“PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi, yalnızca bir örgütün sona ermesi değil, bir dönemin kapanması ve yenisinin açılmasıdır. Türkiye’nin yakın tarihinde ilk kez terörün gölgesi olmadan siyaset yapma ve toplumsal sözleşmeyi yeniden kurma şansı doğmaktadır. Bu, sadece bir ‘normalleşme’ değil, demokratikleşme eşiğidir.”
PKK’nın silah bırakma ve kendini feshetme kararı, Türkiye siyaseti açısından hem tarihsel bir eşik hem de sahici politik mücadele imkânı sunmaktadır. Çünkü terör faaliyetlerinin sonlanması ve örgütün silah bırakma kararı, yalnızca güvenlik paradigmasının dönüşümünü değil, aynı zamanda siyasal sistemin yeniden yapılandırılmasını da zorunlu kılmaktadır. Yani silah bırakma ve fesih sonrası dönem hem terörün son bulması hem de politik yeniden kurulum sürecidir.PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi kararından sonra silahlar bırakıldığında, Türkiye yalnızca çatışmasızlık dönemine değil, yeni bir siyasal toplumsallık evresine de girmek zorunda. Bu yeni siyasal sürecin en önemli aktörlerinden biri, kuşkusuz, son 20 yılın merkezi gücü olan AK Parti olacaktır. Dolayısıyla Türkiye siyasetinde oluşabilecek değişim ve bu değişimin AK Parti’yi nasıl etkileyebileceği konusu oldukça önemli. Değişim, siyasal anlayış, yönetme perspektifi ve parti faaliyetlerini kapsamalı.
Terör faaliyetlerinin devam ettiği dönemlerde siyaset, çoğunlukla “güvenlik-devlet” eksenine yaslanır. PKK’nın varlığı ve yürüttüğü terör faaliyetleri, Türkiye’de iktidar ve muhalefet partileri için hem mobilize edici hem de sınır çizen bir işleve sahip. Bu, sadece bir güvenlik tehdidi değil; aynı zamanda milliyetçilik, devletçilik, sosyal uyum ve vatandaşlık anlayışlarının biçimlenmesinde de temel belirleyicidir.
Silah bırakma sonrası bu çerçevenin yenilenmesi kaçınılmaz. Siyasal alan artık “şiddete karşı devletin bekası” veya “örgüt dilini tekrarlama” ikileminde değil, “eşit vatandaşlık, haklar, siyasal katılım, daha fazla demokrasi ve vatandaşın öncelendiği siyasal anlayış” gibi normatif eksenlerde yeniden şekillenir. Bu ise hem söylemsel hem kurumsal hem de toplumsal psikoloji düzeyinde dönüşüm anlamına gelir.
Bu bağlamda, terör sonrası dönem, bir “politik yeniden kurulum” sürecidir. Eğer yeni bir politik kurulum işlevi görmüyorsa, sorun var demektir. Tabii bu süreç, sadece terör atmosferinin ürettiği meselelerle sınırlı kalmaz, aynı zamanda demokrasi, hukuk devleti ve çoğulculuk gibi değerlerin yeniden üretimini zorunlu kılar.
‘KURUCU GÜÇTEN REAKTİF AKTÖRE’
AK Parti’nin 2002-2015 arası dönemi, Kürt meselesinde kademeli bir açılım sürecine ev sahipliği yapmıştı. Yasal zeminde ihtiyaç duyulan bir çok düzenleme hayata geçirilmişti. 2013-2015 çözüm süreci, partinin demokratik dönüşüm iddiasının zirvesi sayılabilir. Ancak çözüm sürecinin farklı sebeplerden kaynaklı olarak çöküşü, PKK’nın terörü şehirlere indirme girişimi, öz yönetim denemesi, IŞİD’in Türkiye içine yönelik planlı/spesifik saldırıları, FETÖ’nün devleti işlemez kılma ve darbe girişimi gibi faktörlerin etkisiyle devleti yönetenlerin refleksleri (doğal olarak) farklılaştı. Bu ise farklı alanlarda siyaset ve yönetim perspektifi değişimi anlamına geldi. Buna, sistem değişikliğinden kaynaklı ittifak ‘zorunluluğuyla’ milliyetçi-muhafazakâr ittifak stratejisine yönelme ve bahsedilen nedenlerden dolayı güvenlik merkezli politikaların taşıyıcısı haline gelme eklenince siyasetin rengi değişti.
