Kendisine yönelik saldırıya tepki gösteren CHP lideri Özgür Özel, tutuklanan Selçuk Tengioğlu ile ilgili yeni bir bilgi paylaştı. Özel, İmamoğlu'na 'suikast' yapılacağına dair bilgi aldıklarını belirterek; "İBB’ye gelmiş. ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi. İmamoğlu’na suikast yapılacak” dedi.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel, Grup Toplantısı'nda konuştu. Kendisine yönelik saldırıyla ilgili açıklamalarda bulunan Özel, “Saldırı bize, bana, size, hepimize yazılmış bir açık mektuptur” dedi. Bu mektuba meydanlarda cevap vereceklerini belirten Özel, "Diyor ki, artık dönün, partinizde oturun, planımızı bozmaya, Türkiye'yi ayağa kaldırmaya, hakkınızı aramaya kalkmayın. Bu mektubu yazıp yolladılar. Okuduk. Bir cevabımız olacak mı? Yarın akşam Beyazıt Meydanı'ndayız" ifadesini kullandı.
Ekrem İmamoğlu hakkında çıkan jammer tartışmasına da cevap veren CHP Genel Başkanı Özel, "Bugünkü Cumhurbaşkanı hangi ihtiyaçtan kullanıyorsa yarınki Cumhurbaşkanı da o ihtiyaçtan kullanır. Sizin canınız can, tedbir alıyorsunuz da bizim Cumhurbaşkanı adayımızın canı can değil mi" ifadelerini kullandı. Özel, İmamoğlu'na 'suikast' yapılacağına dair bilgi aldıklarını belirterek; "İBB’ye gelmiş. ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi. İmamoğlu’na suikast yapılacak.’ demiş. İmamoğlu'na suikast yapacak diyen adam dün herkesin gözü önünde ana muhalefet liderine saldırıyor. Bu adamı birileri böyle kullanıyor" şeklinde konuştu.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in Grup Toplantı salonuna girişinde büyük bir alkışla karşılandı. Fiziki şiddete uğrayan Özel'e CHP Grubu büyük destek verdi. Dakikalarca alkışlayan CHP'liler, "Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz" sloganını attı.
Özel'in açıklamaları şöyle:
"Bugün güne üç fidanımızı anarak başladık. Üç vatan evladının idamının 53. yıl dönümüydü. Deniz Gezmiş'i, Hüseyin İnan'ı, Yusuf Aslan'ı mezarları başında, aileleriyle, yol arkadaşlarıyla biz yoldaşları olarak andık. Onların direnişini, antiemperyalist mücadelesini, Türkiye için barışı, kardeşliği savunmalarını, tam bağımsız Türkiye idealini, Filistin'e sahip çıkışlarını bir kez daha hatırladık. Ben de üç fidanımızın önünde bir kez daha burada saygıyla eğiliyorum
İstanbul'daydık ve bir barış güvercinini, bu Meclis'te hem çok uzun süreler birlikte görev yaptığımız, Meclis Başkanvekilliği görevi üstlenmiş ama ömrü boyunca kardeşliği savunmuş, barışı savunmuş olan bir güvercini yolcu etmeye gittik. Aslında o gün sadece Sırrı Süreyya Önder'in, sadece barışın, kardeşliğin konuşulması gereken bir gündü. Ben de bir emaneti vardı. Emaneti şuydu: Bir "Cumhuriyet Şarkısı" filmini izleyip izlemediğimi sormuştu. O anda izlememiştim. Daha vizyona gireli bir hafta olmuştu olmamıştı. "O filmi bir izle, bir görüşelim." dedi. Ben de İstanbul İl Başkanımız bir tarafımda, bir tarafımda Ekrem Başkanımız, o günlerde tutuklanmış olan Ahmet Özer'in kızı ve oğlu, gençlik kollarımızla birlikte bir sinema salonuna gittik ve gözyaşları içinde o filmi izledik. Döndük Ankara'ya, geldik. "Bir kahve içelim, filmi konuşalım" dedim Sıkça yapardık, sıkça kahve içer, sohbet ederdik, siyaseti değerlendirirdik. Dedi ki: "Ne gördün?" Ben nasıl bir Atatürk