Görüşler

Yasa-kanun ve hakkaniyet-hukuk farkı üzerine

Yasa-kanun ve hakkaniyet-hukuk farkı üzerine

Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi İlhami Güler “İslam’ın özü, -iktisadi alanda- emek ve meşru ticarete dayandığı halde tarihi süreçte bu ‘ganimet’ ve ‘yağma’ ekonomisine dönüşmüştür” diyor.

1- TANIM

Yasa veya kanun, politik iradenin zorla veya prosedürel olarak “meşru” görülen yöntemlerle oluşturduğu ve ilgili kişileri bağlayan veya serbest bırakan kurallar demektir. Hukuk ise, Allah’ın bir sıfatı da olan “Hak”ın çoğulu olarak, kamunun/herkesin hayrına iyiliğine olan, bunu temin eden “Helal” ve “Haram”ların, meşru/mubah veya gayri meşru, mekruh/munkerlerin toplamıdır. Bu bağlamda her “Kanuni/Yasal” olan, “Hukuki” olmayabilir.

Hukuk, ilgili şahıslar tarafından kılı kırk yaran bir irdeleme, vicdan muhasebesi sonrasında “ma’şeri vicdan” tarafından onaylanan yani meşru görülen, benimsenen, oy çokluğu veya oy birliği ile kabul edilen kurallar bütünüdür. Bu niteliklere haiz olmasına rağmen, tashihe daima açıktır. Zira vicdan metre, terazi, saat, takvim… gibi üzerinde uzlaşılmış, kesin-aleni bir ölçü birimi değildir. Merhum Ziya Gökalp’ın dediği gibi: “Ahlak yolu dardır/Tetik bas; önü yardır.”

Hukuk ve Siyaset felsefesinde buna “Hukukun Üstünlüğü” denir. Tersi, “Üstünlerin (Güçlülerin) Hukuku” dur. Daha doğrusu yasası/kanunudur. Hukuk, çakılmış sağlam “çivi”ye benzer; dünyayı ayakta tutar. “Dünyanın çivisi çıkmış” ise orada huzur-sükûn-saadet yoktur. Yasa/Kanun ise, “torba” ya benzer: “Torba kanun”. İçine onu yapan her kim ise, kendi çıkarını ve güç istencini koyabilir. Şu ayet, kanunun/yasanın değil, hukukun özünü, ruhunu, ne-idüğünü en güzel şekilde tasvir eder: “Ey iman edenler, kendiniz, ana-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa; Allah için şahitlik yaparak, adaleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun. Müştekilerin zengin veya fakir olmaları, hükmün sonucunu etkilemesin. Çünkü Allah, onlara sizden daha yakındır. Öyleyse, adaleti yerine getirmede kendinizi ayartmayın (Kitabına uydurmayın). Eğer kendinizi kandırırsanız, Allah, yaptıklarınızdan haberdardır.” (4/135).

2- VİCDANIN KENDİNİ KANDIRMA HALLERİ

Pür-pozitif bir kavramla kendini kandırma kolay bir hadisedir. İnsan, kolayca kendi arzusunu, hevesini, vehmini, alışkanlığını, ön-yargısını, zannını, kibrini, korkusunu… sağduyu/vicdan sanabilir. Kur’an’da buna örnekler verilir: “Onlara: ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ dendiğinde; onlar: ‘Ne münasebet, biz, sadece ıslah edicileriz’ derler. Dikkat edin; onlar, bozguncudurlar; fakat kendileri, bunun farkında/şuurunda/bilincinde değiller.” (2/71). “Sana yaptıklarında en büyük zarara uğrayanları haber vereyim mi? Onlar, dünya hayatı peşinde koşarken, yaptıkları boşa giden kimselerdir. Fakat kendilerine sorarsan; iyi/doğru işler yaptıklarını söylerler.” (18/103-104). Vicdanın kendini kandırmasının ikinci yolu, içinde yaşanılan toplumun dinine, kültürüne, örfüne, geleneğine sorgusuz-sualsiz teslim olmak ve onu körü körüne taklit etmektir. Kur’an’ın bireysel bilinci özgürleştirme ve derin vicdanı diriltme çabasına karşı olanlar: “ Hayır, biz, atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerlere uyarız.” (2/170). “Atalarımızı üzerinde bulduğumuz değerler, bize yeter.” (5/104).” Kötü bir iş yaptıklarında: “ Atalarımızın böyle yaptıklarını gördük” derler.”(7/28)… (Geniş bilgi için bkz: “Vicdanın Kendini Kandırması olarak Vicdansızlık”. İlhami Güler. Kur’an’ın Ahlak Metafiziği. Ank. 2013. s 65-83.)

