Görüşler

'Şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra'

'Şu ada senin, bu ada benim, yelkovan kuşlarının peşi sıra'

Kültür Tarihi Araştırmacısı Taner Ay, Türk hikayeciliğinin kilometre taşlarından biri olan Sait Faik'in yaşamının az bilinen yönlerine ışık tutuyor.

38 yılından sonra Burgazada’nın meydanından Kalpazankaya’ya doğru yürüyenler, sıklıkla Sait Faik’e ve köpeklerine rastlarmış. Onun ’45 öncesinde her yaz “Çayır Aralığı Sokağı, No.15” adresindeki köşke geldiğini, ‘45 yılından sonra da yaz kış Burgazada’da yaşadığını biliyoruz.

Sait Faik'in annesi Makbule Hanım'dan pek korktuğu söylenir. Balığa çıkarken bile mutlaka annesinden izin alıyor ve onun tembih ettiği saatte köşke dönmeye de dikkat ediyormuş. Bir gün Bedri Rahmi ile Sivriada'ya gitmişler, yemişler içmişler, ama hava birden bozmuş. Sait’in annesinden kopardığı iznin süresiyse dolmaktaymış. Sait dönmek için tutturmuş, Bedri Rahmi ise “Bu havada hiç dönülür mü!” diye itiraz etmiş. Sait “Olmaz, annem bekler!” diyerek, Bedri Rahmi'yi o kötü havada tekneye bindirmiş. Olan olmuş, kötü hava hiç anne dinler mi, Sivriada'dan ancak sabaha karşı Burgazada'ya dönebilmişler. Bedri Rahmi, köşke geldiklerinde, Makbule Hanım'ı kendilerini bekler bulduklarını yazıyor. Sait, “Biz sana geceyi adada geçireceğimizi söyledik ya!” der ama, annesi hiç oralı olmaz ve “Döneceğinizden zâten emindim. Ancak bu havada dönmeyi nasıl becerdiniz, işte ona şaşırdım!” diye oğlunu iğneler.

Sait Faik denizi çok sevmesine karşın, iyi bir yüzücü değildir. Yalvarsalar da, onu kıyıdan birazcık uzaklaştırmak mümkün değilmiş. Hep boyunu aşmayacak yerlerde yüzdüğü anlatılmıştır. Bu yüzden adalı arkadaşlarının ona, “Sait, sana bir çamaşır teknesi getirelim, onun içinde yüzersin!” diye takıldıkları da oluyormuş. Yazacağı zamansa, peşinde köpekleri, Aya Nikola tepesine çıktığı kayıtlara geçmiştir. Fotoğraflarında daha çok siyah köpeğiyle görülüyor ama, sâhibinin peşini bir ân olsun bile bırakmayan aslında beyaz köpeğiymiş. Sait Faik, onunla birlikte tepeye tırmanır, bir çam ağacının gölgesinde yüzü Balıkçı Adası veya Tavşan Adası olarak bilinen Néandros'a dönük çalışırken, o da ayaklarının dibinde uyurmuş.

Sait Faik adada daha çok balıkçılarla ve esnâfla arkadaşlık yapmıştır. Onlardan biri de adanın bakkalı Orhan Tuncer'dir. Bir gün gazetede Sait Faik'in “Şimdi Sevişme Vakti” isimli kitabının yayımlandığını okur. Sait Faik, dükkânına uğradığındaysa, “Kitabın çıkmış, insan arkadaşına bir tane vermez mi?” diye sitem eder. Ne diyeceğini bilemeyen Sait Faik, uzun uzun düşündükten sonra, Orhan'dan bir lira ister. Parayı alınca, sevinç içinde, koşarak gider ve az sonra elinde kitapla geri döner. Bakkal Orhan, “Parayla vermeni sana hiç yakıştıramadım!” diye söylenince, Sait Faik, kitabın kapağını açıp, ön sayfasına, “Sevgili Orhancığıma, dünyanın kitaba para veren ilk bakkalına. 17 Ekim 1953” mealinde bir ithaf karalar. Sait Faik’in balıkçı arkadaşları Çetin Kayadurmuş ile Hasan Çetinkaya ise, onun meşhur bir yazar olduğunu ancak ölümünden sonra öğrenmişlerdir.