gördüğümü, filmin ne mesajlar verdiğini söyledim. Dedi ki: "Hah, şimdi içim rahat etmiştir." dedi. Dedim: "Niye?". "Ben ölene kadar sana bir emanet vereceğim." dedi. "Bir yük vereceğim. Sana emanet." "Nedir?" dedim. "O filmin senaryosunu ben yazdım." dedi. "E niye söylemiyorsun?" dedim. Tabii o zamanlar şeytanlaştırıldığı dönem. Partisine selam verene, bizim gibi bayramda bayramlarını kutlayana, Meclis'e girdiğimizde hatır sorana, selam verene "Siz terörle iş birliği yapıyorsunuz." denen, onların şeytanlaştırıldığı, hedef gösterildiği, her an her saldırıya açık oldukları bir dönem. Dedi ki: "Ya ben dersem filmde emek veren diğerlerinin emeğine yazık. Bu film bolca izlensin isterim. 'Sırrı Süreyya'nın filmi' derler, başka bir yere çekerler. O yüzden ben nasıl bir Atatürk anlatmışım, bir senden dinleyeyim." dedi. Memnun oldu. Dedi ki; "Ben ölene kadar bu sır sana emanet." "Ne gün ölürüm, bunu söyle, millet bilsin." Öldü. Sırrını söyleyeceğimiz gün, Sırrı abinin, onu sıfırlayıp öbür dünyaya, cennete yollayacağımız gün başka bir şey oldu. Bir saldırı gerçekleşti ve maalesef en büyük üzüntüm odur ki, canımı yakan odur.
"SALDIRI HEPİMİZE YAZILMIŞ AÇIK BİR MEKTUPTUR"
Yoksa o evlat katili bizim canımızı yakamaz. Canımı yakan, o gün uzun uzun Sırrı Süreyya Önder'in yaptıkları konuşulacakken, hayatı konuşulacakken, barış, kardeşlik konuşulacakken saldırı konuşuldu. O yüzden sadece bir üzüntü içindeyim. Ne diyeceksin saldırıya? Açık olmak, net olmak lazım. Saldırı bize, bana, size, hepimize yazılmış bir açık mektuptur. Bir ihtar çektiler. İlk gün dediğim yerdeyim. Hiçbir siyasi partiyi, oluşumu bu işten doğrudan sorumlu tutmuyorum. "Şu yapmıştır, bu yaptırmıştır." asla demem. Kimin yaptığını araştırmak savcının, kimin yaptığını araştırmak polisin, devletin görevidir. Bütün bağlantılarına ulaşmak görevleridir. Burada Adalet ve Kalkınma Partisi yönetimi, iktidarının 23. yılında bir büyük sınav verecek. Eğer bu işin uzandığı her yere kadar dosdoğru bir soruşturma ve kovuşturma yapılırsa ne ala. Hiçbir problem yok. O güne kadar ben bu yükü kimsenin sırtına vuramam. Ama işin ucu bir yerlere gittiğinde tıkanırsa o zaman o bir yeri de, bunun üstüne gitmeyeni de konuşmak benim hakkım olur.
İlk andan itibaren siyasi partilerin genel başkanları, sivil toplum örgütlerinin, sendikaların, tüm sendikaların, neredeyse tüm sivil toplum örgütlerinin, meslek örgütlerinin, derneklerin yani bugüne kadar kimle temas etmiş, kime dokunmuş, kiminle görüşmüşsek ve görüşememişsek herkesin, bütün dostların üzüntü beyanlarını duyduk, açıklamalarını okuduk, iyi dileklerini duyduk. Çok telefonla konuştum ama belki elli katıyla konuşamadım. Açamadıklarımız, dönemediklerimiz hakkını helal etsinler ve çok önemli tespitler vardı. Bu noktada, bu noktada ilgili bakanlar, Cumhurbaşkanı, AK Parti'den önemli isimler, arayan herkesin ama herkesin göstermiş olduğu o an itibariyle, o andan bu ana kadarki sorumlu dile teşekkür ederim. Bizi içinde bulunduğumuz bu atmosferden çıkaracak samimi adımların atılması gerekiyor. Şunun farkındayım. Şunun açıkça farkındayım. Bugün Türkiye'nin içinde bulunduğu durumda birileri, o birileri kim, açığa çıkarmak devletin görevi. Şu an devletin kademelerini yöneten hükümetin görevi.