3- HUKUKSUZ YASA/KANUN ÇIKARABİLEN KURUMLAR

a) Meclis: Türkiye’de Büyük Millet Meclisi’nde görev yapan milletvekillerinin çoğu, çok kısa süreli görev yapmalarına rağmen çıkardıkları “Emeklilik” kanunu, emeklilik maaş miktarı, çeşitli sosyal hak (!)ların tümü “yasal/kanuni” ve fakat “hukuki/vicdani” değildir. Seksen dört milyon insanın/kamunun hakkını yemektedirler.

b) Adliye: Adliyede istihdam edilen Hâkim ve Savcıların kimileri, tek tek bireyler veya kamu hakkında öyle iddialarda bulunmakta veya kararlar vermektedirler ki, sonuçları bağlayıcı (yasal/kanuni) oldukları halde; hukuki/vicdani değildir.

c) Belediye Meclisleri: Türkiye’de Belediye meclisleri, kendi üyeleri veya yakınları-partilileri lehine –emlak-arsa-konut-ihale mevzularında- çoğunlukla öyle kanunlar/kararlar almaktadırlar ki, kamuyu zarara sokmakta ve kendileri hukuksuz/vicdansız çıkarlar elde etmektedirler.

d) Bürokratik Erk: Kamu adına ve kamunun çıkarını/maslahatını korumakla görevli, bunun için maaş alan şahıslar da, görevlerini kötüye kullanarak, “Kitabına uydurarak” veya “Hile-i Şeriyye (Hukukiyye)” ile kendilerine veya yakınlarına haksız/hukuksuz (vicdansız) çıkarlar temin edebilmektedirler.

e) En Yetkili Politik Erk (Başkan/Tek-adam): Politik erkin açık, kesin Hukuk kuralları ile denetlenmediği/bağlanmadığı durumlarda, “kanun” bile olmayan KHK’lar ile veya siyasi-bürokratik bağlılarını yönlendirerek kişisel veya zümresel “Kanuni” ve fakat hukuksuz/vicdansız olabilen menfaatler ve zararlar hâsıl olabilmektedir. Byung Chul Han, bu tehlikeyi şöyle tasvir eder: “Politika için kurucu bir önemde olan “öteki”nin ortadan kaybolması, politik “söylem”in sonunu getirir. Ötekisiz politika, düşüncenin iletişimsel rasyonalitesini yok eder. Ötekinin kaybolmasıyla, kendi kendine telkinde bulunma, iletişimsel eylemi güçleştiren obsessiv, bencil düşünceler üretir. Ötekinin kaybıyla meydanı boş bulan öz-propaganda, söylem (tartışma-uzlaşma) alanlarının yerini tek sesin yankı yaptığı boş bir salona dönüştürür. Politik söylem, kişinin kendi “görüş”ünü, kendi “kimlik” inden ayırmasını şart koşar. Bu yeteneğe sahip olmayanlar, kendi kimlikleşen görüşlerini sıkı sıkıya tutarlar. Kimlik kaybetme korkusu taşırlar. Başkalarını dinleyemez; söylediklerini duyamazlar. Politik söylem, bir dinleme etkinliği olduğu için, ötekisiz demokrasinin krizi, bir “dinleme” krizidir.” (R. Kılıç. Zamanın Kokusu-B. Ç. Han Üzerine Bir İnceleme-. Ank. 2023. s. 94). Küresel Ekonominin (doğru-yanlış) işleyiş kurallarına ters olup, doğuracağı sonuçlar(kamu maslahatı/kâr-zarar) iyi hesap edilmemiş bir “kanun”i zorlamanın, yakın tarihimizde nelere “mal” olduğunu bütün Türkiye biliyor.

Yukarıda sayılanların toplamına, Kamuyu temsil eden “Devlet” gücünü/otoritesini kullanarak “Nüfuz Hırsızlığı” yapmak denir. Bunlara Türkiye’de somut örnekler vermeye kalksak, binlercesini bulabileceğimizden hiç kimsenin kuşkusu olmadığını, herkes bilir.

SONUÇ

Tanrı Hakkına (itikat-İbadet) titizlikle riayet eden halkımızın bir bölümü, “Kul Hakkı” veya “Tüyü bitmemiş Yetimin Hakkı (Kamu Hakkı)” söz konusu olduğunda, kılı kıpırdamadan (vicdanı sızlamadan) “deveyi hamudu ile birlikte” götürebilmektedir. Özellikle, iktisadi alanda “Kap-kaç” mantığı, “Kapanın elinde kalan” düsturu, “beleş-bedava-havadan” zengin olma geçerli olmaktadır. İslam’ın özü, -iktisadi alanda- emek (kesp- sa’y-amel) ve meşru ticarete (4/29) dayandığı halde; tarihi süreçte bu, “Ganimet” ve “Yağma” ekonomisine dönüşmüştür. Bugün olup bitenler, bu tarihi genetiğin semptomlarıdır.

YORUMLAR (9)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
9 Yorum
Bunlar da İlginizi Çekebilir