Günümüzdeyse Burgaz’a sevdalıların en başında Bercuhi Berberyan geliyor. Adaya sevgisini, “Bir gün doğup büyüdüğüm topraklardan ayrılmak zorunda kalsaydım, vatan diye en çok yüreğim sızlayarak özleyeceğim yer Burgazada olurdu. Benim için Burgaz vatandır,” diye dile getirmişti. Arto Berberyan ile evlendikten sonra Kınalıada'ya taşınsa bile, onun hiçbir zaman Kınalıadalı olamadığı, uzun süre haftalık alışverişini Burgazada'dan yapmayı sürdürdüğü yazılmıştır. Kaybolan eski Burgazada'yı öğrenmek isteyenlere Berberyan'ın “Burgazada Sevgilim” isimli nefis eserini okumalarını öneriyorum.

Halit Refiğ de, “Burgazada benim ailemin yeri, Sapanca ise eşimin ailesinin. Bana bir tercih hakkı verilse, ömrünün geri kalan kısmını geçirmek için bir yer seçeceksin dense, Burgazada'yı seçerdim,” demişti. Kıbrıs'taki evlerini sattıktan sonra, Burgazada'da, küçücük ama harap bir daire alırlar. Aile dostları balerin Ülkü Aktel oğlu Ömer ile birlikte o harap daireyi baştan aşağı yenilemiş, evin teşrifi için de Gülper Hanım'ı Kadıköyü'nün eskicilerine götürüp, oradan ona çok zevkli antika mobilyalar seçtirtmiştir. Halit Bey de bankadaki ilk ve son birikimleriyle Neriman Oyman'ın bir tablosunu satın alıp, Burgazada'daki eve getirir. Gülper Hanım'ın yazdığına göre, Halit Bey adada yeniden çocukluğuna kavuşmuştur. Gülper Refiğ kışları Cihangir'deyse, yazları da ya Sapanca'da rahmetli Halit Bey'in “Gülperistan” dediği evdedir veya Burgazada'da Gezinti Yolu Caddesi ile Cami Sokak'ın kesiştiği köşedeki iki buçuk odalı evindedir.

Burgaz nasıl daha fazla Sait Faik ise, Kınalı da daha fazla Zabel Asadur’dur. Akasya Caddesi üzerinde Ohannes Derunyan'ın yaptırdığı dört katlı ahşap köşkte uzun yıllar boyunca ikamet etmişti. Yazar ve şâir olan Zabel Hanım'ın kızlık soyismi Hancıyan'dır. Zabel Hancıyan, 1863 yılında Üsküdar'da dünyaya gelmiştir. 1872 yılında semtinin Surp Haç Mektebi'nde tahsîle başlamış, ertesi yılsa Cemaran Okulu'na girerek 1880 yılında mezun olmuştur. 1879 yılında, okulun son sınıfındayken, sekiz sınıf arkadaşıyla birlikte taşradaki Ermeni kızlarının eğitimini teşvik etmek ve onlara okullar açmak amacıyla Milletperver Ermeni Kadınlar Cemiyeti’ni kurmuştur. 1881 yılındaysa, avukat Garabed Donelyan ile evlenmiş ve sekiz yıl boyunca taşrada öğretmen olarak çalışmıştır. 1889 yılında İstanbul’a geri dönen Zabel Hanım, Ermenice ve Ermeni Edebiyatı dersleri verir.

Zabel Hanım 1901 yılında dönemin önemli edebiyatçılardan biri sayılan Hrand Asadur ile ikinci evliliğini gerçekleştirmiştir. Bu evlilikten sonra Zabel Asadur ismini almasına karşın, yazılarında nedense “Anahit”, “Miss Alice” ve “Sibil” imzalarını kullandığı görülmektedir. Zabel Hanım'ın ilk ve tek romanı olan “Bir Kızın Kalbi”, önce 1891 yılında Arevelk dergisinde tefrika edilmiş, ardından da aynı yıl içerisinde kitap olarak basılmıştır. 1892 yılında Ermeni edebiyatında realizm ve natüralizmin başlangıcını temsil eden Masis dergisinin kuruluşuna katkıda bulunmuş, derginin editörlerinden biri olan Hrand Asadur ile birlikte edebî çalışmalarını burada yayımlamıştır. 1902 yılında ilk şiir kitabı olan “Parıltılar”ı, 1905 yılındaysa değişik sınıf ve kültürlerden kadınların sorunlarını işleyen hikâyelerini topladığı “Kadınların Ruhları”nı bastırmıştır.