Ama birileri bize şunu söylüyor. Diyorlar ki: "Biz Türkiye'yi bir noktaya getirdik, bir şeye karar verdik. Siz bu kararın önünde engelsiniz. Siz direniyorsunuz, itiraz ediyorsunuz. Hatta yaptığımız işi darbe olarak nitelendirip bu kurduğumuz planı bozmak için emek ediyorsunuz, mücadele veriyorsunuz. Sokağa çıkıyorsunuz, meydanları dolduruyorsunuz. Her hafta bir yerde miting, her çarşamba bir yerde miting, sürekli gündemde tutuyorsunuz. Durun, oturun, Ankara'ya dönün ve partinizde oturun." Bunu da çok net bir şekilde mektubu kalın kalın yazarak yollamışlar. Kimi yolluyor? Bir evlat katilini. Diyor ki: "Evladını öldürmüş, sana mı kıymayacak? Evladını öldürmüş birinin eli sana değdi. Bugün eli boştu, yarın başka bir şey olabilir." diyor. Bu saldırıyı önceden gelip planlayıp, görünerek, ona iki saat orada biz beklettik ve sana sokakta saldırtık." diyor. Yoksa AKM'de yanı başıma da oturtabilirlerdi onu.
"CESARETİN VARSA ELİNİ DOLDUR DA YOLLA"
Saldırıya bir cevabımız olacak. Yarın akşam Beyazıt Meydanı'ndayız. Cumartesi Van'dayız. 19 Mayıs'ta İzmir'deyiz. Cevabımız budur, cevabı okudunuz mu! Hadi oradan! Gazi partisi o mektubu böyle okur kardeşim. Hadi şimdi o evlat katilini çıplak yollayana söylüyorum. Cesaretin varsa elini doldur da yolla.
Bu ülkede 36'sı çocuk 76 kişi öldü. Bana Sayın Cumhurbaşkanı telefon açtığında, arkadaşlar gereğini yapacak emin olun dedi. Benim meselemden önce Kartalkaya'da önce çıkmış olan Bilirkişi raporunu geri çektirenlere, tehdit ettiniz sonra başka bir heyet buldunuz. Sonra o heyetle yola koyuldunuz. O heyetin ikinci raporunda bakan yok. Ama o sorumlular arasında Kültür ve Turizm Bakanı ve yardımcılar var. Kendisi dünyanın neresinde olursa olsun istifa etmesi gereken birisi. Kapıda koca koca bakanlık sorumlu demesine rağmen. İlk dakika da ben sorumlu değilim diyen birisi.
O bakan, kendisi istifa etmeyen bakan, bu sorumluların da yargılanmasına izin vermiyor. Bakın, yargılanmasına izin vermiyor. Sayın Erdoğan, arkadaşlar gereğini yapacaksa benim evlat katili ile olan meseleden önce gereğini yapın. Siz bu bakanı görevden alın, yeni bakanınız da soruşturmaya izin versin. Tabii içinde bulunduğumuz süreci arkadaşlar gereğini yapacaklar derhal bekliyoruz ama eğer üzerinde mutabakata vardığımız gibi yapılan saldırı siyaset kurumuna yapılıyorsa, yani siyasetin sözle yapılmasına bir ölüm tehdidiyle ayar verilmeye çalışılıyorsa, yapılacağı yere ayar verilip buradan çekilin, bu şehre gelmeyin, miting yapmayın deniyorsa, bu şiddete hep birlikte karşıysak, yargı şiddetine de, yargı tacizine de, yargı eliyle siyaset dizaynına da İstanbul'un bundan bir seçim önce, daha bir yıl önce seçilmiş belediye başkanına ve 15,5 milyonun ilan ettiği cumhurbaşkanı adayına, geleceğin cumhurbaşkanına yapılan darbeye de aynı samimiyetle meydan okumak gerekir.
Aynı samimiyetle. Bu yüzden bu yüzden bu milletin 200 yıllık demokrasi kültürü var. Bu milletin atasından emanet sandığa sahip çıkışı var. Aç kalıyor, susuyor bazen. İşsiz kalıyor, susuyor. Dünya kadar haksızlığa susuyor ama biri gelip sandığı almaya kalktı mı orada ayağa kalkıyor. Niye? Biliyor ki, biliyor ki sandık olmazsa kimse dönüp onun yüzüne bakmaz. Sandık olmazsa tebaa o. Sandık varsa vatandaş. Sandık varsa millet. Sandık varsa eninde sonunda bir hesap görebileceği, hesap sorabileceği yer var ve bunu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün boynunda idam fermanıyla ölümü göze alarak ve bütün Türkiye’yi önce kurtuluşa sonra kuruluşa ikna edip her yetkiyi verelim dediklerinde yetki milletindir diyen Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün mirasına sarılıyor sandığa sarılırken."
"SİZİN CANINIZ CAN DA CUMHURBAŞKANI ADAYIMIZINKİ DEĞİL Mİ?"
Bin 200 değil, 120 değil, 12 değil. Bir tanesini bulun be kardeşim! Yok. Sustular. Şimdi o, o gün ekranlarda olanlar, CNN’in ekranında, TGRT’nin ekranında, TV 100’ün ekranında, bütün TRT’nin ekranında servis ediyor adam, servis ediyor, “Bu oldu.” diye yer alanlar bugün yok. İddianamede de yok, olmayacak. Sorusu sorulamadı da, sorulunca cevabı alındı da, kanıtı da yok ama sadece alçakça tartışıldı. İmamoğlu birtakım insanlarla bir araya geldi. Büyük bir rüşvet çetesi vardı. Dediklerinin hiçbirisi HTS kayıtlarından çıkmadı. Şimdi sustular. Kamerada valizin içinde para var dediler. İki gün parayı konuştular. Açtık, jammerı gösterdik. 10 gün de cemırı konuştular. Sonra sordular: “Hangi ihtiyaçtan kullanıyorsunuz? Bu jammerı neden aldınız?” Dedik: “Biz almadık. Rahmetli Kadir Topbaş’tan İBB envanterine kalmış. Kadir Bey kullanıyormuş. Hatta onun makam aracının arkasında bir jammer aracı da gidiyormuş.” Bunu da yakın siyaset arkadaşları doğruladı. Ekranlarda soruldu, cevap alındı. Hangi ihtiyaçtan jammer kullanıyorsun? Bugünkü Cumhurbaşkanı hangi ihtiyaçtan kullanıyorsa yarınki Cumhurbaşkanı da o ihtiyaçtan kullanır. Memlekette anket var. Telefonlar dinleniyor mu? %70 evet. Seninki dinleniyor mu? %75 evet. Köşede poğaça satıyor adam, telefonu dinleniyor. Anasını arıyor poğaçacı, WhatsApp’tan arıyor. Ondan sonra efendim, bu hangi ihtiyaçtan? Her şeyi bilmek zorunda mısın? Her konuştuğumuzu kayda almak zorunda mısınız? Ya da bakın, dünya kadar tehdit, saldırı, bilmem ne. Bunlarla ilgili sizin canınız can, tedbir alıyorsunuz da bizim Cumhurbaşkanı adayımızın canı can değil mi? Ekibi tedbir alacak jammer, araç, bak. Bakın bilgi vereyim."
İMAMOĞLU'NA SUİKAST İDDİASI
Arkadaşlar detaylarını paylaşsınlar. Bu yılın ocak ayında dünkü bebek, evlat katili saldırgan İBB’ye gelir. “Benim koğuşta birlikte yattığım arkadaşlar şimdi tutuklamaya sevk etmişler. Işık hızıyla da tutuklamışlar. Bu soru sorulmadıysa bir geri çağırsınlar. İBB’ye gelmiş. ‘Koğuşta birlikte yattığım arkadaşlara talimat verildi. İmamoğlu’na suikast yapılacak.’ demiş. İhbar etmeye geldim demiş.” Bakın nasıl bir koğuşta yatmış? Bu irtibatta olduğu arkadaşları kimmiş? Bizimkiler polisi çağırıp, iki kişi, iki polise vermişler. "Alın, dinleyin. Bu böyle iddiada bulunuyor." diye.
Kapıyı çalacak. "Ben iki evladın katili adamım. Yeni çıktım içeriden 3 yıl 4 yıl önce. Koğuş arkadaşlarımla irtibatım devam ediyor. İmamoğlu'na suikast emri aldılar, bilginiz olsun." diyecek. Savcı Bey, bir baktın mı o koğuşa ya? O koğuş arkadaşları nerede? Bizim konumuz ne? Bizim konumuz İmamoğlu'na suikast yapacak diyen adam dün herkesin gözü önünde ana muhalefet liderine saldırıyor. Bu adamı birileri böyle kullanıyor. Sen niye jammer açtın? Vallahi biz bu ülkede yarattığınız korku imparatorluğu yüzünden, bütün telefonlar dinleniyor diye bütün kayıtlar gazetecilerle Ekrem Bey'in yaptığı normal görüşmeleri alıp otelden sevk eden siz değil misiniz basına? Oraya sen her türlü bürokratla görüşeceksin, bilim insanıyla görüşeceksin, iş insanıyla görüşeceksin. Rekabet ettiğin kişi görüşürse onların hepsine çökeceksin.
"TÜRKİYE’YE YAŞATTIĞI MALİYET 55 MİLYAR DOLAR OLDU"
Bu 19 Mart meselesine biz darbe diyoruz. Biz 19 Mart’ın 23 Mart’ta millet tarafından geri teptirildiğini, püskürtüldüğünü söylüyoruz. Dört kişiden biri Erdoğan’a inanıyor, gerisi inanmıyor ama burada Erdoğan’a inananlar da bir şeyin maalesef farkına varmıyorlar. Bu darbenin bedelini Ekrem Başkan, belediye başkanları, arkadaşlarımız hapiste yatarak ödüyor. Partimiz birçok zorlukla mücadele ederek ödüyor. Peki sen ödemiyor musun? Sen de ödüyorsun. Herkes birlikte ödüyor. Ekrem Başkan’ın cumhurbaşkanı adaylığına engel olmak için yapılan başta diploma iptali, beş ayrı açılan dava, terör davası, yok yolsuzluk davası, içerideki süren tutuklama, bunun Türkiye’ye yaşattığı maliyet 55 milyar dolar oldu. Bu parayı 86 milyona bölüştürdüğümüzde kişi başına 25 bin lira düşüyor. Yani yüzde 25, Erdoğan’ın ikna edebildiği yüzde 25’e sesleniyorum.
Türkiye’deki her dört kişiden biri iddialara inanıp Erdoğan’a inanıp Ekrem Başkan’ın tutuklanmasına olur diyorsa o yüzde 25 bilsin ki senin de cebinden gitti bir 25 bin lira kişi başı maliyet. Ayrıca inananların içinde emekli varsa, pek yoktur da. Emekliler iyice koptu bu iktidardan. Olana söylüyorum: Senin aldığın maaş 14 bin 500 liraya.12 bin 500’den 14 bin 500’e çıktı. 2 bin lirayı bu dört ay içinde eridi yüzde 13,5 enflasyonla. Bu maaşı 30 bin yapsak nasıl olur? İyi olur diyorsan Erdoğan yapmıyor ya, para yok diye. Burada harcanan paranın dokuzda biri senin maaşını 30 bin lira yapmaya yetiyor. Erdoğan’a inanan yüzde 25’e söylüyorum: En düşük emekli maaşı 30 bin olabiliyor bu parayla. Hem de onda biriyle. Bu yüzde 25’in içinde Yozgat’ta kalmamış, gördüm ama çiftçiler varsa bütün çiftçilerin bütün bankalara borcunun toplamı 1 trilyon lira. Bunların harcadığı para 2,2 trilyon lira. Yani bütün çiftçilerin borcunu bir seferde silebiliriz. Borcu kadar da kendisine para verebiliriz bu parayla. Erdoğan’a inanan çiftçi varsa bilsin ki inanmayaydı, onu başta tutmayaydı ya da onun gözü dönüp bu işe kalkışmayan parayı çiftçiye ayıraydı bankaya borç da yok, faiz de yok, bir o kadar da parayı hesabına yatırabiliyordu bu para. O yüzden çok ağır bedeller ödüyoruz. En ağır bedellerden birini de çok gözle görülmüyor, konuşulmuyor ama KOBİ'lerimiz ödüyor. KOBİ dediğin küçük, orta büyüklükteki işletmeler Türkiye’nin taşıyıcısı.