Geldiğimiz yeni aşamada, Cumhur İttifakı’nın PKK’nın terör faaliyetlerini sonlandırmasına ilişkin yeni girişimiyle birlikte silah bırakma ve kendini feshetme kararı, AK Parti’yi mevcut pozisyonda tutan ideolojik ve taktik gerekçeleri ortadan kaldırdı. Şiddet tehdidi azaldığında, AK Parti ve diğer partiler için değişim kaçınılmaz. İttifakı zorunlu kılan motivasyonlar değişeceği için ittifak edilen ana konularda değişim olasılığı mümkün. Ayrıca terör ortamının doğal sonucu olarak ortaya çıkan ve farklı seçmen kitleleriyle mesafeli ilişkinin de ortadan kalkması elzem. Aksi farklı maliyetler üretebilir.
Tüm partilerde olduğu gibi AK Parti de mevcut haliyle, “Terörsüz Türkiye” sonrası siyasal döneme, aynı formatta devam etmekte ve intibakta zorlanabilir. Bu nedenle, partinin kuruluş ilkelerine, felsefesine dönmesi ve demokratik merkezle yeniden bağ kurması zorunludur. Mevcut siyaset tarzını sürdürme hali ise kendisinin başlatmış olduğu “Terörsüz Türkiye” projesinin gereklerine uygun düşmez. AK Parti’nin önündeki yol ya siyasi yenilenme ya da kurumsal küçülme.
AK Parti’nin “Terörsüz Türkiye” projesini hayata geçirdiği zeminde olumlu bir değişim yaşayabilmesi için dört boyutlu bir strateji izlemesinin yararlı olacağı açık.
Birincisi, söylemsel reform. Bunu, yeni bir “Birlikte Yaşam” vizyonu ihtiyacı ve bu vizyonun hayata geçirilmesi olarak tanımlamak doğru olur. Partinin yeniden hak temelli, eşit haklara sahip vatandaşlık, hesap verebilirlik, katılımcı siyaset, ortak akıl gibi kavramsal çerçeveyi vurgulayan dile dönmesi kaçınılmaz bir gereklilik. “Kardeşlik” söylemi, soyut ifadeler yerine, anayasal ve kurumsal güvencelerle somutlaştırılmalı. Haklar meselesi, “çözülmesi gereken bir sorun” değil, birlikte ve yeniden tanımlaması gereken bir konu olarak ele alınmalı.
İkincisi, kurumsal reform. Yani, anayasal ve yönetsel açılımlar. Bu çerçevede öncelikli konu, var olan yasal mevzuatı uygulayacak siyasal iklimin oluşmasına öncülük etmek. Çünkü ülkenin yasal mevzuatı, birçok sorunu çözecek düzeyde. Gündeme gelen sorunların çoğunluğu ise uygulama kaynaklı. Siyasal iklimin değişmesi, var olan mevzuatın işletilmesi sonucunu doğuracaktır. Buna, zaten tüm partilerin tartıştığı, gündeme getirdiği anayasanın değiştirilmesi konusu eklendiğinde sorunlar büyük oranda çözülür. Demokratikleşmeye ilişkin adımlar, tüm vatandaşları kapsayacak, genel bir demokratik dönüşüm perspektifiyle hayata geçirildiğinde çözüm kolaylaşır.
Üçüncüsü, etkinlik partisi olmaktan, etkinlikleri analiz eden ve etkinliğin odağına halkı koyan bir politik faaliyet yaklaşımı. Çünkü mevcut durum, etkinliklerin etki/verimlilik analizini yapmadan, sadece “etkinlik yapıldı mı yapılmadı mı” sorusunun cevabına odaklanmış durumda. Bu, dünya siyasetinin genel bir sorunu olmakla birlikte, ülkemizde hem daha görünür hem de siyaseti ‘esir’ almış bir meseleye dönüşmüş durumda. Buradan sağlıklı politik dönüşüm, halkı anlama, sorunu tespit etme ve çözüm üretme dinamiğinin çıkması çok zor.
Dördüncüsü, kadroyu güçlendirme. Mevcut işleyiş dikkate alındığında, kadrolara ilişkin iki temel sorundan bahsetmek mümkün. İlki, siyaset yapmama veya yapamama. Bu, söylem ve politik tutum düzeyinde çok net görülen bir sorun/mesele. Çünkü genel anlamda siyaset yapma, Cumhurbaşkanı’nın söylemlerini tekrarlamaya dönüşmüş durumda. Karar alma süreçlerine katkı sağlayacak ve ortak aklı besleyecek politik bir tutum görülmüyor. Önümüzdeki süreçte bu halin sürdürülme imkânı yok. İkinci mesele, partinin kuruluş felsefesine dönmesi. Daha doğru bir ifadeyle, Muhafazakâr Demokrat anlayışı, tam demokrasi çerçevesinde güncellemek. Bununla birlikte, sivil siyaset yanlısı kadroların ön plana çıkarılması elzem. Dolayısıyla kadro yenilenmesi ihtiyacını unutmamak lazım.
‘KONUMLANMA ZORLUKLARI VE DÖNÜŞÜM POTANSİYELLERİ’
AK Parti özelinde yaptığımız değerlendirmeler, aslında tüm partilerin meselesi. Çünkü var olan siyasal iklim ve terör atmosferi hepsini etkiliyor, kuşatıyor, hatta ‘esir’ alıyor. Yine de bazı partileri ayrı ayrı değerlendirmekte yarar var.
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) için silah bırakma sonrası dönem hem bir fırsat hem de bir sınav niteliğinde. CHP için dönüşüm, yalnızca stratejik değil, kurucu kodların yeniden yorumlanmasını da gerektiriyor.
CHP’nin vermesi gereken temel karar, yeni merkez solcu kadrolar ile ulusalcı Kemalist damar arasında nasıl bir ilişki, iletişim kuracağıdır. PKK’nın silahsızlandığı bir ortamda CHP, sivil çözümün güçlü savunucusu olarak konumlanabilir. Bu ise kendi seçmen tabanındaki ulusalcı damar ile Kürt seçmene dönük demokratik talepler arasında denge kurmayı başarmasına bağlıdır. Parti, kurumsal düzeyde bir dönüşüm ve iç söylem tutarlılığı sağlayabilirse, merkez solun yeniden inşasında rol oynayabilir.
Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) için silah bırakma sonrası dönem çok daha kolay ve verimli olabilir. Devam eden sürecin taraflarından birisi olması, bu kolaylığı sağlıyor. Dolayısıyla MHP’nin, varoluşsal olarak güvenlik-devlet paradigmasına yaslanmayı aşarak, silahlı tehdidin ortadan kalkmasının verdiği imkânlara göre konumlanma olasılığı yüksek.
Bunu yapabilen bir MHP’nin ortaya çıkacak yeni siyasal iklime uyumu, ülkenin geleceği açısından çok kıymetli.
DEM Parti açısından silah bırakma sonrası dönem, siyasal meşruiyet ve temsil gücünün yeniden inşası anlamına gelebilir. Örgütle arasındaki ilişkinin/mesafenin netleşmesi, DEM Parti’nin toplumsal tabanında bir farklılaşma/bölünme riski taşısa da, silahların bırakılması sonrası dönemde bu ayrışmanın yumuşaması beklenir. Parti, sivil siyaset alanında daha güçlü ve yaygın bir aktör haline gelebilir, gelmelidir. Ancak bu durum, iki temel faktörle doğrudan ilgili. İlki, ağırlıklı etnik temsile dayalı parti görünümünden çıkıp çoklu temsiliyet yaklaşımına yönelme konusunda sergileyeceği dönüşüm. İkincisi ise silah bırakma sonrası örgütün kendini farklı harflerle konumlandıracağı pozisyon ile siyaset arasındaki ilişki. Bu alandaki esneme birçok şeyi belirleyecektir.
‘TARİHİ FIRSATLAR, SİYASAL EŞİKLER’
PKK’nın silah bırakması ve kendini feshetmesi, yalnızca bir örgütün sona ermesi değil, bir dönemin kapanması ve yenisinin açılmasıdır. Türkiye’nin yakın tarihinde ilk kez terörün gölgesi olmadan siyaset yapma ve toplumsal sözleşmeyi yeniden kurma şansı doğmaktadır. Bu, sadece bir ‘normalleşme’ değil, demokratikleşme eşiğidir.
Bu eşik, siyasi aktörlerden yalnızca strateji değil, zihniyet değişimi de talep etmektedir. Terörün olmadığı bir ortamda, artık kimlikler üzerinden korku üretme değil, haklar üzerinden güven inşa etme zamanıdır. Her parti, iç tutarlılığını, tabanıyla ilişkisini ve anayasal demokrasiye katkı kapasitesini yeniden değerlendirmek zorundadır. Çünkü bu fırsat değerlendirilemezse, kaçan yalnızca terörsüz ortam değil, adalet, eşitlik ve ortak gelecek olur.
Kısacası, ülkeyi yönetenlerin ve siyaset kurumunun önünde, silahların terk edildiği bir ortamda siyaseti ve toplumsal barışı yeniden inşa etmek gibi tarihsel bir görev durmaktadır. Bu eşikte verilecek kararlar, Türkiye’nin bugünkü değil, gelecek kuşaklara bırakacağı siyasal mirası belirleyecek.
ADNAN BOYNUKARA KİMDİR?
1987-2009 yılları arasında farklı kurumlarda mühendis ve yönetici olarak çalıştı. 2009-2015 yılları arasında ise Adalet Bakanlığı’nda Yüksek Müşavir olarak görev yaptı. 25 ve 26. dönemlerde Adıyaman milletvekili olarak TBMM’de bulundu.