Kınalı’dan bir de Zahrad geçmiştir. Asıl ismi Zareh Yaldızcıyan olan Zahrad, uzun yıllar Kınalıada'da yaşamıştır. Zahrad'ın ilk şiiri ‘43 yılında yayımlandı. Ama onu şöhret yapan yenilikçi tarzdaki şiirleri ‘45 yılından sonradır. Bir ara Garip akımı Zahrad'ı da etkilemesine karşın, kısa zamanda kendi sesini bulmuştur. Zahrad, kedileri çok seven bir şâir olarak, onları ve kedi metaforunu kullanarak arkadaşlarını şiirine taşımıştır. Bu konuda Selver Sezen Kutup'un bir incelemesi bulunuyor. Zahrad'ın cenâze töreninde bir konuşma yapan Mesrob Mutafyan ise, onun ardından Kınalıada'nın kedilerinin öksüz kaldıklarını söylemiştir.

Sait Faik ters adamdır. Adalardaki binâların cepheleri gibi bizim yakaya bakmaz, Aya Nikola tepesinde Tavşan Adası’na doğru düşüncelere dalarmış. Büyükada’da “Gülistan Caddesi, No.16” adresindeki Milto’dan, Heybeliada’da “Yalı Caddesi, No.23” adresindeki Mavi’den, Burgazada’daki “Yalı Caddesi, No.8/A” adresindeki Barba Yani’den ve Kınalıada’da “Çarşı Caddesi, No.10” adresindeki Mimoza’dan semt-i dildarımızın nasıl göründüğünü biliriz de, karşıdan bakanların adalarda ne gördüklerini pek bilmeyiz. Oysa, anadan doğma deli ve anadan doğma şâir Hakkı Paşazâde Celâl’in Kartal taraflarından Büyükada’ya baktığında, adayı İshugi Anna olarak gördüğü kayıtlara geçmiştir. ’82 yılında Barış Derneği Davası’ndan içeriye giren Ataol Behramoğlu ise, “Hapishânede Bir Sabah Türküsü” isimli şiirine, “Maltepe Askeri Cezaevi’nin avlusunda / Sisler içindeki Büyükada’nın karşısında / Oturmuş yazarım bu şiiri” diye başlıyordu. Çıkınca da ilk işi Büyükada’ya taşınmak olur. Belli ki ada onun için kendisini yeniden bulmak istediği bir sisti. Oysa, yüzyılın başlarındaki Büyükada, harika çılgınlardan Cevat Şakir’in cehennemiydi. Cevat Şakir, pederini, adadaki üç katlı köşkte vurup öldürmedi ama, çiftlikteki cinayetten sonra annesinin vefâtının dışında bir daha da Büyükada’ya ayak basmayacaktı. On beş seneye mahkûm oldu, vereme yakalandığından yedi yıl sonra hapisten çıktı. Cinayet nedeni için yazılanların hepsi uydurmadır, Cevat Şakir bu konuda hiç konuşmadı, sırrını kendisiyle birlikte toprağa götürmeyi yeğledi. Tahliyesinden sonra yeniden evlenip, Üsküdar’a yerleşti. Rıfâîlerin arasında huzur aradı, ama 24 Nisan 1925 günü polisler onu alıp palas pandıras Ankara İstiklal Mahkemesi’ne götürürler. Bu defaki suçu Zekeriya Bey’in Resimli Hafta dergisine Hüseyin Kenan müstearıyla yazdığı “Hapishânede İdama Mahkûm Olanlar Bile Bile Ölüme Nasıl Giderler?” başlıklı hikâyedir. Yazdığı halkı askerlikten soğutmayı amaçlayan nitelikte görülmüştür ve 28 Nisan’da üç yıl kalebentliğe mahkûm edilir. Cevat Şakir’i Bodrum’a götürürlerse de, vaktiyle hapishâne olarak kullanılan Bodrum kalesi harap ve metruk olduğundan, cezasını kasabadaki bir evde çekmesi kararlaştırılır. Bir buçuk yıl kadar sonraysa, İstanbul’a sevk edilip, bakiye cezası Üsküdar’daki evinde tamamlattırılacaktır.

Peki, Cevat Şakir’in ismi Pilar olarak geçen bir İspanyol kadından evlilik dışı oğlunun olduğunu ve bu oğlanın İspanya İç Savaşı’nda öldüğünü biliyor musunuz?

YORUMLAR (6)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
6 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir