir bağ tesis ediyor.

Ak Parti’den kaçan oyları hem kendinde hem de ittifak içinde tutacak şekilde başarılı mühendislik çalışmaları gibi güncel politikanın gereksinimlerini karşılayan müdahalelerdeki hüneri de Erdoğan’ın diğer önemli farklarından birisi.21 yılın yıpranmışlığı, derinleşen ekonomik kriz, kişisel ve kurumsal ahlâkta yaşanan yozlaşma, göçmenler meselesi, hukuk ve adalet mekanizmalarındaki problemler, deprem felaketi, yolsuzluk iddiaları vs. gibi olumsuzluklara rağmen iktidarın halktan gördüğü desteği pek çok küçük ve orta ölçekli dinamiğe bağlamakla beraber major unsurların olağandışı/olağanüstü bir ortamın mevcudiyetine ilişkin algının büyük ölçüde yerleştirilmiş olmasına bağlamak mümkün. Yukarıda da altını çizdiğim üzere yükselen milliyetçiliğin anlamı da zemini de buradan geliyor. Ancak bu tarz-ı siyaset Türkiye’de seçim kazandırıyor görünse de Türkiye’yi tarihsel olarak sürüklenegeldiği kriz ortamından çıkarmıyor tersine bu krizi derinleştiriyor. Türkiye’nin varlık ve bütünlük endişelerini giderecek siyaset, varlık ve bütünlük krizlerinin ciddi olduğuna ilişkin toplumu kırılgan, gerilim yüklü hale getirerek esir alan bir siyaset asla olamaz.

GERİSİ TEFERRUAT OLURSA VATAN TEHLİKEDE DEMEKTİR

Siyasetin alabildiğine teferruatlaştırıldığı, milliyetçi bir içerikle sınırlandırıldığı yerde varlık ve bütünlük krizi yapısal hale gelir. Yetersiz, güçsüz hissedenin güce başvurması gibi varlık, beka, bütünlük vurguları bu alandaki güçsüzlüğümüzün işaretleri olarak değerlendirilmelidir. Türkiye'nin nitelikli bir devlet yapılanması ve işleyişi, hak ve özgürlüklere dayanan bir anayasa ihtiyacı, derinleşen ekonomik krizi aşacak ve adil bölüşüme imkân sağlayacak ekonomi politikaları, özgür, özerk akademi, medya ve sivil toplum yapıları gibi doğrudan sivil siyasetin geniş, katılıma, müzakereye açıklığıyla ilintili olan hususlar varlığını, bütünlüğünü koruma ve güçlü bir aktör olma arayışına çare olabilir ancak. Nitekim siyasi tarihimizin çalkantılı serencamına atılım yaptığımız istisnai dönemlerin bu yönde hareket ettiğimiz dönemler olduğu görülmektedir. Tam da bu boyutuyla kimin kazandığından bağımsız olarak Türkiye'nin kritik sorunlarını bloke eden, siyasetin dışına iten hatta kriminalleştiren mayınlı alandan ülkeyi çıkarmak hayati önem arz ediyor. Anlamlı bir hikâye olarak anomaliye, olağandışılığa oynamak yerine normalleşmeye çabalamak, arayışı, vurguyu bu yönde yapmak çok daha önemli çok daha rasyoneldir. Süreklileşen güç vurgusu, ısrarla yapılan güvenlik vurgusu sanılanın aksine bizi daha güçsüz, daha güvenliksiz kılıyor. Bu tarz-ı siyasetle vaat edilen mutlu yarınlar bırakın gerçekleşebilir olmayı kriz halindeki bugünümüzü de canla başla aranır hale getirecektir.

YORUMLAR (1)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
1 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir